29 Temmuz 2009 Çarşamba

duruyorum ben öyle...

iletişim açlığımı şu mikindirik blogla ve içsel diyaloglarımla doyuruyorum. yazık... bugün kendime neden diye sordum. daha doğrusu, hali hazırda takip ettiğim bloggerların takip ettikleri bloglara göz gezdiriyordum (zincirleme blog tamlaması). işte o zaman "neden hikaye yazıyorum ki ben" diye sordum kendime. devamı da aynı şekilde geldi. yaptığım resimler, kısa sürede yeniden sıkıldığım italyanca, okuduğum pek çok kitap... sıkıntıdan. zaman doldurmak için. ondan sonra da bir insanın hayatını sıkıntı üzerine kurması çok tuhaf geldi. tuhaftan ziyade "buruk". çünkü bunlardan hiç de keyif almadığımı gördüm.

bütün o içsel konuşmalar içinde depresyondan nasıl çıktığımı hatırlamaya çalıştım. bulamadım. nasıl oldu da intihar eğilimli biri olmaktan vazgeçmiş, yeniden gözüme kalem çeker olmuş, ifadesiz bir yüzle tavanı izlemektense iletişim kurmaya başlamıştım hatırlayamadım.

biri balerin gibi yürüdüğümü söyledi. biri kuğu gibi olmuşsun dedi. biri yaz güzeli olmuşsun diye iltifat etti. birkaç gündür iltifatın bini bir para. her seferinde kafamda birikiyor bunlar, birini duyduğumda diğeri aklıma geliyor, hepsi bir hikayenin farklı yerlerine oturuyorlar. yazmıyorum. kim bilir, belki de bu soruyu sorduktan sonra hiç hikaye yazmam. çünkü anlatacak bir şeyim yok, hepsi sadece sıkıntıdan. kimseye verecek bir şeyim yok ki benim. nasıl bir boşluk...

böyle duygusallıklara, fakir edebiyatına falan kayıyor yazı ama öyle değil aslında. bu aralar depresif değilim. ara sıra gelen sıkıntı da değil bu, yalnız basit bir sorunun sonucu. bu yüzden buruk kelimesini çok yakıştırdım.

son zamanlarıma bakıyorum da, keyif alarak yaptığım her şey aslı veya evren'i içeriyor. ne var ki bu aralar evren'le aramıza iş girdi. (iş dediğim konu "biri adsl". gayet de aramıza biri girdi diyebilirdim yani. bol bol entrika, iş üçgeni, ihtiras ve sırlar. bundan bile hikaye çıkarmak hiç zor değil. aslında iş, bir hikayenin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir konu. şirketteki şişkin egolar ihtirasla çatıştırılmaktadır. misal, hakan ve furkan mütemadiyen birbirinin kuyusunu kazan, entrikadan katakulliye koşan iki karakterdir. hakan'ın istediği bir proje şans veya yalakalık eseri furkan'a verilir. müşterinin şartları arasında da gizlilik bulunmaktadır elbette. furkan'ın bir anlık dikkatsizliği sonucunda hakan projenin iç yüzünü öğrenir. biraz gerizekalı bir eleman olduğu için başka şirkete satmak yerine sevgilisine söyler. sevgilisi de bir elinde çekirdek, diğerinde kahveyle gezen dedikoducu karının tekidir. ertesi gün istanbul'un yarısı projeden haberdardır. müşteri projeyi iptal eder, şirket geleceğini büyük ölçüde bu projeye bağladığı için iflas eder falan filan. şimdiye kadar yazdığım hikayeleri severek okuyan vardıysa da iki dakikada kurguladığımı öğrenince "kıçımı silmem ben bununla" der herhalde.) aslı da hem dünyanın diğer ucunda yaşıyor hem de bu aralar onu sevgilisiyle başbaşa bırakmak istiyorum. (evet aslı, anladım ki benden sana hayır yok. daha geçen gün evlen benlen demiş olabilirim, hala da hayatımın kadınısın fakat sorun sende değil, bende. bir arkadaştan fazlasını hakediyorsun sen, buldun da, daha hiç itiraz istemem şekerim. olmaz diyorsam olmaz, git sevgilinle mutlu bir hayat geçir. ben... ben bir süre yalnız kalacağım, uzaklara bakacağım ve tüm karizmamla içtiğim sigaranın izmaritini bir sonraki dalgaya savuracağım. "ne karizmatiğim kardeşim" diye düşünürken duman avcıları gelecek, "ya n'oluyosunuz lan" demeye fırsat kalmadan bana ceza kesecekler. sonra sinirlenip dalacağım bunlara ben. ama sayıca benden üstün oldukları için ve hatta artık kanun tarafından da desteklerinden kelli üzerime çullanacaklar, belime belime indirecekler odunu. burnumdan akan bir damla kan morarmış dudağımı yalayacak, kırık dişlerimin arasından güçsüzce ama öfkeyle sesleneceğim... "gerin uran aajına şıştııvın fişleri!" aman neyse. sevgilinle mutluluklar diliyordum.) bak işte, yine aslı ve evren... iyi ki varsınız siz, çok seviyorum.

saat daha dokuz bile değil. resim yapayım en iyisi.

