29 Haziran 2012 Cuma

kağıt, kalem, silgi, sabır.

lisedeki resim odasının duvarlarında, insanın dibini düşürecek şıklıkta çizimler vardı. biz gerzek gibi 19 mayıs kompozisyonlarıyla uğraşırken bir insan evladı feci şekilde yardırmaktaydı. ben de onu düpedüz kıskanırdım. bu kıskançlık işime yaradı. sürdürülebilir bir hobi edinmiş bulundum. ama resim yapmayı hiçbir zaman öğrenemedim. muhtemelen 5-6 yıl önce de iyice sallayıp neredeyse çöbaden bile yazamayacak duruma geldim.



1-2 ay önce sevdiceğimden bana resim yapmayı öğretmesini istedim. düz çizgiler ve mükemmel daireler çizmemi söyledi, kalemi nasıl tutacağımı gösterdi. düzenli çalışmamakla birlikte birkaç deneme yaptım. sarhoş olduğum bir gece kalemle sayfayı dövdüm. düz çizgi çizecek sabrımın olmadığını gördüm.

muhtemelen bilinçli çizimler yapmayı hiç öğrenemeyeceğim. belki yine sıkılıp bırakacağım, belki de fena sayılmayacak bir kopyacı olarak kalacağım. kopyanın iyi bir öğrenme yöntemi olduğunu söylerler. bugün, en azından elim çalışsın ve kalem tutmaya yeniden alışsın diye bir şeyler denedim. eski performansıma ulaşacak kadar sabır gösterirsem, duvarıma eşşek kadar batman, joker ve gotham city çizeceğim.

yenecem seni istanbul.



26 Haziran 2012 Salı

ajan m.


zil çaldığında ikiye böldüğüm karpuzu stretch film'le kaplıyordum. kapıdakinin kim olduğunu tahmin ettim. yapmakta olduğum işi bıraktım, yerdeki torbaya basmamaya dikkat ederek ilerledim ve mutfağın ışığını kapadım. zil bir kez daha cıvıldadı. nefesimi tuttum, yavaşça iki adım daha attım ve kapıya ulaştım. gözden baktığımda yanılmadığımı anladım. gelen m'ydi. kapıyı açarsam iş başvurusuna cevap gelmiş mi diye mail'ine bakmak isteyecekti. meşgul olduğumu söylediğim halde ajitasyon yapacak, "inci ablacım çok özür dilerim, seni çok rahatsız ediyorum ama noğğğlur" minvalinde bir şeyler söyleyecekti. kapıyı açarsam onu içeri almak zorunda kalacaktım.

zil çalmaya devam ediyordu. m ısrarcıydı. kedi adımlarıyla kapıdan uzaklaşıp hemen kapının karşısında yer alan oturma odasına girdim. yerde çok hafif bir "çıp" sesi çıkaran ayaklarım halıya bastığımda tamamen duyulmaz olacaktı. hafif hafif çalışan vantilatörü kapadım. ne ayaklarımı ne de vantilatörü duyması mümkündü. ama dışarı çıkarsa vantilatörün perdeleri oynattığını görebilirdi. ve ben evdeki yaşam belirtilerini nefes almayla sınırlandırmaya çalışıyordum.

m ile tanışıklığımız geçen haftaya dayanıyor. o zaman da apartmanı ayağa kaldıran, beddua ve çığlık karışımı sesler duyup kapıya çıkmıştım. en alt katta oturan travestinin bir sorun yaşadığını düşündüm. önyargı işte. bir kat aşağı indiğimde 25-27 yaş civarında ve concon olduğunu sandığım kızı kapıda gördüm. "ses buradan mı geliyordu?" diye sorduğumda öfkeyle "evet, buradan!" dedi. "o zaman sesini kendi evinde çıkar lağn!" diye atarlanmadan, isterse bana gelebileceğini söyledim. ağlamaklı bir sesle elleri kırılasıca abisinin kendisini dövdüğünü söyledi. teklifimi tekrarladım. bir dakika sonra koltuğumda ağlıyordu.

