29 Eylül 2014 Pazartesi

geçen gün annemle babama "n'abıyonuz la?" dedim.
muhtemelen alışık olmadıkları için "ne yapıyorsunuz sevgili ailem?" şeklinde algıladılar.
biraz utandım.
onlar da çaktırmadı.

12 Eylül 2014 Cuma

Diş

Bugün dişim beni rahatsız etti. Çürük, ağrı ya da soğuk içeceklere duyarlılık değil. Varlığından rahatsız oldum. Tamamından da değil, arkasındaki küçük bir çıkıntıdan. Bu durum bana üç ay kadar önce selülitlerimden duyduğum büyük rahatsızlığı hatırlattı.

Dilimi dişimin arkasındaki o küçük çıkıntıda dolaştırıyorum. Bunca yıl bana herhangi bir zararı dokunmamış, hatta büyük ihtimalle doğru düzgün pişiremeyip sakız gibi bıraktığım eti koparıp çiğnememe yardımcı olmuş çıkıntıda. Muhtemelen bu sabaha kadar varlığından bile haberdar değildim. Bu sabahtan beri orada olmamasını istiyorum.

28 dişim ve üç dolgum var. 28 yaşına kadar hiç dolgum yoktu. 17 yaşında bir dişim eksikti. Şu anda çıkıntısından rahatsız olduğum dişimin sağ yanında duruyor, 17 yaşına geldiğim halde yerini terk etmemekte ısrar ediyordu. Diğerlerinden küçük, sürekli hafif hafif sallanan ama hiçbir zaman elime bir pamuk alıp girişmeme neden olacak kadar hareket etmeyen bir süt dişiydi. Muhtemelen 13 yaşına kadar yerini gerçek bir azı dişine bırakmalıydı. Yapmadı. Ben de bunun için komşumuz olan diş hekimine gittim.

Kadın beni koltuğa oturttu, başımı koltuğun arkasına yaslamamı, sadece bakacağını söyledi. Parmaklarını ağzıma soktu, yavaş yavaş dişimi sallamaya başladı. Hala nedense büyük bir güvenle, sadece dişimin kontrol edildiğini düşünerek yerimde oturuyordum. Sonra kadın dişimi biraz daha sıkı tuttu ve herhangi bir uyarıda bulunmadan, yukarı doğru bir yay oluşturacak şekilde çekip yerinden söküverdi. Demek istediğim, baş parmağı diş etime bastırıyor, işaret parmağı ise minicik dişi yukarı doğru çekiyordu. Gırtlağımdan istemsiz bir “ığğaaağaaaa!” yükseldi. Bir saniye sonra pamuk diş etime yerleştirilmiş ve tampon yapmaya başlamıştı.

Dişim hiç bu şekilde çekilmemişti. Pek tavsiye edilecek bir deneyim olduğunu söyleyemem. Kardeşimin kuzenim üzerinde denediği (ve başarılı olduğu) dişi iple kapıya bağlayıp hızla kapatma yöntemi bile daha mantıklı olabilir. Kardeşime her zaman herhangi bir diş hekiminden daha çok güvenebileceğimi sanıyorum. Mantıksız bir güven bu. Bu tip inançların mantıkla doğrudan bir bağlantısının olması gerekmez.

Sonra beklemeye başladım. Çekilen dişimin yerine yepyeni, güçlü bir azı dişi gelecekti ve ben ağzımda püreye çevirdiğim yemekleri o boşluktan çıkararak iğrençlik yapamayacaktım. Haftalar, aylar geçti. Yeni diş gelmedi. İğrençliğime devam edebiliyor ama gülerken bazı zorluklar yaşıyordum. 17 yaşına kadar dişlerinin en az 20’sini bütün dünyaya göstererek şen kahkahalar atan ben, o zaman “ühühühü” diye dudaklarımı büzerek gülmeye başlamıştım. Bunu yapmak yerine suratsız biri olmam da mümkündü ama huyum kurusun, çok neşeliydim üzerime afiyet.