26 Temmuz 2009 Pazar

abnormals.org'a yazdım.

Your abnormality can't be photographed. It can't be written. It will be useless if you tried to paint it. It's not after you cried. It's not while you're laughing. It would be out of time and space and for some time maybe nobody will recognise it.

You were punching the walls and it didn't mean a thing. You were drinking until you're deadly drunk and it wouldn't make you sleep. You were smoking your lungs out but all you know is it's just normal. Perfectly normal that it can't help you fit in.

It's so normal that you feel abnormal and it's so logical.

The day you waited for something to happen, reading your book but not really understanding the words, watching the television but not really seeing a thing, listening to music but not really receiving the sound, third world war broke out. There were bombings all around, people screamed in pain and loss, war photographers shot the most gory details but you didn't realise.

The day you waited for a knock on the door, some girl was knocked off just outside your apartment. But it was not the special something you waited for, so you were indifferent.

The day you were so sad that you didn't even realise you were crying, somebody pressed a button and a part of the world gone down. Zombies emerged out of concrete walls, Pluto committed suicide because it was no longer a planet, the Pope faced death and declared religion was nonsense. The day you watched the walls all day, they showed a fictional movie that ended in a real massacre . The day you thought only sky was the limit to your creativity, the saucers visited Earth for a mad tea party. The day you felt alone,all the world's communists and capitalists copulated for a new ideal. But you weren't there. It was the day you thought you'd quit creating anything because all you saw was inadequate beauty and mediocrity.

The day you felt you didn't fit in was just a normal day for everyone else in the world.

One hell of a game

"If everyone's ready we can start the session" said Dollface. His porcellain skin made a clear contrast with his coal black watery eyes. He blinked once, took a look at all the expectant faces surrounding the table.

"I have a question."

A voice came behind the rags. Pavy Patty was still hiding under dirty clothes and old newspaper though she was far from the dangers and cold of the streets.

"Is it possible if I join the session from here? I'm not really used to sitting on a table, you know. I don't think I can concentrate up there."

The Lady answered sharply, "Nonsense! How on earth do you think we can join hands when you're down there? Get your ass up here punk!"

Nobody knew the real name of the Lady. Nobody dared asking. With her 18th century clothes (moth eaten rags actually but anyway) and exuberant gestures she earned her name. She always held a wine glass in her gentle hands but no one ever seen her drinking a drop. Her eccentricity came by nature and that was the very reason she was one of the outcasts.

A deep, smoky and bored voice filled the room. "Let's start" said Conan the Bohemian. He had a king's voice, a gypsy's outfit and a bard's talent, which made him a dangerously charming man. "Come on Patty. And don't make me say it twice."

Reluctantly Pavy Patty found her way out of the dirt, moaning and silently cursing the weird crowd. Carrying bits and pieces of paper to the table for safety, she was still asking why she had to obey the rules.

"Join your hands already! Do I have to tell you everything?" snapped Conan. Actually he had to tell them everything because if he hadn't, he wouldn't like the situation. He liked to take the lead at all costs. Free will was out of the question even when it meant he would change the better to worse.

"Will we do it in Latin or plain English?" the Lady asked.

"What if I said in French?" responded Conan. "You couldn't have pronounced the words accordingly and God knows we would have whose spirit on the table. Since you are the only Latin speaker in the room and since I won't repeat after you, it will be in English as always. Now join hands and repeat after me: Hey there the unholy spirit of Alice of Clubs!"

"Wait wait wait! You are summoning a spirit! Shouldn't you be more polite and like... mysterious?"

"No Dollface! I'm a bohemian, see? I can speak anyway I want. It just makes me more bohemian. Now if you're all clear about the course, let's proceed. I don't want any more interruptions."

"Before we proceed," said The Lady, "I don't want to hold Patty's hand. She stains my glass."

"For God's sake Lady! You can't hold your glass during the summoning. How many times do I have to tell you?"

"But I can't concentrate without my glass!"

"And I can't concentrate on the table!"

Dollface made a cracking noise.
"Guys, my face won't hold for long and I'll need to apply my moisturizer porcellain polish soon. I don't want to leave the table but we've already lost pretty much time."

"O.K, O.K! Ready or not, Alice of Clubs, we summon you to be our croupier in this game of poker. If you don't have anything better to do tonight I mean. Though I think you're pretty bored up there in heaven or hell, whereever you are. So let's come here baby and make my day! Hallelujah!"