o zamana kadar kapıda karşılaşıp selam verdiğim, konuşmasını tuhaf bulmakla birlikte şımarıklığına verdiğim m, anladığım kadarıyla bir miktar iq sorunundan mustaripti. abisinin kendisine nasıl davrandığını anlatırken gereksiz bir yemin etti, "şuradan şuraya adım atmak nasip olmasın" diye yemin üzerindeki ısrarını sürdürdü, sonra da kalkıp yürümeye başladı. inanmadığımı ima edecek en ufak bir şey yapmamıştım ama 22 yaşında olduğunu öğrendiğim koca kız "bak yürüyebiliyorum, demek ki yalan söylemiyorum" diye açıklama yapıyordu. kızın acayip tepkileri, anlattığı şeyleri unutup 5 dakikada bir tekrarlaması, suratının aldığı şekiller... hepsi benim için çok yeniydi. hayli insansı davranışlar sergileyen bir maymunu izler gibi izliyordum. o da okulundan ezber yeteneğine, fakirliklerinden köpeğine, ilgilenmediğim bir sürü ayrıntıyı anlatmaya devam ediyordu. ne istiyorsa anlatsın da rahatlasın diye müdahale etmedim.

iki saat geçti. m gitmek bilmiyordu. annesinin merak edebileceğini, çalışmam gerektiğini, köpeğini gezdirme vaktinin geldiğini söylememe, onunla ilgilenmek yerine masama geçip çalışmaya başlamama rağmen m yerinden kalkmıyordu. kahve almak için mutfağa giderken ona da "bir şey ister misin?" diye sordum. sabahtan beri bir şey yemediğini söyledi. tost yaptım. yedikten sonra gitti.

enteresan bir gece olduğunu düşündüm. bir daha böyle sesler duyarsam, artık kimin başına neler geldiğini de bildiğim için, polisi aramaya karar verdim.

iki gün sonra m yine kapıdaydı. iş görüşmesine gitmiş, cv göndermesini istemişler, nasıl hazırlanacağını bilmiyormuş, çok fakir oldukları için internetleri yokmuş, internet kafeye gidecek parası da yokmuş ve bir sürü başka detay anlatıp rahatsız ettiği için bin tane özür diledikten sonra içeri girdi. cv'sini yazdım, biraz daha dolu gibi görünmesi için artistik iki cümle karaladım, o da görüşmeye gittiği kişiye gönderdi. ailesinin fotoğraflarını göstermeye yeltendiğinde yeniden meşgul olduğumu söyledim ve biraz kışkışlar gibi gönderdim.

ama birkaç dakika sonra zil yine çaldı. gelen yine m'ydi. printer'ım olmadığı için cv'sinin tamamını bir kağıda kopyalamayı, yazdığım iki cümleyi görüşmede sorabilirler diye ezberlemeyi düşünüyordu. "o cümleleri ezbere okursan senin yazmadığını anlarlar" dedim. yine de m yazmaya başladı. o yazarken ilgilenmedim, kitap okumaya başladım. yazmak yerine izlediği dizilerden bahseder gibi olunca acele etmesini söyledim ve yine mümkün olduğunca çabuk gönderdim.

sonra da bir karar verdim. kavga sesi duymadığım veya mecbur kalmadığım sürece m'ye kapıyı açmayacaktım. açmadım da. bu yüzden zil hala çalıyor ve ben vantilatörü kapadığım için iki kat fazla bunaltı içindeyim. zilin ısrarına "inci ablaaaa ben m!" seslenmeleri de eklendi. hareket etmemeye ve en ufak bir ses çıkarmamaya çalışıyorum. bir ara zil sesi kesilince minik adımlarla kapıya yaklaştım, yine gözden baktım. hala oradaydı. dikkatle, çıp çıp seslerini bile çıkarmamaya çalışarak halının üzerindeki yerime geçtim. bekledim. zil çalmaya devam etti. biraz daha bekledim. zil susmadı. şüphelenmeye başladım ama yine de hareket etmedim. zilin üzerindeki parmak da hareket etmedi.

sonra bitti. aşağıda kapanan bir kapının sesini duydum. yine de temkinliydim. vantilatörü ve mutfağın ışığını açmadım. neredeyse yokluk sessizliği içinde mutfağa girip yarım karpuzumu kapladım. kalanları dolaba yerleştirdim. aşağıdan duyulmayacak olmasına rağmen, dolap kapağını bile özenle açıp kapadım. kestiğim karpuzu dilimlemek için tezgaha yöneldim. bıçak kuş tüyü hafifliğinde indi. sonra tekrar ve tekrar. ve sonra zil yeniden çaldı!

