15 Şubat 2009 Pazar

geveze

oy anam, son zamanlarda günlük insanına dönüştüm iyice. dişe dokunur bir şey yazsam gam yemeyeceğim. ama konuşmayan, daha doğrusu kendi kendine konuşan bir insan evladı olduğumdan kelli, gevezeliğimi ancak bu şekilde ortaya koyabiliyorum.

a. kendi kendime konuştuğum, bir de üstüne herkesle konuştuğumu sandığım için şizofren olduğumu söyledi. şimdi bu cümle çok anlamsız oldu. işten bahsediyorum. brief alıyoruz, insight dediğimiz boku çıkarıyorum ben kendi içimde. herkes de çıkarmıştır diye düşünüyorum. buna göre düşünüyorum (kendi kendime), fikir üretiyorum (kendi kendime), bu fikirleri beğenmeyip çürütüyorum (allah allah, yine kendi kendime!), bazen de işleyişi sonuçlandıramadığım için çöpe atıyorum ve gün sonunda elimde mike sürülür bir şey olmadığını söylüyorum. toplanıyoruz, ortaya fikir döküyoruz. daha doğrusu döküyorlar. ben susuyorum yine. sonra d. geliyor, insight soruyor. ben zaten bu aşamayı brief alırken tamamladığım ve herkesin de böyle yaptığını düşündüğüm için adamın sorusunu saçma buluyorum. iyi de denyo canlısı, düşündüğün şeyleri veya çıkarımlarını kimseye anlatmadın ki! senin gibi düşünmemeleri de gayet normal. ne şaşırıyorsun?

velhasıl kelam, düzgün bir reklamcı olmamla aramdaki tek engel beynim. zaten bu da insan ve odun arasındaki farkı belirtiyor. a dostlar, oduna benzesem de içimde bir insan taşıyorum. içime kaçmış insan gerçek yaşamda neye yarıyorsa...

geçen perşembe if başladı. deli gibi liste yapmıştım, işten çıktıktan sonra üst üste iki film izlemeden eve dönmeyecektim falan. yeg yea! henüz kıçımı kaldırıp bir filme gidebilmiş değilim, bilet falan da almadım hiç. bir de hava çok soğuk. bu beni daha da üşengeç yapıyor. geçen kış kar yağarken filmden filme koştuğumu hatırlıyorum ama o zaman psikopatimi paylaşacak birilerini bulmuştum. delilik bile tek başına çekilmiyor şekerim.

bunun yerine az önce oturdum doubt'ı izledim. sıcacık evimde, tek başıma falan. bir kedim eksik yalnızlıktan ölen deli kadın olmak için. her neyse. her neyse diyorum da şöyle bir şey var. kendimi hafta sonu boyunca evde tek başına film izlemeye öyle bir şartlandırmışım ki, hangi dolabı açsam mikrodalga fırında pişen patlamış mısır paketleriyle karşılaşıyorum. bu kadar çok görünce mısırdan soğudum resmen. aslında meryl streep'in ne kadar muhteşembır bir oyuncu olduğunu söyleyecektim ama bu zaten bilinen bir şey. mısır şimdi daha ilginç geldi, en azından konu olarak.

bunların yanı sıra bir de annemden ve yeni mistik meraklarından bahsetmek istiyordum ama uzun bir konu o. çok kısaca özetlemek gerekirse, annem benim çocuğum aslında. ama bu kadar kısa özetlersem daha sonra okuduğumda araları dolduramayacağım, kendi yazdığım şeye yabancılaşacağım. hoş olurdu aslında insanın kendine böyle oyunlu sürprizler yapması.

biraz yazıp sildikten sonra annemden bahsetmekten vazgeçtim. aile olmak böyle bir şey galiba. bir gün ebeveynler yeni oyuncaklara ihtiyaç duyarlar, dünkü bebeler de bunların başına "deneyimli" kesilirler. düşündükçe daha tuhaf geliyor. benim artık yetişkin olmam güzel de, nefret ediyorum ailemin yaşlanmasından. "onlar için her zaman çocuksun" derlerdi. yalan söylüyorlar. bir yerden sonra birbirimize ebeveynlik yapan bir aileye dönüştük. artık onların çocuğu olmadığıma karar verdiğimde, onları insan olarak görmeye başladım. yıllar öncesinden farklı olarak, onları sevmemin geçerli nedenleri var. evet, kusursuz değiliz belki ama biz iyi bir aileyiz.

dün sevgililer günü muhabbeti yaptık biraz. önemli günler ve haftalar konusundaki odunsu görüşümü belirttikten sonra babam "bana benzeme yavrum," dedi, "insan ol."