The poorly lit room filled with light and smoke all of a sudden. The Lady either screamed or giggled, nobody noticed. Pavy Patty hid her head under her rags in fear. Dollface pulled out an umbrella out of nowhere to protect his fragile face. Conan did nothing, he didn't even recognise the light since he was behind a heavy wall of cigar smoke.

A beautiful woman emerged from the smoke and light with her tight black dress and top hat. Her dress was so short that she seemed to be all legs and no torso at first glance.

"I truly, deeply hate you guys" she said with an angelic voice, "The moment I get used to being dead you summon me and it starts all over again. Do you know how hard it is to be dead? Boring as hell you would say but believe me, even hell is more boring than you would imagine."

"Alice! I missed you baby!" said Conan, helped her off the table gently and gave her a long, passionate kiss. The moment he realized he was kissing a dead woman he got sick all over the room. Alice slapped him several times but thinking of her boredom on the other side, she didn't leave.

The cards were spread, the bets were placed (which were mostly trinkets) and one hell of a game started.

23 Temmuz 2009 Perşembe

bir düğünün ardından

aylar sonra ilk kez işe akşamdan kalma geldim. uyudum hemen. uyanınca da bir sabah neşesi falan. şimdi zımbayla fındık kırıp yiyorum.

insanlara ve ortama katlanamadığım için sarhoş olmayı hiç de özlememişim. böyle durumlarda şarap üzücü oluyor. ne çok evlilik muhabbeti döndü dün. düğün öncesi, sırası ve sonrası hep aynı şeyler konuşuldu. evlenen çift mutlu ve çok güzeldi ama aynı masada oturduğum çiftler şüpheli, endişeli ve her an yan çizecek gibiydi. birbirinizi sevin diyorum sürekli insanlara, hiçbir şey aslında bu kadar karmaşık değil diyorum, all you need is love diye şarkı söylemek istiyorum. hayat birçok şey için ziyadesiyle uzun ama endişeyle geçirmek için değil. yaşa işte, nedir yani? sürekli güvende olunca yaşayamıyorsun ki. yanlış da olsa, bir adım atmadıktan sonra hayatta kalmak bir şey kazandırmıyor.

galiba "onu seviyor musun?" sorusuna "seviyorum ama..." diye cevap verildiğinde olmuyor bu iş. iki insanın birbirini kayıtsız şartsız sevebilmesi mucize gibi bir şey. gerçekleştiği zaman öyle bir mutluluk çıkıyor ki ortaya, herkesin bunu hissedebilmesini istiyorsun. gerçekleştiremeyip de ilişkiyi sürdürenler veya mucizeleri şüpheyle gölgelenmiş olanlar üzüyor. işin içine iki şişeye yakın şarap ve düğün ortamının sıkıntısı da eklenince...

hepsi bünyedeki hüzün eğiliminden kaynaklanıyor aslında. yoksa bana ne elalemin ilişkisinden veya evlilik endişelerinden. diğer yandan, bunları gördükçe tahtaya vurup "ne şahaneyiz biz" demekten kendimi alamıyorum.

21 Temmuz 2009 Salı

yazmak için yazmak

yine müzeyyen günlerimde olduğumdan kelli yazasım gelmiş. birkaç not yeter de artar bile.

- normalde bileğe takılması gereken bir şeyi kolumun üst kısmına taktım. birazdan şırıngayı hazırlayacakmışım gibi görünüyor. ne var ki benim aklımda conan falan var. bu vesileyle conan the bohemian diye bir karakter yaratmak istedim.

- graveyard book'u okumaya başladım. hikaye yazarken olay yerine biraz karakter odaklı olsam, görünümünü anlatırken kişiliği ortaya koysam diyorum. hiç denememiştim galiba karakter üzerine yazmayı.

- kardeş askerlik öncesi bir de tatil patlattı. gonzales ve bambuyu da bana emanet etti. bambuyla henüz iletişime geçmedim ama gonzalesi odama aldım. denyo, salak, kemircan, huhuuuu gibi kelimelerle çağırıyorum kendisini. neden çağırıyorsam... o da sürekli çekirdek yiyor. bir anda dile gelip dedikodu yapmaya başlayacak gibi bir hali var.

- bloglar arası seyahatlerim sırasında bir alice daha buldum, bir de üstüne adaş çıktık. bazen dünya küçük diyorum. ne var ki iş ve ev arası yolculuklarda hiç de öyle gelmiyor. muhakkak daha zor şeyler var ama güç gerektiren durumlar sıralamasında kıç kaldırmak üst sıralara oynar.

- dün bir toplantı yaptık. işi de beğendirdik. dallamanın teki toplantı süresince ingilizce - türkçe karması bir dil kullandı. adama kafa atmak ya da en azından laf sokmak istedim ama yemedi. iyi ki de yemedi aslında.