bu kez kapıya gitmeme bile gerek kalmadı. m büyük ihtimalle evinde 5 dakika düşünüp geri gelmişti. ters bir sesle "inci abla, evde olduğunu biliyorum, seni gördüm, kusura bakma seni rahatsız ettim, ben aptal değilim, her şeyin farkındayım" diyordu. muhtemelen toplantıdan döndüğümde eve girdiğimi görmüştü. belki apartman kapısının sesini duyduğu anda kimin geldiğini anlamak için göze yapışıyordu. belki apartmanın muhtarı olmaya soyunmuştu. belki ne zaman duş aldığımızı, ne sıklıkta bulaşık yıkadığımızı, evlerimize kimin girip çıktığını biliyordu. belki kapının gözünden bakarken oluşan çok hafif ışık değişimini fark etti, çünkü göz göze gelmediğimizden eminim. buna rağmen, istenmediğini anlamak için kapımın önünde 15 dakika geçirdi.

bundan sonra karşılaştığımızda ne olacak bilmiyorum. belki hiçbir şey olmamış gibi davranırım, "evde olduğunu biliyordum" derse banyoda olduğumu söylerim. belki o hiçbir şey olmamış gibi davranır, kırgınlığını içine atar. belki de verdiğim selamı almaz. bu da benim umrumda olmaz.

12 Haziran 2012 Salı

uyanamamak

kül tablasını boşaltmak ve kahve yapmak için gittiğiniz mutfakta, boşalttığınız kül tablasına bir kaşık kahve koyup bir anda "vay gerzek!" diyorsanız, hala uykuyla uyanıklık arasında bir yerdesiniz demektir.

öncesinde uzay gemisinde çorap teki aradığınız, kristal elma ödül töreni ve "ne alırsan bir lira" işportacılığının birbirine geçtiği bir rüya görmüşseniz, gerzekliğinizi normal karşılamaya çalışabilirsiniz.

8 Haziran 2012 Cuma

vantil

ihtiyaç mı bela mı belli değil a dostlar. dün gece kanter içinde uykularımdan uyanınca, bir vantilatör almak şart oldu dedim. az önce bir adet edindim (beyaz peynir ve sütle birlikte, zombilere hazırım) ve beş dakika kadar geçtim karşısına, hipnotize olmuş gibi baktım alete. bunda eve gelene kadar şıpır şıpır terlemeye başlamış olmamın da etkisi var.

şu anda etraf gayet püfür, vücut ısısı normal, kalkışa hazırız. ne var ki, evde ses çıkaran yabancı bir aletin olması bende konsantrasyon namına bir şey bırakmadı. sesine sinirlenip ters ters bakmaktan kendimi alamıyorum.

gece uyandırır da bu şimdi.

7 Haziran 2012 Perşembe

zombi

zombiler geliyor, uyarmadı demeyin. florida'da başlamış ufaktan bir şeyler, millet soyunup birbirinin kafasından gözünden lokmalar lüpletiyor. yetkililer "lsd gibi bir şey almış bunlar, vurunca ölüyorlar" dese de beni bunlarla kandıramazlar. o kadar film izledik, nice insanın zararsız sanılan haltlar yiyip öldüğünü, sonra röargh deyu geri gelip gerdana yumulduğunu biliyoruz.

ilk olayın haberini aldığımızda arkadaşlarla konuştuk biz, ben böyle bir durumda nihilizmden öleceğime karar verdim. ailem lüp lüp götürüldükten, zombiler sevdiceğimin kemikleriyle dişlerini karıştırdıktan sonra "her şey boş, hayat anlamsız, feilatün feilatün" diyerek bırakırım kendimi herhalde.

ama onlar ölmemişse hayatta kalma şansım artıyor. hatta bir ara unutmazsam süt ve beyaz peynir de alacağım, zombi istilasını krep yapmadan geçirmek istemem. siz de evde en az iki damacana su ve bol konserve bulundurun, bu mendeburlar öyle 2-3 günde ortadan kaybolmuyorlar.

zombiler kıta atlayana ve türkiye'ye gelene kadar en az iki ayımız var, yavaş yavaş hazırlanın siz de.