Ben beklerken lise mezuniyeti gelip çattı. Mezuniyet partisine gitmeyecektim ama okul gelenekleri arasında yer alan beyaz geceye katılıp fotoğraf çektirmem kaçınılmazdı. Mümkün olsa ondan da kaçardım. Çok neşeli olmam, kesinlikle sosyal biri olduğum anlamına gelmiyor. Okuldaki arkadaş sayım bir elin parmak sayısına ulaşmıyordu bile. Sadece iki arkadaşım vardı, ara sıra kendimi onların arkadaşları arasında bulurdum. Bana nispeten alışmışlardı. En azından benden korkmak yerine sadece bazı sorunlarımın olduğunu söylüyor, koridorda karşılaştığımızda irkilerek uzaklaşmak yerine selam veriyor, hatta ayak üstü biraz laflayabiliyorlardı. Laflamalar kısa sürüyordu, çünkü konuşmayı devam ettirecek yeteneklerden yoksundum. Hala da bu yetenekleri çok geliştirdiğim söylenemez.

Dişimin hunharca çekilmesi ve yerinin bir türlü dolmak bilmemesi de bu dönemlere denk geliyor. Henüz bir ergen olan ve bir kısım özgüven problemi yaşayan 17 yaşında bir kızın, dişlerindeki deformasyon sonucu daha da içine kapanacağı düşünülebilir. Bende öyle olmadı, daha asosyal olmam pek mümkün değildi. Bir insanın daha asosyal olmasının imkanlar dahilinde bulunmamasından bahsetmiyorum, ben daha asosyal olamazdım. Böylece “ühühühü” gülüşleri eşliğinde kendimle dalga geçmeye başladım. Dişimin olması gereken yerdeki boşluğu olabildiğince göstermemeye çalışıyordum ama var olmayan dişimden aynı gülüşler eşliğinde bahsedebiliyordum. İyi bir savunma mekanizmasıydı ve kendine güvenen biri gibi görünmeme yardımcı oluyordu.

Sözde kendime o kadar çok güveniyordum ki, güzel olmaya ihtiyaç duymuyordum. Hiç makyaj yapmamıştım. Kaşlarımı almıyordum. Eteğimi dizlerimin bir karış üstüne gelecek şekilde kıvırmıyordum. Hiç rejim yapmamıştım, öğle yemeğinde inanılmaz miktarlarda çikolata yiyordum. Spor yapmayı hiç denememiştim. Buna rağmen 45 kilo civarında, şanslı bir minyondum. Heavy metal dinliyor, herkesten ve her şeyden nefret ediyor, kötücül bakışlarım ve Adams Ailesi’ndeki küçük kız tavırlarımla insanları ürktmekten keyif alıyordum. Kimsenin düşüncelerini umursamıyor gibi davranıyordum. Aslında umursuyordum ve tam da bu yüzden bana yaklaşmalarını, beni güzel bulmalarını, benimle arkadaşlık etmelerini engellemeye çalışıyordum. En azından bu konuda başarılıydım. Çünkü güzel görünmeye çalışıp da çirkin olmaktan, zeki olmaya çalışıp da aptal bulunmaktan, arkadaş edinmeye çalışıp da yalnız kalmaktan deli gibi korkuyordum.

Ergenlik işte deyip geçemiyorum, şimdi de farklı konularda aynı korkuyu yaşıyorum. İşimde yükselmeye çalışıp da başarısız olmak yerine, özel bir çaba sarf etmeden, sadece var olan yeteneklerimi kullanarak yerimde saymaya çalıştım mesela. Ayıptır söylemesi, biraz yetenekli olduğum için tam olarak yerimde sayamadım, sorumluluklarım arttı. Bununla birlikte titrimde bir değişiklik olmadı. Bu bir başarı mı, başarısızlık mı? Şu anda kendi işimin yöneticisi olmadığıma göre başarısızlık elbette. Benden küçüklerin bana patronluk yapabildiği bir ortamda tabii ki başarısızım. En azından, başarılı olmak için en ufak bir çaba harcamadığımı biliyorum. Bildiğim bir diğer gerçek de başından beri yanlış bir karar vermiş olduğum. İki yıl kadar önce son işime yıllardır sahip olduğum konumda başlarken ve bir ay önce, kartvizitimdeki görev tanımı değişmeden işi bıraktığımda da bunun yanlış bir karar olduğunu biliyordum. Yine de aptalca bir tutarlılıkla yükselmemeye devam ettim. Tabii ki bu durum beni rahatsız ediyor. Aynen dişimin arkasındaki küçük çıkıntı gibi.

Dilim hala o küçük çıkıntı üzerinde dolaşıyor. Neden bunca zaman onun orada olduğunu fark etmediğimi düşünüyorum. Belki de dilim şişti, ilk kez oralarda dolaşacak boyuta geldi. Peki dilim neden şişti? Alerjik bir durum mu? Belki gece, ağzım açık şekilde uyurken bir böcek geldi ve dilimi soktu. Gönderdiği iki damla zehir, dilimin sadece ucunun şişmesine neden olacak kadardı neyse ki. Yoksa dilim tamamen şişebilir ve soluk borumu tıkayabilirdi. Nefessiz kalınca önce horlamaya başlar, ardından bir karabasandan uyanmış gibi, ter içinde kalmış kafamı yastıktan aniden kaldırıp yatağımda doğrulur ve neler olduğunu anlamaya çalışırdım. Asıl kabusla o zaman karşılaşırdım çünkü ağzımın içini bir yaratık gibi dolduran şişmiş dilimi hissederdim. Nefes alamadığımı fark edip dilimi parmağımla bastırmaya çalışır, ancak nefes borumu açacak kadar aşağı itemezdim. Parmağımı biraz daha ileri iter ve dilimi daha çok bastırmaya çalışırdım. Bu da midemin bulanmasına neden olurdu ve öğürmeye başlardım. Gırtlağımdan yükselen safra, çıkacak bir yer bulamayınca burnuma yönelirdi. Genellikle tıkalı olan burnum safra sayesinde iyice tıkanırdı. Ne ağzımdan ne de burnumdan nefes alabilecek duruma gelince biraz daha uğraşır ve yatağımda, şişmiş dilim ve burnumdan damlayan kusmuğumla, titreye titreye ölürdüm.

İyi ki panik atak gibi bir sorunum yok. Ayrıca dilimin şiştiğini veya evde böceklerin dolaştığını da sanmıyorum.

Ama dilim hala dişimin arkasındaki çıkıntıda dolaşıyor. Parmağımı bu çıkıntı üzerinde gezdiriyorum. Keskin bir çıkıntı. Parmağımı çekip dilimi bastırıyorum. Biraz canım acıyor. Dilimi sağ tarafa doğru kaydırıyorum. Hemen yanında, implant sayesinde orada olan sahte bir köpek dişi var. Onun yanında da birinci küçük azı. Bu dişin arka kısmında da bir çıkıntı var gibi geliyor. Her ikisi de ikinci implantımdan sonra ortaya çıkmış olabilir. 4-5 yıldır bunu fark etmemem şaşırtıcı.

Liseyi “ühühühü” diye gülerek, beyaz geceyi dudaklarımı birbirinden ayırmadan gülümsediğim, diğer tüm kızların aksine makyajsız, topuzsuz, heaute couture elbisesiz ve son derece özensiz olduğum bir fotoğrafla geçiştirdikten sonra yeniden bir diş hekimine gitmeye karar verdim. Aylar geçmişti ve köpek dişimin yerinde hala yeller esiyordu. O boşluktan giren havanın beynimde cereyana neden olduğunu, donan kısımlar yüzünden giderek daha da geri zekalılaştığımı söyleyip gülüyordum. Sigara içmeye de başlamıştım, ara sıra sigarayı o boşluğa sıkıştırıyordum. Hayır, hiç eğlenceli değildi; evet, umursamıyormuş gibi görünmek için gülüyordum.