- ilİŞki diye bir kavram kesinlikle var. bundan memnun muyum, değil miyim, henüz çözemedim. hiç hoşlanmıyorum özledimli seviyorumlu şeyler yazmaktan fakat sevdicek kafamı çok meşgul ediyor. "bir uğraş bul, kafanı dağıt" denilecek bir durum da yok. uğraşlarım var. sadece beyin kıvrımlarımın arasından çıkıp el sallıyor, öpücük gönderiyor ve ben "neden şu anda bu adamın yanında değilim" diyerek dağılıyorum. mutsuz değilim. ama mutlu olmak için ihtiyaç duyduğum bazı şeyler var. ihtiyaç kavramından nefret ediyorum.

- nefret etmek gibi güçlü bir tanım kullanmayı hiç beklemiyordum. üstüme iyilik sağlık. mualla olduğumda duygusal davranıyorum artık.

- mualla, müzeyyen... özel günlerden daha sempatiksiniz en azından.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

lale

şu hikayede anlattığım anneannem artık yok. son zamanlarında öyle kayıptı ki, öldüğüne üzülemedim. başka bir sürü şeye üzüldüm ama buna değil. yıllardır ölmeyi isterdi. bir de evlendiğimi görmeyi. bu olmadı ama hastalıklarından da, mutsuzluklarından da, özlemlerinden de arındı.

yarın kenan lale'sine kavuşacak. yine yanyana yatacaklar.

bu hikaye de geride kalanların gözyaşları, güzel anılar ve çok uzatmadan ulaşılan bir kurtuluşla bitti.

10 Temmuz 2009 Cuma

yazacaksam...

nasıl yazmak istiyorum biliyor musunuz efendiler?

büyülü şeyler yazmak istiyorum. hani bazı kitapların içinde kendinizi bulmazsınız, onlar sizin içinize işler ya. öyle olsun istiyorum işte. üçüncü gözü açmak olabilir, duvara ilk balyoz darbesini indirmek olabilir; okura dokunan ve onu değiştiren bir şeyler yazmak istiyorum.

özlediğinin farkında bile olmadığın bir şeyi orada görmeni istiyorum ey okur; gör ki uyan, gör ki kendini tüm olasılıklara cesurca aç. korkularını bale adımlarıyla ezip geçmek istiyorum. sana mutluluğu ya da mutsuzluğu değil, görmekten hep çekindiğin ışığı sunmak istiyorum. aşık olmaktan korkuyorsan "koyver gitsin" demeni, başkalarıyla bir derdin varsa "sen mi büyüksün, ben mi ulan" diye haykırmanı istiyorum. boşluğu doldurmak istiyorum ben.

öyle yazabilirsem çekinmeden let the sunshine in.

9 Temmuz 2009 Perşembe

remember remember... the day we fly all

benliği öldürmeyi, tutkulardan ve sahip olunan her şeyden arınmayı öğütleyen tüm öğretiler, felsefeler ve insanlar! inanın bana, yanılıyorsunuz!

bugün özel bir gün. umarım hissediyorsunuzdur. belki diğer günlerden farklı değil, belki bazılarının yine yataktan sürünerek çıktıkları, gözlerini açar açmaz sıkıntı hissettikleri bir gün. bugüne "lanet olsun" diyerek başlayanlar; sizin de bunu hissetmenizi istiyorum. bugün heyecanı ve mutluluğu paylaşmak istiyorum. dört kişi arasında bu hızla yayıldıysa size de ulaşması hiç zor değil.

evren, inci, aslı ve murat bugünün kutsanmış insanları. bugün dünyanın en güzel yağmuru bizim üzerimize yağdı, temizlendik ve güneşe karşı birlikte gülümsedik. bugün birbirimizi hiç görmedik. ama gerek yoktu zaten. bugün kalplerimizin çarpıntısı, ellerimizin terlemesi, yanaklarımıza ağrılar sokan, engellenemeyen gülümsemelerimiz ile birlikteyiz biz.

bugün isimleri kullanmaktan çekinmedim. nazara en açık yazım bu belki ama korkmuyorum. bugün sizin de mutlu olmanızı istiyorum. herkes için iyi dileklerim var. bu kadar güzel düşünebildiğim bir güne kimsenin zarar vermek isteyebileceğini düşünmüyorum. bugün dünyaya ve hayata gözlerim parlayarak bakıyorum.

bugün her şeyin yoluna girdiği, sihirli değneğin herkese dokunduğu bir gün. kırpılmış kanatlarınız yeniden çıkıyor. kırılmış hayallerinizi bugün çöpe atın ve arkalarından ağlamayın. bugün yeni hayaller kurma, yeni umutlar yaratma günü.