27 Aralık 2010 Pazartesi

kertenkele

hatırlar mısınız bilmem, eskiden "vay eski dostum kertenkele! vur götünü yerden yere!" şeklinde bir nida vardı. bu beni hep güldürürdü çünkü böyle abuk subuk şeyleri gözümde canlandırmaktan kendimi alıkoyamıyorum. o tuhaf, çirkin sürüngenin kuyruğunu ve arka bacaklarını zıplama hareketi yaparcasına kaldırıp popo nahiyesini şap şap sağa sola vurması düşüncesi çok eğlendiriyor beni. geri zekalıyım galiba.

kertenkelenin bir diğer komik yönü de isminin bazı bölgelerde süleymancık olması. size o kadar komik gelmeyebilir ama süleyman isminin ancak devasa (en azından kelli felli, o da olmadı sert mizaçlı) insanlara ait olabileceğine duyduğum salakça inançtan dolayı çok gülüyorum. o inanç da kim bilir kaç kere sarsılmıştır. inanç yerine algıda tuhaflaşma diyebiliriz buna. sultan süleyman'dan gelen bir bilinçaltı şeysi de olabilir elbette. bilemedim şimdi.

bir zamanlar süleyman diye bir arkadaşım vardı. hiç de devasa değildi. uzun boylu sayılabilirdi ama özellikle o dönemde hemen herkes bana göre uzun boyluydu. yani eleman olsa olsa 1.80 civarındadır. bir erkeğe, özellikle de bir süleyman'a göre hiç de büyütülecek bir boy değil. bir de babamın bir akrabası vardı galiba süleyman diye, dayısı olabilir. o da ufak tefek bir adamdı, güleç tavırları da oluyordu ama muhtemelen önyargımdan dolayı adamı hep sert ve aksi buldum. şimdi de bir an "yaşıyor mudur acaba?" diye düşündüm. babaannem en son neye ağlamıştı kim bilir?

bir de milli kertenkelemiz güven erkin erkal var ama onu herhangi bir şekilde düşünmek gülünç gelmiyor. belki ismi süleymancık olsaydı gülerdim, bilemiyorum. ya da jim morrison "süleymancık kral" olsaydı? böyle aydın'da falan bir yeniyetme doors dinlerken gaza gelseydi, "ben süleymancık kralım, herbişeyi yaparım!" diye bağırıp arabaların üstünde tepinseydi. istanbullular olarak çok gülerdik.

şimdi aklıma geldi. işim vardı benim. siyuleytır.

12 Aralık 2010 Pazar

dışarıdan

ece temelkuran'ın dışarıdan kitabını okuyordum. bazı şeyleri içimi buracak şekilde analiz ediyor bu kadın. bağdat'ın bombalanması ve sonrasında olanlar üzerine bol bol yazmış, kitabın bir bölümünü savaşla ilgili yazılarına ayırmış. minicik bir kısım alıntılıyorum.

"neden her şey bu kadar iğrençti? arap atları niye boynunu bu kadar uysalca cellada uzatıverdi? bağdat küstah istilacılarını nasıl sevebildi?

biz, bunu anlarız. biz, bunu anlayacak halklardan biriyiz. çünkü biz de onlar gibi ülkesini sevmesine izin verilmeyen kişileriz.

böyle yapılıyor bu iş. önce insanlıktan, halk olmaktan, kardeş olmaktan çıkarıyorlar kitleleri. tıpkı afganistan'a, sonra da ırak'a yaptıkları gibi. afganistan'ın başına taliban'ı, ırak'ın başına saddam'ı dolayan "imparator" değil miydi? önce kendi ülkelerinden nefret ettiriyorlar çocukları, adamları, kadınları.

öyle bir hale getiriyorlar ki ülkeleri, insanlar havari diye kucaklıyor istilacı cellatları!

sıra bize de gelir mi? krizler, "ecnebi memleketlere" koşa koşa kaçmak isteyenler, üniversite önlerinde barış istiyor diye dövülen kızlar, tümen tümen işsiz bırakılan işçiler, işkenceden geçen gazeteciler, kafası biraz çalışanın kafasına vuranlar, bir türlü yenilenmeyen liderlere alternatif gösterilen kabus gibi "uzanlar", pastadan çok yiyenlere bakan hiç yemeyenler, bunları anlattığında dalga geçenler... bizi bu ülkeden nefret ettirecekler! onlar bir halkın önce içini, gönlünü, kalbini, aklını oyup sonra kolayca yerler..."


bu kısmı yorumsuz bırakmak istiyorum.

konuşmak, şikayet etmek, kaçacağını söylemek, yazmak... hepsi bir yere kadar. aslolan, bir yaşam tarzı oturtmak. hakkında konuştuğun, hayalini kurduğun, "böyle böyle olmalı" dediğin şeyi yapabilmek önemli olan. bir şeyi savunduğun zaman onun örneği olmalısın. tek örneği olsan bile. doğru bildiğini uygulamalısın. kafana sopa yesen, yalnız bırakılsan, aileni elalemin karşısında suspus bırakacak olsan bile.

tabii yine, konuşmak ve yazmak bir yere kadar. önemli olan uygulayabilmek. yerse.

8 Aralık 2010 Çarşamba

düşük

geçen gün insanlar YİNE polisten dayak yedi. itiraf etmeliyim, bebeğini düşüren kız haberinin bu kadar göze sokulması, neredeyse magazin haberi haline getirilmesi bu yazıyı yazmama sebep. çünkü artık kimseye içinde ölüm olmayan bir dayak haberi tuhaf gelmiyor. ben de bu haberlere kendi çapımda tepki göstermeme rağmen yazıya dökme gereği duymamıştım. ayıp ettim, kabul.

araya sıkıştırılmış bir not olarak belirteyim, ben her zaman güçsüzün yanında olanlardan değilim. bazen güçlü de haklı olabiliyor. bazen güçlü insanlar, sahip oldukları gücü kullanmamayı tercih ediyor. bazen de o güç, bu şekilde vahşice kullanılmıyor. nihayetinde, haklı olana hakkını vermek gerektiğini düşünüyorum. orospu çocuklarını da aslında sadece ölümlü haberlerde değil, her fırsatta itin götüne sokmak gerek.

mavi marmara'da çok yaygara koptu, biliyorsunuz. bu olayların da aslında mavi marmara cinayetlerinden hiçbir farkı yok. o zaman israil hükümetine ve ordusuna nasıl küfür ettiysem, şimdi de aynı nefreti türkiye cumhuriyeti hükümeti ve polis güçlerine karşı besliyorum. madem durum güç sahibinin iktidarını vahşice, gereksizce kullanması, ikisini aynı sınıfa sokmakta hiçbir beis görmüyorum. başbakanı eleştirdikleri için 1 yıldan uzun süre hapis cezası alan gençler de, polis dayağıyla bebeğini düşüren kız da, anlamsız bir savaşta ölenler de, açlık sınırında yaşamaya çalışanlar da benim için bir.

milliyetçiliğine sokayım türkiye cumhuriyeti. vatandaşını iç ve dış mihraklara karşı koruma anlayışına ve devlet yapına da.

ödev

bugün s. facebook'tan hatırladığı ve hatırlamayabileceği herkese bir ödev vermiş.
"bu hikayeyi okuyun" demiş. siz de okuyun. ödev değil ama öneri.