17 Şubat 2010 Çarşamba

yaratıcılık

hayatımı pek çok şeyden ziyade işimle tanımlayabilirim. bir yandan sadece hayatımı istediğim konformist düzeyde sürdürmek için çalıştığımı söylesem de aslında yaptığım bu değil. düşünmek, fikir bulmak, yazmak ve bunun üstüne bir de para almak hoşuma gidiyor açıkçası. kendimi zengin ama işsiz biri olarak düşünmek istemiyorum diyebilirim.

ne var ki işimle ilgili ciddi rahatsızlıklarımın olduğu da bir gerçek. aklıma estikçe reklam sektörü hakkında atıp tutuyorum, insanlara ihtiyaç duymadıkları şeyleri satmak için kırk takla attığımızı söylüyorum sık sık. az önce ted 2010 konuşmaları hakkında bir yazı okudum ve neden böyle rahatsız olduğuma karar verdim.

reklamcılar için yaratıcı falan denir ama tamamen işe yaramaz bir konuda yaratıcılık gösterdiğimi düşünüyorum. belki bir çok kişi uzay araştırmalarının da işe yaramadığını düşünüyor, bilmiyorum. ama benim yaptığım iş çabucak kullanılıp atılacak çöp üretmek. mesela, twitter'ı falan da çöp olarak görüyorum ben. son yıllarda internetin en önemli icatlarından biri gibi konumlandırılsa da "senin yaratıcılığına tüküreyim ben" diyecek kadar da ileri gidebilirim bu konuda.

ama bu yazı bir şikayet olarak da algılanmamalı. pastacı olsaydım da aynı şekilde düşünecektim muhtemelen. kansere (veya diğer hastalıklara) çözüm bulmak için ilaç şirketlerinden bağımsız bir şey yapmadığım veya bu ayarda bir işe girişmediğim sürece rahatsızlığım devam edecek. ben de oturduğum yerden "konformist" eleştirilerime devam edeceğim.

bildiğiniz götün tekiyim yani.

ido

babam çok enteresan bir adam değildir. ne lepiska saçları vardır ne de şarkı söyler. ilginç hareketleri de yoktur hiç. televizyon falan izler o, ara sıra komik bir şeyler söyler, sabahları tuhaf bir ritimle gülnihal mırıldanır.

ne var ki ne zaman barış manço'yu izlesem veya dinlesem aklıma o gelir.

az önce sarı çizmeli mehmet ağa'nın videosunu izledim. durup dururken daldım öyle. bir gün babam da ölecek diye düşündüm. şöyle bir an, arayıp bunu kendisine anlatsam mı dedim. vazgeçtim.

8 Şubat 2010 Pazartesi

farkı, fiyatı

türkçe:
bok

reklamca:
doğanın keskin kokulu, yumuşacık, sıcacık mucizesi!

yalan mı?

7 Şubat 2010 Pazar

yasak

çok değil, daha birkaç ay önce kapatılan web siteleri hakkında nasıl da gaza gelmiştim. şimdi aklıma bile gelmiyor neredeyse. bir şeyleri değiştirmek için gerçekten uğraşan bir avuç insanı bunun dışında bırakırsak, insanlığın küçük bir özeti gibiyim. gündem çabucak değişirken bazı konularda galeyana gelip iki gün sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edebiliyorum ben de.

2 Şubat 2010 Salı

neyse ki gerçek bir hikayeden alınmamıştır

- doğmayı ben istemedim!
- ben de seni doğurmak istemedim! beş dakikalık bir zevkin ürünüsün sen!
- keşke daha uzun sürseymiş de bir anlamı olsaymış. çünkü şu söylediğinle hem doğum kontrolünü bile beceremeyen bir beyinsiz, hem de attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen bir kifayetsiz olduğunu kanıtladın. bu ne demek biliyor musun?
- allah belanı versin demek!
- hayır. doğması hata olan ben değilim, sensin demek.

yok böyle bir şey. yani dünyanın bir yerlerinde de yoktur umarım, çok çirkin bir konuşma. kafamda daldan dala atlarken kuruldu, belki günün birinde yeri gelir de bir hikayede kullanırım diye buraya yazıldı. annem ve ben birbirimizi seviyoruz. hallelujah.