24 Ağustos 2012 Cuma

bugünü bir yerlere "hayatımın sıradandan kötüye doğru gitme ihtimalinin başladığı gün" olarak işaretlemem gerekiyordu.

done.

17 Ağustos 2012 Cuma

bayram sabahı

galiba ilk kez bayramı gerçekten bayram gibi görüyorum. bu sefer bayram sabahında yanımda yalnız kardeşim olacak. annem ve babamla aynı evde uyanıp kahvaltı etmeyeceğiz. ne davulcu, ne çocuk ne de misafir karşılayacağız. kimseye çay ve tatlı ikram edip yılda bir kez görüşenlerin boş sohbetlerine biblo olmayacağız.

bu yıl annemi ve babamı görmek için yazlığa gideceğim. onlar dahil, oradaki herkes tatil yapıyor olacak. ben ütülenmiş elbisemle yanlarına gidip bayramlarını kutlayacağım. ritüel muhtemelen bir dakika bile sürmeyecek. ama onlara bu kez alışkanlıktan değil, bayram sabahını birlikte geçirme özlemiyle sarılacağım.

her şeyin ilki, eğer ilk olduğunu fark edebiliyorsan, biraz duygusallık içeriyor.

14 Ağustos 2012 Salı

halk için eziyet, adalet için cinayet

her polis gördüğünde içinden "orospu çocuğu" diyen biri değilim ama adamları haberlerde görünce saydırmadan edemiyorum. ulan şerefsizler, öküz möküz ama sizi biraz olsun sempatik gösterebildiği için behzat ç.'ye yatıp kalkıp şükredin.

bu yıl çıkan polis şiddeti haberlerini saysak, dünya turu attıracak duble yol olur. biz son habere bakalım:


özetle, ehliyetsiz bir genç polis aracına çarpıyor, pazarlık yapmaya çalışıyor. iş biraz ciddileşince kavga ediliyor, adam polisin üzerine sandalyeyle yürüyor. polis adamın önce bacağına, sonra göğsüne ateş ediyor ve öldürüyor.

tabii biz bu yaratığın silahı sandalyeyle orantılı görmesine şaşırmıyoruz. ne de olsa puşi takanın 11 yıl hapis cezası aldığı, red hack takipçisinin terörist sayıldığı, pankart açanın biber gazıyla öldürüldüğü; kızını, bekaretini bozmadan hamile bıraktığı için indirimli ceza alan bamya pipili babaların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. işin özü, adaletimiz şahken polisimizin şahbaz olmaması mümkün değil.

bu, işin katil tarafı. bir de şakşakçı tarafı var ki (tek örnek var şimdilik ama böyle düşünen tek kişi olmadığından eminim) insanlığa umudu öldürüp bir de cesedine tükürüyor.

http://etha.com.tr/Haber/2012/08/14/guncel/emniyet-mudurunden-skandal-aciklama/

polisten korkmamız için mi yapıyorsunuz bunları, yoksa genellemeye vurup gördüğümüz yerde yüzünüze tükürelim diye mi bilmiyorum ama... ulan gerizekalılar, bunların yanlış olduğunu biz mi söylemeliyiz şimdi? bu kadar mı sağduyu fakirisiniz?

seyrek de olsa bazı zamanlar geliyor, silahlarınız kalabalığın gücüne yetmiyor. sağduyu o günlerde bile sizleri meydanlarda sallandırmamayı öğütlüyor, biliyor musunuz? tek şansınız bu.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

diyaloglar

çarşamba:

- iyi günler. beşiktaş lütfen.
(birkaç dakika git git git git git...)
- beşiktaş'ın neresine gidecektik?
- şair nedim tarafına. ilerideki cepten döneceğiz.
- müşterilerin bana yol tarif etmesinden nefret ederim. ehehe...
- eee... ehi... (amanin! çattık manyağa!)
- durak taksisiyim ben. nişantaşı'na giden bir müşterim var, her gün duraktan binip aynı yolu tarif ediyor. ben ondan bıktım, o bıkmadı.
- ben tarif etmediğim zaman kendimi çok tuhaf yerlerde bulabiliyorum. sizin yolu bildiğinizden emin olamadım.
- şuradaki taksiciler yolları bilmez. bir de bilmem neredekiler. kürt zaten onlar. onlar zaten vıdı vıdı vik vik.
- hmm... (koduumunun faşosu. ama tartışma. cümleni tamamlamadan evde olacaksın.)
- aslında farklı bir yoldan da gelebilirdik buraya.
- peki. iyi günler.

cuma:

