"devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."
bu cümleyle başlayan tol, hastası olduğum kitaplar arasında en üst sıralara oynar. sarhoşlarıyla, delileriyle, aşklarıyla, devrim umutlarıyla çok çok güzel bir kitaptır.
hep söylerim, bir şeylere yaşayacak ya da en azından yazacak kadar bağlılık duyan insanları kıskanırım ben. çünkü bu duyguyu hiç yaşamadım. belki beynimin bağlılık kıvrımları eksiktir, belki beni giderek bencilleştiren küçük, fark edilmesi zor travmalar geçirmişimdir. bilmiyorum. ve bu durumu iyi ya da kötü olarak tanımlamıyorum.
bugün taksim'e gitmeye çalışan insanları ise "şukkadarcık" (baş parmağımı ve işaret parmağımı cüccük yaparcasına birleştirdim) kıskanmıyorum. bayram kutlamak, isteklerini dile getirmek ve bile bile lades demek arasında çok büyük fark var. çok benzerini mavi marmara için de söylemiştim ve bir gün farklı bir bakış açısı kazanırsam (misal, bir şeye uğrunda sürünebilecek kadar bağlılık duyarsam) bu lafımın arkasında duramayabilirim. ama şu anda diyorum ki, hem bugün taksim'e girmeye çalışanlar hem de taa ne zaman gazze'ye girmeye çalışanlar başlarına gelecekleri gayet iyi biliyorlardı. bu bilinçle hareket ettiler ve görünen köy kılavuz gerektirmedi. "ama polis şiddeti! hükümet baskısı!" falan demenin anlamı yok. şantiyeye girmek tehlikeli ve yasaktır, bu kadar.
zamanında emekçi patronların emperyonik şeysi olan işverenim 1 mayıs kutlamalarının gerçekten bayram havasında olması gerektiğini, insanların bırakın taksim'de toplanmayı, birlikte pikniğe falan gidip en azından bir günlüğüne hayatın tadını çıkarmalarını, sevdikleriyle birlikte olmalarını istediğini yazmıştı. buna katılıyorum ben. çünkü gerçekten devrimin savaşarak değil, yaşayarak gerçekleştirilebileceğine inanıyorum.
son 10-15 yılda türkiye ciddi değişimler yaşadı ve bunlar o kadar da bir anda olmadı. yıllar sonra belki kadınlar hava karardıktan sonra sokağa çıkamayacak ama bu bir günde, tek bir yasaklamayla olmayacak. tamamen senaryo ama şöyle diyelim: önce mini etek giyen kadınlar azalacak, çünkü laf atmalar tecavüzlere dönüşecek. insanlar "eh, kuyruk sallamış, hak etmiş" diyecek (hali hazırda olan bir şey bu). mini etek bir güvenlik meselesi haline geldiği için bizzat kadınlar tarafından reddedilecek. bazı sokaklar kadınlar için güvensiz olacak ve yine kadınlar tarafından haritadan silinecek. ve sonra sıra gecelere gelecek.
(hayır abi, öngörülebilir gelecekte böyle bir şey olmayacak. dediğim gibi, sadece senaryo.)
ama bir şeylerin "normalleşmesi" çok mümkün, bunu biliyoruz. asıl tehlike + fırsat da bu normalleşme. asıl devrim bu. çünkü eğer alışkanlıklar değişmezse, alışmamış götte don durmaz hesabı, o maya tutmaz. diğer yandan, bugün "yok artık!" denilen şeyler, bunu yaşamak isteyenler tarafından sürekli yapılırsa önce moda, sonra rutin olur.
tam da bu yüzden hiçbir yürüyüşe ya da eyleme inanmıyorum. sesini böyle duyuracaksan, kusura bakma ama hayır efendim, devrim falan olmayacak. atatürk veya muhammed tadında lider bekliyorsan, onu da çok beklersin, bizim aramızdan çıkmayacak. nasıl desem... "tahrir tahrir dediler, onu da gördük."
tabii bu hiçbir yürüyüşe katılmayacağım anlamına gelmez, sadece bir işe yarayacağına inanmadığım anlamına gelir. o yürüyüşlerdeki "birlik" havası, sonradan içmeye falan gitmeler, protestodan ziyade "eğlence ortamı" hoşuma gidiyor. ama muhtemelen "hınını hınını hınınınını!" şeklinde slogan atılan yürüyüşlerde bulunmayacağım. hatta şöyle diyeyim, eşcinsellerin ve beşiktaş çarşı ekibinin olmadığı yerde işim olmaz. o darbukalar, defler ortamda olacak arkadaş! asık suratlarla öfkeli kalabalık olunmayacak, yapılan işten zevk alınıp gerekirse göbek atılacak! (halaydan hoşlanmıyorum ama o da olur.)
bir de bunları şakacıktan değil, ciddi ciddi, kendi ismimle yazmak, sevilmeyeceksem bunun için sevilmemek o kadar güzel ki.
"fevkalade orantılı güç" konusunda güncelleme: zincirlikuyu'da otobüsten inen adama niye biber gazı sıkıyorsunuz olm?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder