30 Mart 2013 Cumartesi

118 karakter

iş anlatmayı hiç sevmiyorum ama 118 karaktere kıllığım sessizliğimi bozmama neden oldu. twitter, seni sevmiyorum. artık bunu bilmen gerektiğini düşündüm.

kullananlar bilir, bu alette fotoğraf ya da video paylaşacağın zaman karakter sınırın iyice daralıyor. bence keşke fotoğraf paylaşmasak. zaten kampanya mesajı olmadığı sürece yazdığımız şeylerle de ilgilenmiyorlar sanırsam. bence bir şey yazmasak diyeceğim ama o zaman işsiz kalırım. bunu duymamış ol twitter.

sosyal medya, veya plasenta kimliğiyle konuşacak olursak, "conversation" işine girmeden önce facebook'a daha çok giriyordum. şimdi bazen ajans sayfasına bakıyorum çünkü d. çok geyik şeyler yazıyor. hatta officially "at kafası" olmuş durumdayız. 5 atına falan bekliyoruz. bazen de açıyorum, aynı noktaya 3 dakika kadar boş boş baktıktan sonra kapatıyorum.

daha fazla balık yemeye başladım. which is good. selülitler hala yerinde. which is tam anlamıyla "amk"! yürüyüşe inancımı kaybettim. belki kolesterolüm düzelmiştir ama.

yine bir iş münasebetiyle "çok kral" insanların sakatlıklarını, deliliklerini ve enteresan yaşamlarını inceledim. rüyama girecek kadar uzamasaydı, acayip eğlenceli bir işti. bir gece rüyamda sokrates'in olası asperger sendromu hakkında atıp tutuyordum ve sofi yorganın dışındaki ayağımla güreşiyordu. o sırada bunu platon'un hem filozof hem de güreşçi olmasına bağlamamıştım. ayağım empati ve sözel iletişim eksikliği içinde sofi'ye bir tane patlatmak istedi. bunun yerine sevecen hareketler yaptı zira sofi tam bir fındık kurdu.

ajansta şöyle bir diyalog vuku buldu:

a- şimdi herkese soruyorum. sizce inci beni gerçekten sevmiyor olabilir mi?
i- benim sevmememin ötesinde, kimsenin seni takmadığının da farkındasın, di mi?
a- dur bi', şimdi cevap verecekler. bakın buraya! sizce inci beni gerçekten sevmiyor olabilir mi?
d- evet.
o- evet.
b- belki olabilir. (politik yaklaşım)
d- ama sevmemesi sorun değil, sevmiyor gibi davranmıyor sonuçta. ben sevmesem yüzüne bakmazdım. ne bileyim, bana davrandığı gibi davranıyor. tabii burada nedense beni sevdiğini varsaydım. ahahahaha!

idolüm

şimdi, rica ederim üzerinize alınmayın sayın okurlar, zira bir tanenizin bile bunu yapmadığından eminim. bir markanın facebook sayfasına tek parçası eksik bir puzzle koyuyoruz, aşağıda da numaralandırılmış dört parça var. kullanıcıların "engage" olması için "sizce boşluğa hangi parça gelmeli?" diye soruyoruz. cevap yorum olarak yazılıyor. ama aynı anda yazmış 3-5 kişi tarafından değil. farklı zamanlarda yazmış yüzlerce veya binlerce kişi tarafından! dikkatinizi çekerim sevgili okur, çekiliş, ödül falan yok, hatta bunları çağrıştıracak bir şey bile yok. 240 kişi neden "2" yazar lan?! 

bir de "beğen-paylaş" olayını sevmiyorum. yazmam gerektiğinde (cidden gerekiyor bazen) "bu çikolatayı beğeniyorsan beğen, paylaşıyorsan da paylaş allaaaallaaa, bana ne?" demek istiyorum. 

bu kısım sosyal medyanın karanlık yüzü. ve fakat markanın oturmuş bir kimliği, uydurulmuş olsa bile güzel bir hikayesi varsa, bunun üzerine dönen "conversation" iyidir.

17 Mart 2013 Pazar

haber

bazı haberlerin sonunda (dha) yazar ya... işte ben onu (oha) diye okumaya çok meraklıyım. hobi gibi bir şey.

10 Mart 2013 Pazar

kediler ve sefiller

günlerden pazardı, üç tarafım kedilerle çevriliydi, üzerimde aniden aldığım pink floyd - the wall tişörtü vardı ve sanırım huzur komasına girmek üzereydim.

ajansta her hafta patrona üç adet mutluluk ve mutsuzluk nedenimizi yazmamız gerekiyor. ilk hafta bir şeyler karalamaya çalıştım ama sonra baktım, her şey normal. sürekli "iyiyim ben yeaa" yazıyorum, adam bir süre sonra ciddiye almadığımı düşünecek. ama söyleyecek başka bir şey yok. arada sinirlensem de kısa sürede geçiyor. bazen türk filmlerindeki ritimsiz danslardan yapıyoruz. 80'lere hala kılım. bir ara nesrin topkapı da denedik. aklımıza geldikçe portakalları dolaba koyuyoruz, sonra "ay! çok üşüyoruz!"

bu yıl oscar almış hemen hemen tüm filmleri indirip sadece sefiller'i izledim. bütün konuşmalar notalardan oluşunca müzikali sevmiyormuşum. ya havamda değildim ya da filmde gerçekten bir tırtlık var.

bir de bugün sizlere modadan bahsetmek istiyorum sevgili okur kitlesi. ben bu modanın ta tasarımcısına koyayım, olur mu? gençken giydiğim uzun, bol, siyah, penye metalci eteklerinden hiçbir yerde bulamıyorum. çok aramıyorum da aslında ama sağa sola baktım, öyle etek yok. sevgili moda, lütfen o parlaklı kazaklarını, geyikli taytlarını, türk kadınına hiçbir şekilde yakışmayan tulumlarını ve mümkünse esintileri hala devam eden seksenlerini tarihin derinliklerine göm, asabımı bozma. öpt. kib. bye.