23 Haziran 2008 Pazartesi

salağa bak

karizma çok ilginç bir şey. çok fazla özellik barındırıyor. bilgi ve zeka dışında, görgü kurallarını, hatta ses tonunu bile içermesi oldukça dikkat çekici. ayrıca, karizmatik bir insan, allah ne verirse versin, çirkin olamıyor. güzel veya yakışıklı olmasa bile, duruşu ve giyimi onu çekici yapıyor. ("çuval giyse yakışır" elbette yalandır.)

güzel bir günü daha da güzel yapmak için, ya da doğrusunu söylemek gerekirse, ciddi bir ihtiyaç duyduğum için az önce hannibal'ı izledim. kitaplarda bazı karakterlerin nasıl yaratıldığını da az çok çözdüm. insanoğlu isimli zavallı organizma mütemadiyen bir hayale aşık oluyor. cinsiyet önemli değil, sonuçta bu bir hayal. hayat boyunca gerçeği aranan türden. tüm hücrelerimize yayılacak, özümseyeceğimiz, o'na sahip olmaktan ziyade, o olmak isteyeceğimiz bir varlık. ancak "varlık" dememe aldanmayalım sayın okur, çünkü öyle biri yok. onu var etmenin yolu da yazmaktan geçiyor. bir hannibal lecter olsun, bir nicholai hel olsun, (haydi bir tane de kadın bulalım) bir dagny taggart olsun; dünyaya kolay gelmiyor. yaratılmaları için olağanüstü bir sevgi gerekiyor. işte o insanüstü karakterler ve akıl almaz karizmaları, gökkuşağını kovalamak sonucunda ortaya çıkıyor.

muhteşem karakterlerin erkek olmalarının nedeni elbette feminizmin gecikmesi. yoksa, erkekler daha derin aşık oluyor falan değiller. kadın kahramanların yüceltildiği kitaplarda bile, kadın tanrıçaya benzetilse dahi, yeterli karizmaya sahip olamıyor. en azından obje olmaktan kurtulamıyor. keşke anaerkil toplumda daha çok roman yazılsaymış da insanlar ulaşmak istedikleri noktayı kadın olarak belirleselermiş. ama konumuz bu değil. zaten gelmek istediğim nokta da bu değil.

karizmatik olmanın önemli kurallarından biri de üşenmemek. yani sanattan, şaraptan, oturup kalkmaktan anlamak için hakikaten üşenmemek ve öğrenmek gerekiyor. (diğer karizma öğeleri olan çelik gibi sinirleri, yalnızlığı ve sosyopatiyi bir yana bırakıyoruz şimdilik.) ne var ki, bu aşamada büyük bir engelle karşılaşıyorum. tembelliğim nedeniyle hiçbir konuda ilerleyemiyorum. istemek başarmaya yetmez yerine, demek ki yeteri kadar istemiyormuşum sonucunu çıkarabiliriz bundan. kaldı ki, isteseydim bile üstün insan olmaya yetmeyecek kadar insani özelliklere sahibim. tanıdığım herkes gibi.

tanıdığım herkes arasında karizmatik olan biri yok mu? var elbette. ancak onlar da standartlar dahilindeler ve üstünlükleri bile bir yere kadar. tanıdıklarım arasında tapılacak insan olsaydı bende de bir üstünlük olması gerekirdi di mi? bu paragrafa devam etmek, bileklerimi kesmemle sonuçlanabilir. zavallılığımı daha fazla yüzüme vurmayayım.

vardığım sonuç nedir peki? bu kadar lafı neden ettim? şu yüzden: en yoğun aşk, bir insana duyulan değil, bir karakter yaratmaya yönelten aşktır. bir insana aşık olmak ise, aslında o insanı yok edip yerine hayali koymaya çalışmaktır. ama olmaz öyle şey. sonuç hayal kırıklığı olacaktır; bu da aşkın nesnesine yapılan saygısızlığı telafi etmenin bir yolu sayılabilir.

