20 Aralık 2007 Perşembe

adem ile havva

bir varken, bir yokken; develer hendek atlar, pireler insanların başına türlü türlü dertler açarken; fatma ebeye ebelenmiş iki nurtopu. zor çıkmışlar saklandıkları yerlerden. yılların deneyimiyle çağırmış fatma ebe bebekleri. zaman zaman fısıldayarak, zaman zaman emrederek. annenin feryadı ıkınmaya dönüştükçe bir odaya girmiş, "amanın geliyor bu kez!" çığlığıyla diğer odaya. sonunda, sağdaki odadan yükselmiş ilk rahatlama sesi. fatma ebe bebeği kucağına alır almaz diğer odaya koşmuş. bir de ne görsün? annenin bacaklarının arasından uzanıyor küçük bir kafa. kucağındakini bırakamadan uzatmış elini, yakalamış emeklemek için acele eden bebeği.

biri kız, biri erkek doğmuş. kıza havva, erkeğe adem adı konmuş.

demişler ki; doğumları belirlemiş olmalı kaderlerini, gün gelir yeniden karşılaşırlar belki. sonra adem baba ve havva ana gibi yepyeni bir dönem başlatırlar, köyümüzü sevince boğarlar.

ancak unutmuşlar efsanenin kalanını. hesaba katmamışlar adem'le havva'nın cennetten atıldığını.

imam çağrılmış hemen. biraz bunak bir ihtiyarmış, laf aramızda. ama başka imam da yetişmemiş o zamana kadar. idare ediyormuş bütün köy yaşlı adamla. gözleri de az görürmüş ihtiyar imamın. sabah sersemliğiyle yolu bulup da camiye gidene kadar öğlen olur, iftar saatini şaşırıp erkenden bozdururmuş orucu. köy halkı imamdan çok saate güvenmeye başlamış. bir de imam hatip'ten gelecek yeni imama umut bağlamış.

imam gelmiş bebeklerinin kulaklarına isimlerini üflemeye. ama gözleri iyi görmez ya, anlayamamış hangisinin kız, hangisinin erkek olduğunu. sormaya da çekinmiş, bütün köy onunla alay eder diye. "ya nasip" diyerek okumuş ilk dualarını. kızın kulağına üç kez adem ismini fısıldamış, erkeğe de havva adını vermiş bir dua, üç fısıltıyla. isimleri hemen yer etmiş bebeklerin kulaklarında. oracıkta değişmiş yazgıları, yanlış kulaklara okunan yanlış dualarla.

işte böyle başlamış adem ana ve havva babanın hikayeleri.

zamanla büyümüş bebekler. havva ilk şamarını kanamadan önce yemiş, bacaklarının arasına yerleştirdiği tahta at nedeniyle. kız dediğin bacaklarını kapalı tutar demişler. ama ne bilsinler havva'nın bacaklarının arasında bir "erkek" değil, bir "erkeklik" istediğini. adem ise alay konusu olmuş mahallede, evcilik oynayan kızların yanına gidip oyuncak bebeği sevince. erkek dediğin bebek sevmez, ancak bebeğin anasını sever yeri geldiğinde demişler ona da. adem'in içindekini de bilememişler. onu "adam" etmek için ellerinden geleni denemişler.

gel zaman, git zaman, gençlik ateşi sarmış adem'le havva'nın yüreklerini. havva kızların tokalarını alıp kaçar, adem birlikte denize girdiği arkadaşlarının vücutlarına çaktırmadan bakarken; aileler yeniden bir araya gelmiş. bir taraf kızını övmüş, diğer taraf oğlunu. "birlikte doğdular, birlikte yaşlanırlar inşallah" demişler, oracıkta kıymışlar nikahı. bir de gençlere sorsalar içlerinde yatanı...

18 yaşında evlendirmişler adem ve havva'yı. ilk gece çok zor geçmiş. bir yandan ikisi de "kız oğlan kız", utanmışlar hem kendi bedenlerinden hem birbirlerinden. daha çok utanmışlar kendilerinden bile gizlediklerinden. önce havva "istemem" demiş, "sen değilsin gönlümdeki." adem kızacak gibi olmuş ama dönüp de kendine bakınca hak vermiş havva'ya. kimi isterdin diye sormuş, havva yerin dibine girmiş utancından. söyleyememiş o gece. bir yalan uyduruvermişler ailelerine, gerektiği gibi göndermişler gerdek bohçasını. adem "birlikte çıktık bu yola" demiş tüm kadınlığıyla, "birlikte temize çıkmalıyız." havva çıkarmış çakısını tüm erkekliğiyle, bir çizgi çekmiş hem kendine, hem adem'e. birlikte kanamışlar o gece. havva ancak kanı görünce güvenmiş adem'e, sırrını açmış ertesi gece.

köyün en güzel kızıymış havva'nın kalbindeki. adem'in de kendisi yerine onu istediğinden eminmiş. oysa adem öyle bir isim söylemiş ki, havva küçük dilini yutuvermiş. sonra sonra anlamış adem'in onun aynası olduğunu, tam karşısında dursa da kalplerinin aynı yerde attığını. öyle sevmişler birbirlerini, oldukları gibi. karı koca gibi değil de, sanki can dostu gibi.