Diş hekimi dişsizliğin kader olmadığını ve implant sayesinde “ehehehe” şeklinde gülebileceğimi söyledi. Bir diş için gayet iyi para istediğini hatırlıyorum. Hali vakti yerinde olan, daha fazla manyaklaşmamdan korkan ve bir diş için evde kalmamı istemeyen ailem bunu memnuniyetle kabul etti. Ameliyat için tarih alındı. Nedense korkmuyordum. Nedense, vızırdayan aletlerine ve vereceği ağrı ihtimaline rağmen diş hekiminden hiçbir zaman korkmamıştım. Nedense karanlık bir gelecek ve başarısızlık ihtimali dışında hiçbir şeyden korkmayı becerememiştim. Sadece utanıyordum. Neredeyse 18 yaşındaydım ve diş ameliyatı masraflarımı ailem karşılıyordu. Mevcut şartlarda bundan daha normal bir şey olamazdı ama ben, kendime bakacak duruma gelmediğim için son derece rahatsızdım.

Ameliyat hastanede yapılacaktı. Annem ve babamla birlikte gitmiştik. Benden daha endişeli görünüyorlardı. Doktor daha önce nasıl bir prosedür uygulanacağını açıklamıştı. Uyuşturulan diş etim neşterle açılacak, üst çene kemiğim oyulacak, duvara vida takar gibi implant yerleştirilecek ve diş etim dikilecekti. 6 ay beklenecek, çene kemiğimin implantı kabul etmesi durumunda üzerine bir diş yapıştırılacaktı. Pek ciddiye almasam da bu prosedürün ismi ameliyattı ve ameliyat kelimesi, ailem dahil pek çok kişinin tüylerini diken diken etmek için yeterliydi.

Ailemle bekleme salonunda otururken, bizim gibi bekleyen insanları izledim. Bazılarının çenesinde devasa şişlikler vardı. Bazıları acı çekiyor gibi görünüyordu. Bazıları da tamamen normaldi. Aynen bizim gibi.

Bir süre sonra genç bir doktor adayı gelip beni ameliyathaneye götürdü. Küçük bir odaydı. Odanın ortasında büyük bir koltuk bulunuyordu. Doktor koltuğun yanındaki taburede yerini almıştı. Duvarlar boştu. Sol tarafımda bir tezgah vardı, üzerindeki tepside ameliyatta kullanılacak aletler duruyordu. Dört yıl sonra o tezgahta benim hazırladığım, dişlerle ve diş sorunlarıyla ilgili temel bilgileri veren bir diş kitabı duracaktı ama henüz bundan haberim yoktu.

Ben koltuğa otururken, tepsi koltuğun yanındaki ilgili bölmeye yerleştirildi ve yeşil maskeler takıldı. Sonrası bol takırtılı, ağzıma sokulan hortumun “şlırrrfff” sesleri çıkararak tükürüklerimi topladığı, pek bir şey hissetmediğim ama ağzımdan gelen inşaat gürültüsünden biraz rahatsız olduğum bir süreçti. Doktor bir ara neler yaptıklarını görmek isteyip istemediğimi sordu ve bir ayna vermeyi teklif etti. Aynayı alıp ağzıma göz attım. Savaş alanı gibiydi. Görüntüden hoşlanmadım ve aynayı geri verdim. Bir süre sonra dikişler atıldı ve operasyon tamamlandı.

Ailemle birlikte hastaneden çıktık. Farkında olmadan dilimi, yanağımı ve dudağımı parçalamamam için birkaç saat bir şey yememem gerekiyordu. Elimdeki mendille sık sık ağzımı siliyordum. Ağzımın sağ tarafı tamamen hissizdi ve salyamın çenemden damlamasını istemiyordum. O gün, 6 ay sürecek terminatör dönemim başladı. Kendime T9 diyor ve herkese dişimin olması gereken yerden sarkan metal parçasını gösteriyordum.

Altı ayın sonunda tekrar diş hekimine gittik ve bünyemin memnuniyetle kabul ettiği implantın üstüne bir diş takıldı. Ağzımda her şey olması gerektiği gibiydi. Gülüşüm ve ayda yılda bir çektirdiğim fotoğraflarım anında düzeldi. Yeni dişimle üniversiteden mezun oldum ve yine mezuniyet partisine katılmadım. Etrafa gülücükler saçtığım normal bir hayatım oldu. Bu durum 10 yıl devam etti.