15 Haziran 2008 Pazar

bol efes dark ve tanıdık bir kalabalığın ardından

hala aşırı sosyal bir asosyalim. mahallenin deli kadınına dönüşüyorum hızla. bahsettiğim şeyi anlamam için bu ikisini biraz açmak gerek ama üşeniyorum. eve sabaha karşı geldim, yine sabahın köründe uyandım. galiba 7.30'da uyanmaya çalışmasam hafta içi de yapabilirim bunu. resim yaptım. elma çizdim (cidden). tori amos'ın carnivale'ını dinledim. biraz "kadının -i hali" oldum, sonra geçti. kafam hala dağınık, bir miktar tek yönlü. yine kimsenin düşünmediği parlak fikri bulmaya çalışıyorum ama yarın karşıma ne çıkacağını biliyorum. içimden kasmak gelmiyor bu yüzden. ket dediğin böyle vurulur işte. kafam meşgul benim. çok işi var. ama düşünemiyor. düşünceleri başka yöne bakıyor. yazıyorum. toparlar beni biraz. düşünce müziği buldum, onunla çalışabilirim belki.

olay anlatacak değilim. yorum da yapmayacağım. bu durumda yazacağım her şey anlamsız bir kelime yığınına dönecek. aleyhime delil olarak kullanılamayacak çünkü ben bile neyden bahsettiğimi hatırlamayacağım. daha doğrusu yazıyla ilişkilendiremeyeceğim. o halde? kendi kendime konuşmak dışında pek seçenek kalmıyor. bu iyi değil. söylenemeyen sözlerin ağırlaşması gibi, kendine söylediğin sözler büyür. bir süre sonra doğru olup olmadığını anlayamazsın. kuruntudur aslında, şüpheyi kendin ekersin. ne ekersen onu biçer ancak ne yazık ki ektiğini sökemezsin. yazmak yerine böyle cümleler kurarsın. çünkü klavye kullanmak deftere yazmaktan kolaydır. tek sorun yazamamaktır.

bir de zaten yazmak falan istemiyorum. konuşmak da istemiyorum. sorun kaburgalarımın birbirine giriyor olması. onu çözmenin iletişim dışında yolları var. ne yazık ki hepsi gerçeküstü. mesela iç organlarımdan birini söküp bir dış organımın altında ezmek ilk aklıma gelen yol. yalan. ikinci. birincisi yazılmaz. şşş...

kadın -de halinde. kadın kendinde.

hala yeni bir şeye ihtiyaç duyuyorum. stoktan yiyorum uzun süredir. işimde de, yazımda da, konuşmamda da. yeni bir şeyler öğrenebilirim. enerjimin olmaması bahane değil. ilk adımı attıktan sonra dolar o kendi kendine. isteğimin olmaması bahane. onu hop diye ortaya çıkaramıyorum. 1-2 ay içinde dalmayı öğreneceğim mesela. bu bir zorlama. şu kadarcık isteğim yok aslında. hiç ilgimi çekmiyor. ama besin azaldı. iki kelimeyi bir araya getirememem yakındır. aptallaşıyorum. bu kelimeyi sevmiyorum, en az durumu sevmediğim kadar. bunları yazmayı da sevmiyorum. şahane olduğumu söyleyemeyeceksem cümle kurmanın ne anlamı var? şikayet etmeyi yakıştıramıyorum kendime.

kafam başka yerde. başkasının zihninde.

sürekli reddediyorum. bir yandan basit bir insan olduğumu bilirken, diğer yandan tüm ihtiyaçları dışlıyorum. yalnız birey güçlü birey falan değildir. sadece yalnızdır. tam da bu yüzden çok kırılgandır. kırılganlığı nedeniyle de kimseyi yaklaştırmaz yanına. ruhu kabul etse bedeni kaçar. bir türlü uyum sağlayamaz. bir türlü tamamlanamaz.

kendimi karşıma oturtup yazdıklarımı dinledim. anlayışlı anlayışlı gülümsedim. bekle çocuk. büyüyorsun.

11 Haziran 2008 Çarşamba