28 Ekim 2007 Pazar

denge

eskiden kozmik yasa olarak geçerdi. insan ilişkilerinde dengeye bir şekilde inanmışımdır hep. kozmik yasada three fold gibi bir olay vardı da o değil. tahtırevalli (ya da her nasıl yazılıyorsa, bakmaya üşendim) şeklinde bir denge diyorum. birine nasıl davrandıysan günün birinde karşılığını görüyorsun. kozmik dişe diş. kaçan her zaman kovalanmayabilir ama kovalayan kişiden itinayla kaçılır. iyi de ne diyeyim şimdi? hakettim ben bunu. neden böyle oluyor bile diyemem.

yaşamın kıyısında gayet iyi bir filmdi. insanın çok da gözüne sokmuyor bir şeyleri. şöyle de bir diyalog vardı:

- neden onun eğitim masraflarını karşılamak istiyorsun?
- çünkü her insanın eğitim almaya ve iyi yaşamaya hakkı vardır.
- bak. şu dosyalarda yüzlerce kürt çocuk var. sabah akşam onlarla uğraşıyoruz. eğitimsizlikten, açlıktan soygunculuk yapıyorlar, adam öldürüyorlar. neden onların eğitimine katkıda bulunmuyorsun?

tahminimce bir kısım insan buna çok takıldı. bir kısım ise görmezden gelmeyi tercih etti. ama en uygun zamanları. duymamam mümkün değildi. geçenlerde i. bir mail forward etti. başlık sorunumuzun bölücülük değil, sadece kürtler olduğunu söylüyordu. sonuna kadar okumadım, okuduğum kadarı da çok sinirlendirdi beni. hayatımda ikinci kez "bana böyle birilerini aşağılayan, nefret dolu yazılar göndermemeni rica ederim" gibi bir şey yazdım. bunu ilk yaptığım kişi bana bir daha hiç mail göndermemişti. kayıp sayılmaz.

şimdi aslında halkların özgürlüğünü savunmuyorum. inanmıyorum da böyle bir şeye. nasıl bir yabancıya evimde oda ayırıp ona kendi sahip olduğum hakları vermiyorsam, ülkem için de aynı şey geçerli. burada kürtlere yabancı da demiyorum, davranışlarını onayladığımı da söylemiyorum. eğitimsizlik, işsizlik, açlık ve benzeri yaşamsal sorunlara eyvallah. elbette haklarını savunacaklar. ama 38 çocuk yapan biri de bu konuda gıkını çıkaramaz. çıkarmamalı. eğer o çocuk bin tane sorununa çözüm bulmak için dağa çıkıyorsa; öldürüyorsa ve ölüyorsa ben buna haksızlık demem. aptallık derim.

filmde de bu konudan bağımsız olarak bir sürü aptallık vardı. bundan rahatsız ediyor belki de. o filmde nurgül yeşilçay'a sempati duyan biri olmuş mudur acaba? mutlaka olmuştur da benim küçük beynimin anlam verebileceği biri olmamıştır kesinlikle.

küçücük bir dünyada yaşıyorum. kafamı çevirmem o kadar kolay ki, görmüyorum. gözüme çarpsa da kolayca unutuyorum. sırça saraylarım var birkaç tane. yapıyorum, yıkıyorum. minicik bir taş yetiyor yerle bir olmaları için. friday i'm in love. şangır. iyiyim lan. şangır. yetersiz hissediyorum ama düzeltebilirim. şangır.

when all else fails, we can whip the horses' eyes and make them sleep and cry.

bir sürü insan öldü yav. iki taraf da şehit diyor ama resmen bok yoluna gidiyorlar. bir de iyi ki çok az kişi okuyor bunu. yoksa "vatan uğruna ölmek bok yoluna gitmek mi ulan?!" der, bir tarafıma sokarlardı bıçağı. tam da bıçaklarla, silahlarla oynanabilecek zamanlar. nasıl üzülüyorum biliyor musun? hakikaten, çatır çatır ölüyorlar.

ben niye hep sinemaya yalnız gidiyorum ya? evde film izlerken de yalnızım. sıkıldım bu işten. bir de resident evil izlemek istiyorum.

yol nerede başlarsa başlasın, kadınlar hep istanbul'a geliyorlar. erkekler de hep köklerinin olduğu yere gidiyorlar. hikayelerin nasıl bittiği belli değil. ama kadın son durağına ulaşmış görünüyor hep. erkek de son durağına doğru harekete çıkmış gibi.

hadi, ölüme içelim bu gece.

Hiç yorum yok: