anlamıyorum. aşk diye bir şey var. bunun hakkında sayısız "şey" yazıldı, yazılıyor. her an birileri aşık oluyor, aşk acısı çekiyor, aşktan ayakları yerden kesiliyor falan. ve ben anlamıyorum. hissettiğim de anlamamaktan ileri gelen eksiklik. bir de "sayısız şey"in sıkıntısı.
patron masumiyet müzesi hakkında yazdı, ballandıra ballandıra anlattı, mutlaka okumamızı söyledi ve tatile girdik. ilk işim kitabı almak oldu. ne kadar geçti üstünden, iki hafta mı? kitabın üçte birini bile okuyabilmiş değilim. bunun pembe kapağıyla ilgisi yok üstelik.
elimde tuttuğum (ve kısa süre sonra bir kenara bıraktığım) kitap bir aşk romanı. üstelik gayet sıradan bir aşkı anlatıyor. genç adam nişanlanmak üzeredir, çok güzel bir kızla tanışır, "aşık olur", kafasını kızın vücuduyla doldurur, muradına erer, nişanlanır, kız ortadan kaybolur, adam depresyona girer. en azından şimdiye kadar anlatılan bu. bundan sonraki en az üç yüz sayfada da adamın depresyonuyla devam edeceğimizi sanıyorum. (ve bunun endişesiyle kendimi yazmaya verdim. off...)
kabul ediyorum, roman yazmak için ayrıntıya girmek, uzun uzun anlatmak gerekiyor. ama hepi topu 150 sayfada 15.000 kez "sevişme" kelimesini kullanırsan, okur sevişmekten soğur. hele ki bu okur aşkı anlamayan biriyse, sürmenaj bile geçirebilir.
aşkın yalan olduğunu söylemiyorum. geçici olması da beni ilgilendirmiyor. sorun ettiğim şey, bunun hayatın anlamı gibi gösterilmesi. mesela, büyük ihtimalle ferhat ile şirin'in hikayesi gerçektir. abazanlıktan dağları delen eleman ferhat mıydı, hatırlayamadım. yok, o kerem'di galiba. bu kör olup çöllere düşmüştü sanki. neyse. nasıl bir akıl hastalığıdır bu? obsesyon diye isimlendirmek sorunu çözmez ki (kaldı ki, obsesiflerden de hiç hazetmem). işin gücün yok mu kardeşim senin?
bak, tamam, insanın kalbi acır. çok da kötü acır üstelik. o geçti diyelim, sızlamaya devam eder. en basiti, özlersin, özlemekten ağlarsın falan. hatta hayattan da soğursun bir süre, onu da kabul ediyorum. ama adam! nereye kadar?!
konuyu dağıtıyor muyum? yine kendi gerçekliğime kayıp azarlamaya başladım.
ü.'in yaptığı belki de en güzel alıntı şudur: "kavuşamazsın, aşk olur." ama aşk sadece tutku değildir herhalde. çok karıştırılır aslında. birbirine çılgınca aşık olduğunu sanan nice bünye yeteri kadar yuvarlandıktan sonra artık aşık olmaz. sevişmenin beslediği aşklar da vardır, tutkudan ibaret değildirler. neleri içerdiklerini bilmiyorum, ne kadar sürdüklerini de. muhtemelen üç yıl süren ve sanatın %90'ına kaynaklık eden tür bu değil. ve benim için bir muamma. süreklilik durumu
şurada gayet akıllıca işlenmişti ama doğruluk yüzdesi nedir, eksiği gediği var mıdır bilmiyorum. sadece mantıklı geliyor.
sordukları zaman "ben aşık olan biri değilim" diyorum, anlamıyorlar. ardından "hiç sevmedin mi onu?" sorusu geliyor. "sevdim canım, hala da çok seviyorum" diyorum, yine anlamıyorlar. ben de çoğu zaman onları anlamıyorum. mesela orhan pamuk'u da anlamıyorum. "bir gün başına gelince anlarsın" diyorlar. en az on yıldır bekliyorum. anlam veremediğim hiçbir şey yapmadım. düşündükçe pis pis sırıtıyorum.