31 Mayıs 2012 Perşembe

başbakan bu aralar iyi gündem yaptı ha...

aslen tüm olan bitenleri doğal seyrinde bulduğum için apolitizme her gün bir adım daha yaklaşırken son günlerde "eah! eytere beah!" demeden gazete okuyamaz oldum.

artık uludere'nin dinmek bilmeyen sesini bastırmak için mi, metin lokumcu'dan sonra biber gazına bir kurban daha verdiğimizi çabucak gündemden düşürmek için mi, 5 bin ilköğretim okulunun çaktırmadan imam hatip yapılacağını saklamak için mi bilmem; son bir haftadır kürtajla yatıp sezaryenle kalkar olduk. vay anasını arkadaş ya... kadınların sırf o masaya yatmamak için "amanın düşmanımın başına" dediği, başka bir olasılık kalmadığı zaman başvurduğu yöntem için herif bizi yine sokaklara dökecek, iyi mi? sanki her kadın bayılıyor kürtaja, yumurtadan hallice bebek fotoğrafçılığı ulusal hobimiz olmuş, en büyük devlet meselesi bacaklarımızın arasında yatıyor...

%50 kıllanmaya başladı mı bilmiyorum ama başından beri "hocam bu ileri demokrasi biraz şeriatı andırıyor sanki? baktım diktatörlüğe soyunuyorsun, bir uyarayım dedim" diyoruz. padişahta tık yok tabii, burnunun dikine ilerliyor. polis için de burgulu, damarlı ve titreşimli olmak üzere üç çeşit metal jop getirtmişler ecnebistandan. toplumsal olaylarda kullanılmayacak, hayati bölgelere vurulmayacak deniyor ama adamlar sokak kavgasını ayırmak için bile biber gazı kullanırken, hatta bu yüzden ölen gencin ailesini de biberlerken, pek inandırıcı gelmiyor.

4+4+4'ü tüm protestolara rağmen, resmen tekme tokat geçirince ben konuşmaktan bile büyük ölçüde vazgeçtim. şimdi adamlar "kürtajı yasaklayacağız" diyorsa, kıçımızı yırtsak engelleyemeyiz; kadın ölümleri %1500 artsa "eskiden bunların kaydı tutulmuyordu, ondan artmış gibi görünüyor" der yine işin içinden çıkarlar. bunlar böyle güçlenmeye devam ederler, biz giderek daha fazla azınlık oluruz, doyma noktasına gelince her şey tersine döner. sonra biz güçleniriz, onlar azınlık olur ve bir gün yine gözü yaşlı bir mazlum "bizi hep asıp kestiler, biz de özgürlüğü hak ediyoruz, onlar kadar biz de insanız, ayşagul hanım nooğlur bana da bi söz verin" diye ağlaya ağlaya başa geçer. devridaim rulez.

ama yine de hakkını vermek lazım. konuşmak yerine s.çarak memleket yönetmek, bunu yıllardır artan bir güçle sürdürmek kolay iş değil.

24 Mayıs 2012 Perşembe

bir bankadan zırt diye tacizci çıkarmak

konu başlığı pek uygun olmadı galiba ama çağrışım açısından anlamlı. ziraat bankası'nın kurumsal kimliğini değiştirmeye karar vermişler. bence bunda bir sorun yok, değişim bazen iyi sonuçlar verebilir. üstelik büyük ihtimalle ihtiyaç da vardır, herkes gibi ziraat de daha rekabetçi bir yapıya kavuşmak istiyor olmalı.

ama banka ismini zrt bank veya tcz bank yapmak, kuruma yapılabilecek en büyük kötülük. logoyu değiştirmekten çok daha kötü. kaldı ki, ziraat'in gerçekten müthiş bir logosu var, değişimi insanı üzer.

bankayı buna ikna etmeyi başaran reklam ajansının hangisi olduğunu çok merak ediyor ve isim konusunda farklı, olumsuz çağrışımları olmayan alternatifler bulma brief'i veriyorum.

8 Mayıs 2012 Salı

sanatlı

sanatlı filmler var ya, varoluşsal kaygılar taşıyan filmler. ben onlara karşı çok önyargılıyım işte. bir tanesini 25 dakikadır izliyorum, koltuktaki oturuşum tuhaflaştı. filmin kötülüğünden değil, en azından şimdilik kötü olduğunu düşünmüyorum. görsel olarak gayet şık. ama ana karakter iki adet teatral konuşma yaptı. hemen sıkıldım. zaten başından beri adamın deli olduğunu düşünüyorum.

aslında şöyle ki, bu varoluşsal kaygılar bana ne kadar sıkıcı olduğumu hatırlatıyor. normalde oturup da üzerinde düşünmediğim bir konu bu. sıkıcılığımı düşünecek ortam bulunca da esnemeye başlıyorum doğal olarak.

bir de mesaj kaygılı konuşmalar olunca... nheeaaahhhhmmmm...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

her şeyin fazlası zarar

bugün okumuşsunuzdur, okullarda süt dağıtımı başlamış ve bir sürü öğrenci zehirlenip hastaneye kaldırılmış. "insanlık hali, olur öyle" demek istemiyorum ama olmuş bir şekilde. ben bunu demek istemezken, bülent arınç reyiz muhteşem bir şey diyerek ufkumu açtı, ağzımı da bir karış açık bıraktı.

beyefendi çok enteresan bir mantık yürütüp çocukların "aşırı dozda sütten" etkilenmiş olabileceğini söylemiş. olmaz mı? olur. çünkü neden? düşünün bir; ben şimdi bir şişe süt içsem bir şeycik olmaz. çünkü bünyem alışık. peki bir şişe aslan sütü içsem ne olur? karın ağrısı çekerim, üstten alttan çıkarmaya başlarım, kendimi kaybederim. peki neden? aslan sütü bozuk diye mi? hayır efendim! alışık olmadığımdan, aşırı dozda içtiğimden.

hem velev ki bozuk olsun. insan bu tip bakterilere daha çocukken bağışıklık kazanırsa büyüyünce ona ne soğuk algınlığı ne de kanser işler. toplumumuzun sağlık standartları böyle yükseltilecek, bir yerden sonra sigortaya ya da aile hekimlerine bile ihtiyaç kalmayacak. ihtiyaç duyanlar da zaten "beleş ne de olsa" diye gidip cüzdanı bırakınca akıllanacak. ahanda buraya yazıyorum: bugünkü doğal seleksiyon süreci sonucunda gelecek nesiller hastalık nedir bilmeyecek.

toplumumuzda fazlası zarar olan bir diğer konuysa sanat. malumunuz, biz her fırsatta sinemalara, tiyatrolara, operalara, balelere giden, sanatın hiçbir türüne kayıtsız kalmayan bir toplumuz. bunun için her fırsatta teşvik ediliyoruz. devletimiz oyunlarını cüzi miktarda afişle tanıtmakla kalmıyor, tiyatroya ilgimizi artırmak için elinden geleni ardına koymuyor. bu iş için ayırdığı bütçe üfff denecek miktarda. misal, yunanistan'a hibe etsek, şimdi kalkınmışlardı.

bizim böyle içimiz dışımız sanat olunca tabii devletimiz gereğini düşündü, son aşamada devlet tiyatrolarını özelleştirmeye ve uygun bulduğunu desteklemeye karar verdi. çok yerinde bir karar. bu sayede tiyatrolar alabildiğine kâr amaçlı hale gelecek, daha fazla reklamı yapılacak, izleyiciler özendirilecek. tek sorun şu ki, özenen kitle artık oyunları 8 tl ödeyerek izleyemeyecek. tabii bu da sorun değil, aksine çok güzel bir gelişme. bu sayede özendikleriyle kalan pis fakirler sanatı kirletemeyecek, hali hazırda tiyatro izleyicisi olan biz elitler oyunları daha rahat izleyebileceğiz. şahsen bu sınıf farkı yüzünden özel tiyatroları tercih ediyordum hep. şimdi gönül rahatlığıyla ruhi bey'e "asıl ben nasılım?" diye sorabileceğim.



toplumun bir kesimi de tiyatrosuz kalıversin canım. benim asıl derdim başka ama. şu sakız sorunu ne olacak? özelleşince cakkada cukkada çiğneyebilecek miyiz?