- ben kadınların evde oturmaları, erkeklerin onlara prensesler gibi bakmaları gerektiğini düşünüyorum.
- niye ya?!
- bu kadar çalışmak bir kadına uygun değil.
- (dokuz yıl tatil yapmayıp sürekli mesaiye kalınca böyle oluyor demek) öğrenilmiş bir şey olsa gerek ama şahsen çalışmadan yaşamayı hayal edemiyorum. gerekmese bile çalışılır bir şekilde ya.
- ben yapardım valla. şimdi bu kadar çalışmaya devam etmemin tek nedeni hayvanlara ve fakirlere yardım etmek. tekne sahibi olmak falan hep israf gibi geliyor bana. bence yasaklanmalı.
- tekne benim de ilgimi çeken bir şey değil ama insanlar çalışıp alıyorlar işte. ben istemiyorum diye neden zevklerinden vazgeçsinler ki?
- ben var ya, komünizmin geri gelmesini istiyorum.
- (nereye geri gelsin? rusya'ya mı?) komünizm hep çok kısıtlı kalmış bir sistem. hala sürdüren ülkeler olsa da küreselleşmekten çok uzak. bir de ben toplum için bireysellikten feragat etmekten hoşlanmıyorum. gıda, eğitim, sağlık gibi temel konulardan kimse mahrum bırakılmamalı ama isteyen çalışması karşılığında daha fazlasına da sahip olabilmeli.
... otopark ücreti ödenir, 3 tl olduğu için sevinilir ...
- bak ne güzel işte ya, sadece 3 tl. geçenlerde nişantaşı'nda bir otopark'a girmem gerekti. ne kadar verdim biliyor musun?
- 20 lira?
- 30!
- yuh!
- bak bundan bahsediyorum işte. bu adam 3 lira alırken o neden 30 alıyormuş?
- onun eşitlikle alakası yok, düpedüz orospu çocukluğu.

... gün içinde bir ara ...

- alo?
- merhaba, ben x.
- merhaba?
- telefon numaranı [eski patron]undan aldım. biz bir şirket kurduk, proje hazırladık, şimdi içerik için yazara ihtiyacımız var.
- hmm?
- [eski patron]un da senin için "çok iyidir. fikir boktan olsa bile o yazınca yine güzel görünür. keşke ayrılmasaydı." dedi, ben de freelance çalışıyor musun diye sormak için aradım.
- eheh... dedi mi ya?.. ehehe... (EALLLAAAEEEH! COŞKU! SEVİNÇ! GÖT KALKMASI! AY LAV YU ÇALIŞTIĞIM EN GÜZEL İKİNCİ YERİN PATRONU!)

cumartesi:

- biz şimdi sinemaya gideceğiz ama doğru düzgün film yok. batman'e gitsek bir şey anlar mıyım?
(önemli not: bunu soran kişi, dünya üzerinde, ilk iki filmi izlememiş olan sekiz kişiden biri.)
- anlarsın ama istersen sana bir özet geçeyim.
- yok ya, uğraşma.
- dur dur, kısa anlatacağım. batman diye biri var, ışıkla havaya yarasa yapıyorlar falan, geliyor bu.
- joker ölmüştü zaten di mi?
- he, bak biliyormuşsun işte. sonra o filmde bir de harvey twoface diye bir kötü adam vardı, öldü, suçu batman'in üstüne attılar. çünkü adam önceden iyi bir savcıydı, gotham'ın da onun hala iyi olduğuna inanıp umutlanması gerekiyordu. sonra işte batman'den nefret etmeler, adamın yıllarca ortalıkta görünmemesi falan... bu kadar.
- iyiymiş, anladım ben filmi.

pazar:

- saçımı boyatmaya gideceğim ben.
- niye ki?
- çalışmam gerekiyor çünkü. işe baktıkça gözlerim kapanıyor. biraz kafamı dağıtayım, sonra belki o kadar sıkılmam.
- nereye gideceksin?
- şu sokağın başındakine giderim herhalde.
- hiç kuaförde saç boyattın mı ki?
- yoo... beyazları benden daha iyi kapatır ama herhalde. hadi, görüşürüz. (parmağı kapının kenarına çarp!) ARGH!
- n'oldu?
- sıkıntım geçti şimdilik.

... birkaç saat sonra ...

- merhaba, saçımı boyatacaktım.
- ne renk olacak?
- rengini açmadan ne kadar kırmızı yapabilirseniz.
- şuraya kadar olur da bundan sonrası koyu renk. sadece ışıkta parlar.
- köpük boyayla boyadığımda rengi değişiyor ama?
- çünkü onlar çok güçlü ve saçı çok kurutuyor. sakın onlarla boyamayın. eczaneden boya alın bence. diğer boyalar gibi kapatmaz ama daha az zararlı.
- hmm... peki sizce kesilmesi gerekiyor mu bu saçın?
- uzatacaksanız arkaları düzelteyim ama pek gerek yok.
- peki madem. kolay gelsin.

... birkaç dakika sonra ...

- n'oldu?
- kuaför hiçbir şey yapmadı saçıma. köpük boyayla da boyamamamı söyledi.
- e iyi.
- ama ben sürekli burnumun dikine gittiğim için hemen köpük boya aldım. eşlik etmek ister misin?
- temiz saç boyanmaz, kafa derini yakarsın.
- hadi ya? üfff... çalışayım o zaman ben.

... daha sonra ...

- anne ya, ben ya tutarsa dışında hiçbir nasreddin hoca fıkrasını hatırlamıyorum.
(önemsiz not: sonradan ipe un sermek ve doğuran kazanı hatırladığımı fark ettim.)
- nasıl hatırlamıyorsun?
- hepsinin bir mesajı vardı ama sonunu getiremiyorum işte. mesela sen bu adamın neden eşeğe ters bindiğini hatırlıyor musun?
- ...
- ya da neden bindiği dalı kestiğini?
- evladım sen niye böylesin?