14 Şubat 2009 Cumartesi

seni bir gün, beni her gün...

aaa! bugün sevgililer günü! kutlarım kendim, çok seviyorum beni. iyi ki benimle tanışmışım, hayatımın sonuna kadar benimle kalmak istiyorum. muck!

duygu patlamalı rüya

hatırladığım ilk görüntü, ellerimde kelepçelerle sera gibi bir yerde ilerlediğim. tek sıra halindeyiz, en önde ben varım. hemen ardımdan b. geliyor. kendimi kelepçelerle, tutsak bulduğum zaman o kadar aşağılanmış hissediyorum ki, ağlamaya başlıyorum. herbirimizi ayrı birer hücreye yerleştiriyorlar. 5x3 gibi bir oranda hazırlanmış hücrelerin tavanları oldukça yüksek. parmaklıklar geniş karelere ayrılış ve camlı. sergilenmek için hayvanat bahçesine kapatılmış gibiyiz. kafeslere yiyecek getiren, bizleri zorla hava almaya çıkaran insanlar japon ve amerikan. daha sonra rusların da bu işe biraz karıştığını öğreniyorum. ama içinde bulunduğumuz durumun sorumlusu temelde japonlar. nasıl bir gözlem yeteneğim varsa, bunu birkaç saat içinde çözüyorum.

hava almaya çıkarıldığım zaman lise ve üniversiteden tanıdığım birkaç kişiyi de görüyorum. hatta bir ara m. ile karşılaşıyorum. ellerinde kelepçe olmadığını farkediyorum. nasıl yapmışsa diğer tarafa geçmiş. zaten gerçek yaşamda da bu adamın nasıl diplomat yerine fotoğrafçı olduğuna şaşarım hep. neyse. konuşmuyoruz onunla. sadece birbirimize bakıyor, tanışıyor olduğumuzu bile belli etmeden ilerliyoruz.

oldukça büyük, toprak zeminli bir alandayız. kafeslere dolanmış sarmaşıklar var. toprak ve sarmaşıklar dışında soluk renklerin hakim olduğu bir ortam. açık gri ve krem rengi. bir tabloya benzeteceğim ama aklıma gelmiyor.

hücreme bırakılıyorum. kapı kapandıktan sonra kelepçelerimi çıkarıyorlar. hala ağlıyorum. rüyamda bu kadar çok ağlayabilmem bana da garip geliyor. ama kendimi tutamıyorum. bilmediğim bir nedenle kaçırıldığım, bilmediğim bir yerde kapalı tutulduğum, cam kafes nedeniyle herkesin gözünün önünde bulunduğum ve oradan ne zaman çıkacağımı da bilmediğim için çaresiz hissediyorum. sanırım tüm bu bilinmezlik içinde korkuyorum. elimde en ufak bir veri olsa kendimi rahatlatabilecekmiş gibiyim ama elimden sadece ağlamak geliyor. kısa bir süre sonra çaresizlik duygum öfkeye dönüşüyor. yaklaşacak ilk gardiyanın boynunu kıracak kadar güçlü bir öfke. bana ve diğerlerine yapılan haksızlığı kanla ödetmek istiyorum.

yanımdaki hücrede b. var. sürekli konuşuyor. bize yapılan şeyin haksızlık olduğundan, bizleri burada tutmak için hiçbir geçerli nedene sahip olmadıklarından yakınıyor. sadece ve sürekli yakınıyor. mızmızlık yapmasından nefret ediyorum. konuşmak yerine çözüm bulması gerektiğini düşünüyorum. oradan çıkacağımı, eğer kabul ederlerse bir ayaklanma çıkarıp birlikte kurtulabileceğimizi söylüyorum. sadece öfkemi hissedebiliyorum. kararlılığım olağanüstü. tek amacım oradan çıkmak ve uzaklaşmak. b. benim gibi hissetmiyor. savaşmaktan vazgeçmiş. sadece haksızlık üzerine konuşuyor. ondan ve hiçbir şey yapmayan diğerlerinden ne kadar tiksindiğimi hissediyorum. kafesin kare bölmelerinden yukarı tırmanmaya başlıyorum. tepeye ulaşıp kafesin dışına çıktığımda öfkemden ve kararlılığımdan bir şey eksilmiş değil. ama bunu yanı sıra çok güçlü hissediyorum.