onlar dokunmazken birbirine, aileler torun diye tutturmuş. şüpheli mırıltılar yükselmeye başlamış köyden. havva kadınlık görevini yapamıyor muymuş? yoksa adem'in kuşu mu kalkmıyormuş? o kadarla kalsa neyse... havva hamamda yıkanırken, sanki okşar gibi kese atıyormuş. adem'e ne demeli? sarhoş olunca "öpüjem abicim" ayağına, milletin dudaklarına yapışıyormuş.

bu kadar dedikoduya dayanamamışlar. ya köyü terkedecekler ya da bir çocuk yapıp herkesin sesini kesecekler. haydi deneyelim demişler yataklarında başka, hayallerinde başka biriyle. o gece tohumlar atılmış, dokuz ay on günlük bekleyiş başlamış.

bebek bir kurt gibi düşmüş havva'nın içine. adem de hissetmiş aynı endişeyi. hayat böyle geçmez demişler. cesaretlerini toplayıp sırlarını açık etmişler. dedikodu yayıldıkça yayılmış, çevre köylere de sıçramış. bakkal ekmek vermez olmuş, adem sudan bir sebeple işten çıkarılmış. orada tutunamamışlar daha fazla.

işte adem'le havva cennetten böyle kovulmuş.

vardıkları dünyada isimlerini iade etmişler birbirlerine. doğan bebek annesini adem, babasını havva olarak tanımış.

gökten üç elma düşmüş. üçü de zamanı gelince toprağa karışmış.

14 Aralık 2007 Cuma

aşağıdakilerden hangisi nedir?

a) mor, kullanışlı bir çanta.
b) kırmızı, mor, gri-mavi kalemler ve resim yapmaya uygun kurşun kalem.
c) şahane, siyah, incecik bir cep telefonu. içindeki numaralar.
d) yeşil-beyaz balık. komik de bir tasması var.
e) yarım parmaklı ama parmaklarının şapkası olan eldiven.
f) bu sabah sunmak üzere düşünülen cümleler.
g) not defteri.
h) eski ve uygulanmamış reklam fikirleri.
i) üzerinde "aşağıdakilerden hangisi nedir?" yazan post-it.
j) gloria jean's kahve kartı (üç tane içilmiş).
k) ilke'nin hediyesi olan zippo.
l) siyah göz kalemi.
m) burun spreyi.
n) göz damlası.
o) ali'nin yaptığı kırmızı anahtarlık ve ucundaki üç anahtar.
p) jack skellington'lı siyah cüzdan.
r) kartvizitler.
s) ilke'nin sarhoş fotoğrafımla yaptığı karton ehliyet.
t) gayet gerçek olan ve altı ay bekleyip de aldığım ehliyet.
u) kredi kartı.
v) d n' r kart.
y) para.
z) yarım paket winston light.

acaba nedir nedir?

öncelikle bunlar çok da önemli şeyler değildir.
ama ayrı ayrı her birini sevdiğim şeylerdir.
ve dün gece kapılıp kaçırılan, daldan dala uçurulan, suyuna da pilav pişirilen şeylerdir.

eh, sevdiklerim arasında en büyük kaybım böyle olsun. dindar biri olsam "hayır da şer de allah'tan" derdim. şimdi "iyi de kötü de kabulümdür, hayırlısı" diyorum. sinirli ya da üzgün değilim. daha çok etrafımdakileri teselli etme ihtiyacı duyuyorum hatta, asıl tepkiyi onlar veriyorlar.

bana da tuhaf gelmiyor değil tepkisizliğim. belki zarar görmediğim için bu kadar rahatım. belki de kafamda her an dönen felaketler bunun nedeni. o kadar büyükler ki, çantamın çalınması önemsiz göründü gözüme. hatta telefon ve para dışındakilerin büyük ihtimalle geri döneceğine olan inancım. hem dönmezse de ne yapayım? eşyalara çok bağlanmamak gerek.

çaresizliğim bile çok batmadı. hiçbir şey yapamazdım. yapamadım. belki biraz daha dikkatli olabilir, araba yanımdan geçene kadar arabadan çıkmayabilirdim. daha paranoyak davranıp montumu çıkarır, çantamı takar, montumu giyer, öyle çıkardım arabadan. hemen kendimi toparlayıp tekrar arabaya biner, takip edip plakayı alır, belki nereye gittiklerini öğrenirdim. ne bileyim. olmadı işte. olmadı mı olmuyor. o kadar da soğukkanlı değilmişim. öğrenmiş oldum.

bak, bir sır vereceğim. beni koruyan bir şey var. bu kendim olabilirim, çok şişkin olan egom ve olağanüstü iradem falan. başka bir şey de olabilir. iyi anlaştığımı düşündüğüm, korkmak yerine sevdiğim tanrı da olabilir. kozmik güçler, var olan ve olmayan her şey, uçan spagetti tanrısı, görünmez koruma kalkanı veya he-man. ama var öyle bir şey. ve onu da seviyorum.

(neden bunu yazdım? çünkü birkaç hafta önce 160 civarında bir hızla giderken lastiğim parçalandı ve kaza yapmadım. patlamadı, parçalandı. malum, birkaç takla atmam gerekirdi böyle bir durumda. şans? koruyucu hede? bilmem?)

bu da böyle bir deneyimdi işte...