10 yılın sonunda implantımda bir ağrı hissettim. Umursamadım. Ağrı giderek arttı. Umursamamaya devam ettim. Sonunda dişim sallanmaya başladı. O zamana kadar dişlerimde herhangi bir sorun yaşamadığım ve sağlığım konusunda tamamen bir pırasa kadar bilinçsiz olduğum için, 6 ayda bir diş kontrolüne gitme alışkanlığı da edinmemiştim. Diş hekimi görmeden geçen 10 yılın hesabını yeni bir implantla vermem gerekiyordu.

Yeni bir ameliyat. Yeni bir bekleme süresi. Yeniden T9 olmak ama bunun sadece birkaç hafta sürmesi. Ağzımdaki dikişler alındıktan sonra üstüne hemen geçici bir diş yapıştırıldı. Tek bir diş, iki yanındaki diş malzemesinden yapılmış kancamsı uzantılar sayesinde kesici dişime ve birinci küçük azıma yapıştırılıp sabitlendi. Dişin geçici olması, yapışkanın da geçici olması anlamına geliyordu. Birkaç kez yerinden çıkan dişimi yutma tehlikesi atlattım. Bir keresinde erkek arkadaşım da dişimi yutmanın eşiğinden döndü. Vücudumun beklenmedik bir parçasını onun ağzında bulmak, beni yine komedi ve trajedi arasında bir noktaya götürmüş ve “ühühühü” diye gülmeme neden olmuştu.

Altı ay sonra geçici diş çıkarıldı ve yerine eskisinden daha büyük bir köpek dişi yerleştirildi. Ameliyat sırasında biraz daha derine inmek, daha büyük bir implant takmak ve diş etimi biraz oymak gerekmişti. 17 yaşındayken diğerlerinden daha küçük olan köpek dişim, şimdi bütün ağzıma babalık yapacak boyuta ulaşmıştı.

Ondan sonra da akıllanmadım ve üç dişimi çürütene kadar diş kontrolüne gitmedim. Dolgularım yapıldıktan sonra hala akıllanmadığımı ve diş taşlarım otoban inşaatı yapılacak duruma geldiği halde temizletmeye bile gitmediğimi söyleyebilirim. Aptalım biraz, hepsi bu yüzden.

Şimdi iki dişimin de arkasında olan ve beni rahatsız eden parçalar, geçici dişin kancamsı uzantılarından kalmış ve zamanla sertleşip kendini diş sanmaya başlamış yapıştırıcılar olabilir. Olmayabilir de. Muhtemelen ne olduklarını ağzımda yeni bir sorun çıkana kadar öğrenemeyeceğim. Ama şu anda rahatsızım. Aynen üç ay önce selülitlerimden rahatsız olduğum gibi.

Üç ay önce bacaklarıma bakmaya başladım. Hiç huyum değildir. Bir gün yürürken gözüme çarptılar. Lambır lumbur sallandıklarını, yürüdükçe üzerlerinde portakal kabuklarının oluştuğunu gördüm. Bir süre gözlerimi alamadım. Nasıl göründüğüme hiç bakmadan minicik etekler giydiğim için kendime kızdım. Bacaklarımı bu hale getirdiğim için daha çok kızdım. Bir anda dış görünüşüme bu kadar önem vermeye başlamam daha da fazla sinirlenmeme neden oldu. Artık 17 yaşında olmadığımı, o zamanki miktarlarda çikolata yemeye devam ederek ve spordan aynı şekilde uzak durarak kendimi perişan ettiğimi, en iyi ihtimalle şeker hastası olacağımı ve günün birinde bacaklarımı kesebileceklerini düşündüm. Tamam, günde ortalama 13 saat çalışan biri olarak tabii ki spora vakit ayırmam mümkün değildi ama bütün gün bilgisayar başında otururken çikolataya abanmanın da şişmanlamak ve selülitlenmek gibi bir sonucunun olacağını tahmin etmem gerekiyordu. Yıllardır tartıya çıkmıyor, kendime boy aynasında bakmıyor, kafamı biraz aşağı indirip göbeğimde ve yanlarımda biriken yağları kontrol etmiyordum.