gardiyanların beni görmemeleri için görünüşümü değiştiriyorum. burada kendimi bile şaşırttım çünkü tebdili kıyafet seçimim interview with the vampire'ın küçük kızı olmuştu. kıvırcık sarı saçlarım, porselen beyazlığında yüzüm ve kabarık kadife kıyafetlerimle insan serasının toprak zemininde dolaşıyorum. takım elbiseli, iş adamı kılıklı japonlara nefretle bakmamak için kendimi zorluyorum. onlar kafesimde olmadığımı farkedene kadar bir çıkış yolu bulmuş olacağımı düşünüyorum.

seranın dışına çıktığımda beton bir sahil şeridi ve uçsuz bucaksız bir denizle karşılaşıyorum. açık gri ve krem rengi tonları arasında göze çarpan tek renk koyu bordo elbisem. birkaç kişiye gerçek dünyaya giden geminin nereden hareket edeceğini soruyorum. benden şüphelenmiyorlar ve ilerideki iskeleyi gösteriyorlar. iskeleye doğru ilerlerken sirenler çalmaya başlıyor. panik yapmıyorum. küçük vampir kılığımla beni bulmalarının kolay olmayacağını biliyorum. durup gri denize bakıyorum. daha önce hiç hissetmediğim kararlılık, neredeyse yaşama hırsı diyebileceğim duygu şakaklarımı zorluyor. kanımın damarlarımda akışını hissediyorum. ne kadar endişeli olursam olayım, beni o seraya tekrar sokamayacaklarını biliyorum. gardiyanlar seradan koşarak çıkarken gemiye adım atıyorum. denize açılabiliyor muyuz emin değilim. adımımı attıktan sonra uyanıyorum.

12 Şubat 2009 Perşembe

bozdum yav...

html'den anlamayan insanların otu boku karıştırması yasaklansa mı acaba? hayır efendim, yasaklanmasa. ama bence insanlar biraz daha dikkatli olsa. mesela ben.

az önce çok şahane bir template buldum, hemen kullanayım dedim. beceriksizlik var serde, yapamadım. gerekli uyarılara uymadığım için şimdi sen de biraz farklı görünüyorsun. olsun. değişiklik iyidir. zaten biraz daha kurcalamak istiyorum.

gaipten sesler korosu'nu açtık beybi. kendisini insanlığa faydalı bir oluşum olarak nitelendiriyorum. ölüler de konuşabilsinler, onlar da şeker yiyebilsinler istiyorum. monster magnet neydi hatırlamıyorum ama ismi kulağımda güzel tınılar bırakmakta. onu da istiyorum. çok zeki bir eleman olmak istiyorum. yetenek de istiyorum. karizma da istiyorum. ebem de istiyormuş, kulağımı çınlattı.

yine bir fikir bulma süreciyle karşınızdayım sayın ben. çetrefilli bir durum söz konusu. hayat dediğimiz, bir çetrefil dümbeleği adeta. yarın a.'ya gideyim de bir kendime getirsin beni. rot-balansım bozulmuş azıcık, kenarından.

sabah "r" harfinin son derece zor olduğuna, "k" ve "l" tarafından yakın takibe alındığına karar verdim. o sırada ne düşünüyordum kim bilir? her neyse. takip edilen r kendi içindeki zorlukları yaşayadursun, kaçan kovalanır felsefesine göre hareket eden k ve l iyice yorulmuşlardı. bir yandan yorgunluk, diğer yandan kovalama dürtüsü bastırmış, onlara ne yapacaklarını şaşırtmıştı. içlerinde bir miktar hüzün ve büyükçe bir tatminsizlikle kahve içmeye karar verdiler. oturdular bir yere. r hakkında başlayan konuşmaları onları bambaşka konulara taşıdı. kendilerinden bahsettiler. birbirlerine hikayeler anlattılar. r'yi unuttuklarını bile farketmediler. birlikte pek de eğleniyordu bu iki harf. bir daha r hakkında konuşmadılar. r kendi sorunlarına daldı, unutulduğunu yıllar sonra öğrendi. bu bile pek koymadı nedense.

ben neden değiştiremedim bu template'i? evet evet, biraz daha kurcalayayım.