30 Kasım 2011 Çarşamba

iki şey

farklı zamanlarda aklıma gelmiş iki şey var, bir süredir yazmak istiyordum. kimsenin hayatını değiştirecek şeyler değil bu arada, kişisel gerzeklikler. cidden gerzeklik ama.

geçen hafta sanırım, radyoda dinleyicilere "karşı cinsten birine rezil olduğunuz an nedir?" diye sordular. çoğu sarhoşken meydana gelen bir sürü rezilliğim var kuşkusuz, onun dışında okulda milleti ıslatırken kendi döktüğüm suyla kayıp düşmem de var mesela. ama konu bu değil. aklıma ilk gelen anı şuydu:

13-14 yaşlarında falandım. okuldan dönerken servis şoförümüz, belki de yol boyunca vik vik eden çocuklardan sıkılıp ağzımızı başka şeyle meşgul etmek için, bazen dondurmacıda dururdu. yine öyle bir gün servis durunca iki erkek çocuk fırlayıp koşmaya başladılar. yine benim yaşlarımda olan birkaç kız bana da "koş!" komutunu vererek peşlerinden bir depar tutturdular. nereye gittiğimizi, neden koştuğumuzu bilmiyorum; takıldım peşlerine. çocuklar önde, biz arkalarında, yallah ilerliyoruz ve ben bir türlü neden onları takip ettiğimizi soramıyorum. çocuklar bir köşeyi döndüler. kızlar yetişip köşede durdular. ben duramadım ve sokağa daldım.

önümde iki velet duvara dönmüş, kikirdeyerek işiyorlar. ardımda birkaç kız köşeden kafalarını uzatmış, kikirdeyerek onlara bakıyor. ben öyle gerzek gibi kaldım mı ortada? çocuklar kafalarını çevirdiler, bana bakıyorlar; ben kim bilir kırmızının hangi tonundayım. söyleyecek bir şey de yok. "amaaaan ben de bir şey sanmıştım" diyerek döndüm gittim. kızlara da bir şey demedim. ama o gün "neden?" sorusunun dilime yerleştiği gündür. ve tabii "karşı cinse rezil olmak" denilince aklıma gelen ilk sahne.

ikinci konu ise afili filintalar'da gördüğüm deneysel yemek tarifleri kitabı. yemek isimlerini anneme okurken gülmekten kusacaktım. ve tabii, kendime pay çıkarmak demeyelim ama, bu kitap aklıma gerzekçe huylarımdan biri olan "yaparız yeaaa"yı getirdi.

şimdi efendim, ben teorik olarak pek çok şeyi yapabildiğimi sanıyorum ama pratikte bir kabak dolmasına pirinç ayıklamışlığım yok. herhangi bir çalışmayı yönet deseniz işi şahane yürütürüm. elime bir kerpeten tutuşturup yap deseniz, tıs. amma velakin ki öyle değildir işte. o kerpeten ya da kabakları elime aldığımda bir özgüven geliyor anasını satayım, 10 yıldır mutfakta yaşıyormuşum gibi "yaparız yeaa, teorik olarak zor değil" diyerek girişiyorum.

şimdiye kadar sonucu deneysel yemek kitabındaki tarifler gibi çıkan bir şey olmadı ama (sürme çekme denemesini tenzih ederim. hatta küçükken şekerini koymayı unuttuğum keki de saymayalım. ya aslında bir de hazır profiterol vardı, hamur kısım yumruk büyüklüğüne ulaşıp yine de kabarmayınca tatlıya başka isim vermek zorunda kalmıştım. araba lastiği değiştirmeye çalışırken çırpı kollarımdaki kasların yetersizliği de sayılabilir bir bakıma.) bunu açık kalp ameliyatı konusunda "yaparız yeaa" dememiş olmama bağlıyorum. insan denemeden öğrenemez (ya da öğrendiğinden emin olamaz diyelim) ama gerzekliğin de alemi yok. işi bilene bırakmak bazı durumlarda harikalar yaratmaya çalışmaktan daha faydalı, demedi demeyin.