1 Haziran 2012 Cuma

batmobil

öfff... bu tartışmaları anlayamıyorum. yıl olmuş 2040, hala mesleki eğitimi tartışıyorsunuz. ben oto tamircisi olmaya karar verdiğimde henüz 9,5 yaşındaydım. aslında o zaman batman'in yeni filmi gelmişti ve süper kahraman olmak istiyordum. ne yazık ki böyle bir eğitim dalı yoktu. tek isteğim günün birinde batmobil kullanmaktı ve bunu başarmak için arabalarla ilgili bir şey yapmam şarttı. o günün şartlarında bir araba markası batmobil yapsa ne de olsa alamayacaktık, ayın sonunu zor getiriyorduk. ailem de kabul etti. yıllarca okuyup bir baltaya sap olamamaktansa sanat öğrenmem onlara da daha mantıklı gelmişti.

ilkokulu bitirdiğimde okumayı yeni sökmüştüm. ortaokula geçince mesleki eğitim de başladı. okula gitmek zorunlu olduğu için hemen bir ustanın yanına çırak olarak giremedim, okuldan sonra pratik yapmak için sanayide takılıyordum sadece. bir gün ekrem usta "kuran'ı kerim derslerine giriyor musun?" diye sordu. giriyordum tabii, "allah'ına kadar!" diye cevap verdim. kafama şaplağı indirip "işe besmele çekip başla" dedi ve on birinci yaş günümde elime ilk kez çekiç verdi.

allah'tan ekrem usta'nın yanında çalışmaya başlamışım. yaşayarak öğrenmesem on yaşında almaya başladığım teorik bilgiyle hayatta buralara gelemezdim. liseyi de okumak zorunluydu ama dışarıdan bitirebiliyorduk. ben de bütün zamanımı sanayide geçirmeye başladım. okula gitmediğim için notlarım kötüydü ama müdürün arabasını ücretsiz tamir edip son sınavlarda paçayı kurtarıyordum.

zaten notlarım iyi olsa ne işime yarayacaktı ki? madalya mı takacaklardı? o gerzek öğretmenler ekrem usta'dan öğrendiğimin yarısını öğretse gider ellerini öperdim. şimdi hiçbir anlamları yok. bana kalırsa, varolmalarına gerek bile yok. televizyonda izliyorum hep, grev mrev yapıyorlar. sanki doğru düzgün bir halt ediyormuş gibi bir de hak istiyorlar. bunları atacaksın işten, hatta falakaya yatıracaksın, bak bir daha yapıyorlar mı... zaten biri benim iki numaraya zayıf vermeye kalkmış, gittim kırdım ağzını burnunu. öğretmen dediğin haddini bilecek!

şahsen çok mutluyum şu anda. sevdiğim kadınla evliyim bir kere. nur topu gibi 3 çocuğumuz var, biri de yolda. bizimki "yapmayalım, nasıl bakarız?" diyordu, vurdum beline odunu, koydum karnına sıpayı. zaten bu bana varmak istemiyordu başta. kaçırdım, tecavüz ettim. çocuğu aldıramayacağı için benimle evlenmek zorunda kaldı orspu. ama çok seviyorum karımı. hem o ve çocuklar olmasaydı hala ekrem usta'nın eline bakıyor olacaktım. dükkanı onlar için açtım. şimdi oğlanları da getiriyorum ara sıra işe. millet gerzek gibi tartışırken benimkiler meslek öğrensinler, büyüyünce açıkta kalmasınlar. belki sırtımdan biraz yük alırlar da batmobil'i baba oğul birlikte yaparız.

bir tek geçenlerde moralim bozuldu. kılkuyruğun biri yolda kalmış, çektik arabayı. adama baksanız uzun saçlı, küpeli, "selamın aleyküm" diyorum "merhaba" diye cevap veriyor. ibne midir, ateist midir nedir? ama arabayı görseniz aklınız gider. simsiyah, gıcır gıcır. batmobil gibi aynı. kim bilir nasıl kullandıysa pezevenk lastiğini patlatmış. sordum, arabayı kendisi tasarlayıp yaptırmış. endüstriyel tasarımcı mıymış neymiş zaten. para bok tabii millette. biz yıllarca didinelim, on yaşında çekiç sallamaya başlayalım, bu dinsiz imansız orospu çocukları oturdukları yerden para bassınlar.

lastiği değiştirirken inadına çizdim kılkuyruğun arabasını. ama allah taksiratımı affeder. mal gavurun malı, benim elimin kiri.