O gün çikolatayı, şekeri, beyaz ekmeği, tuzu ve gazlı içecekleri hayatımdan çıkardım. Hemen bir bisiklet edindim, şıpır şıpır terleme pahasına işe onunla gidip gelmeye başladım. Hayatımda ilk kez selülit kremi aldım, bacaklarıma bu kadar taktığım için kendimden ve çevremdeki herkesten çok utanarak kullanmaya başladım. Yıllar sonra tartıldım ve 17 yaşından beri 10 kilo aldığımı gördüm; onca selülitten sonra bakmaya ne gerek varsa... Çenem de durmuyordu. Arkadaşlarımın, sevgilimin, annemin, hatta babamın başının etini yedim. Saçmalamamı söylediler. Ama ben kendimi durduramıyordum. Salata yiyor, önüme gelene selülitlerimden bahsediyor, üstelik bu duruma gülemiyordum da.

Sanki çok normal bir işim varmış gibi, bir de gün boyunca yediğim çikolataları keserek iyice mutsuz olmuştum. Saat 5’te uykum geliyor, aklım büfeden torba torba aldığım çikolatalara gidiyor, çareyi bir kase yoğurt ve birkaç sunta bisküvi yemekte buluyordum. Neyse ki söylenmelerim azalmıştı ama insanları daha fazla delirtmiyor olmam, kendi içimi yemediğim anlamına gelmiyordu. Dünyada milyonlarca problem olması, işimin giderek yoğunlaşması ve sarpa sarması, bu kafayla gidersem geleceğimin pek de parlak olmaması umrumda bile değildi. Boş insan problemlerimle uğraşıyordum. Bunlara takılmak öfkeden çıldırmama neden oluyordu.

Ben de bunun üstüne istifa ettim.

Sadece üç hafta sonra tatile çıkacaktım, belki kafamı toplayıp dönecektim, sütlaç gibi olacaktım. Bekleyemedim. Bir haftanın bana yetebileceğini düşünmedim. Daha birkaç ay önce bir kez daha izin kullanmıştım, yetmemişti. Dönüşümde istifa fikri aklıma yerleşmişti. Geçer demiştim. Bırakmamıştım. Geçmemişti. Daha kötü olmuştu. Selülit olmuştu.

Bir buçuk aylık ihbar süremin başlamasıyla birlikte selülitlerim önemini kaybetti. Yeniden etek giymek istedim. Önce etek giydiğim günlerde, ardından da kalan diğer günlerde bisiklete binmeyi bıraktım. Selülit kremi yarım kaldı, hala kullanılmayan diğer kremlerin yanında duruyor. Hala beyaz ekmek, şeker ve çikolatadan uzak dursam da ara sıra yediğim pastırmalı peynirli pide hiçbir suçluluk yaratmıyor.

Tatilden dönünce bacaklarıma, karnıma, yanlarıma tekrar baktım. Bir ay önceki kadar korkunç görünmüyorlardı. İşten ayrılınca her gün bisiklete binebileceğimi düşündüm. Bir sabah bindim ve çok terledim. O günden beri bisiklet balkonda duruyor, bir kere bile pedala basmadım.

Yeni bir iş kurmayı ve istediğim kişilerle, kendi şartlarımla çalışmayı düşünüyorum. Bununla ilgili bir şeyler yapmaya başlayalı neredeyse bir ay oldu. Gidip kimseye bu yeni oluşum konusunda sunum yapmadım, müşteri bulmaya çalışmadım, oturduğum yerden yapabileceğim birkaç küçük çalışma dışında çaba harcamadım. Bir ayda sadece bir iş yaptım, o da kucağıma bırakıldı. Bu süreçte uzun süredir okunmayı bekleyen birkaç kitabı bitirdim, birkaç resim yaptım, birkaç film izledim, evimi temizledim, yemek yaptım, birkaç arkadaşımı gördüm, sevgilimle, ailemle ve kedilerimle ilgilendim. Her şey iyi gidiyordu. Hayat bana karameldi. Bundan iyisi ancak yeni işin biraz daha hızlı ilerlemesi ve bunu kendi kendine yapmayı başarması olabilirdi.

Ve bugün dişim beni rahatsız etti. Ağrısından değil, varlığından rahatsız oldum. Tam olarak dişimden de değil, arkasındaki küçük çıkıntıdan. Bu durum bana üç ay kadar önce selülitlerimden duyduğum büyük rahatsızlığı hatırlattı.