1 Mart 2009 Pazar

just a perfect day

bazıları peri masallarını gerçekleştirmek isterler, bazıları kariyer planlarını. bazıları sıkıcı hayatlar yaşarlar aksiyon filmlerinden alıntı. ve bazen hayaller öyle karıştırır ki kafayı, bazıları ancak hayal eder gerçeği yaşamayı.

bir hayat bir hayalle parçalanabilir.

gerçekten, uydurmuyorum. bir sabah uyanırsınız ve havanın çok güzel olduğuna karar verirsiniz. bir sabah uyanır ve sıradan bir gün geçirmeyeceğinizi anlarsınız. bir sabah, her sabah gibi bir sabah, oksijenin varlığına inanırsınız.

kahvaltı için kızarmış ekmek, tuzlu tereyağı, yumuşak beyaz peynir, taze kaşar, portakal suyu ve kahve ister canınız. gözlerinizi resim gibi göstermek için eye-liner, dudaklarınızı parlatması için ışıltılı bir ruj sürmeyi düşünürsünüz. her gün giydiğiniz ağır botlar yerine her giysiye değil, bir giysiye uyabilecek ayakkabılarınızı seçersiniz.

bir gün kediniz ölmüştür. bir gün kediniz aslında hiç olmamıştır. o gün kötü bir gündür ve bir kediye ihtiyaç duyarsınız umutsuzca. belki öldürmek için, belki de bir umut aradığınız için.

işte ancak o zaman yataktan kalkma gücünü bulursunuz kendinizde. o zaman işe geç kalacağınızı farkeder, gözlerinize hızlıca bir kalem çeker, botlarınızı alelacele bağlar ve kahvaltı etmeden evden çıkarsınız. koşar adım otobüs durağına giderken bir sigara yakarsınız. olmamış ve ölmemiş tüm kedileriniz aklınızın başka bir yerinde beyin yumaklarınızla oynamayı sürdürürler.

otobüs durağına ulaştığınızda o günün farklı olamayacağını anlarsınız... eğer hemen bir şey yapmazsanız. bir günlük hayalinizi daha günün başında çöpe atmaya içiniz el vermez. gerçekten, uydurmuyorum; bir sabah kurduğunuz hayal size o kadar çekici gelir ki, hayatınızı cihangir'in kedili kadını olarak tamamlamayı bile göze alırsınız.

"pardon, saatiniz kaç?"
"8.35."
"tam 8.35 mi?"
"aslına bakarsanız 8.34 ama birkaç saniye beklerseniz 8.35 olacak."
"bekleyemem. pardon, sizin saatiniz kaç?"
"benimki tam 8.35."
"yalan söylemiyorsunuz di mi?"
"hayır, bakabilirsiniz."
"hayır hayır, size güveniyorum. benimle evlenir misiniz?"

şaşırsa mı, gülse mi karar veremeyen adam parmağındaki yüzüğü gösterirken otobüs durağa yanaşır. kırılmış gibi değil de sanki az önceki diyalog hiç yaşanmamış gibi, sadece saati sorup cevabını almışsınız gibi kafanızı çevirir ve otobüsün açılan kapısına yönelirsiniz. eli havada kalmış adamın neden aynı otobüse binmediğinden emin olamaz ama yine de sevinirsiniz. bir günün tüm oyunlarını aynı adamla oynamak istemez, daldan dala konmanın heyecanını tercih edersiniz. otobüse attığınız ilk iki adımı play tuşuna, üçüncü adımı akbile, dördüncü adımı otobüs şoförünün yanağından aldığınız makasa hediye edersiniz. siz tüm tutacaklara birer kez dokunup arka tarafa ilerlerken, arkanızdan laf mı atılır, küfür mü edilir, farketmezsiniz bile. ikinci hareket birinciye anlam kazandırmış, akıllıların sizi normalleştirmesini sağlamıştır. gerçekten, uydurmuyorum; bazen delilik bile planlıdır.

gününüzün arka plan müziği çello ve piyanoya geçmiştir. tam 12 dakika 7 saniye boyunca kulaklarınıza dolacak olan tango sayesinde sakin bir yolculuk geçireceğinizi anlarsınız. iki kişilik bir dans tek başına delirmeye izin vermez. 11 dakika süren otobüs seferini üç basamaklık lady adımlarıyla tamamlar ve metroya yönelirsiniz. zaman dolmuş, müzik değişmiştir. kapıları kapanmak üzere olan metroya koşar, giderek daralan aralıktan uçarak geçersiniz. james brown da sizinle birlikte metroya biner.

"aaauuuw! i feel good!"

gizli kamera arayan bakışlar aleni gerçekle karşılaşır. metroda bağıra çağıra şarkı söyleyen, kıvrak adımlarla dans eden kadın sadece iyi hissetmektedir. ona katılmak isteyen ama yerinden kıpırdayamayan insanlar sadece deli sanılmaya cesaret edememektedir. tek başına bir kompartıman dolusu neşenin kaynağı olan kadın sadece bir durak sonra inecektir. sadece bir kadın sayesinde, en az 20 kişinin günü iyi geçecektir.

ama dün gece, aynı kadının kedisi ölmüştür. önemli olan budur.

bazen metrodan inince omzunuzda bir el hissedersiniz. bazen elin sahibini beğenmezsiniz. bazen beyniniz vücudunuza öyle büyük miktarda elektrik göndermektedir ki, dünyanın en çekici adamından bile elektrik alamazsınız. bazen kendi zihninizde kaybolursunuz, hayallerinizin erkeğini hissedemezsiniz.

hele ki, omzunuza dokunan kişi ve hayallerinizin erkeği arasında uzaktan yakından bir benzerlik yoksa, kendisine saati sorar, "eyvah! kupa kraliçesi çok kızacak!" diyerek hızla uzaklaşırsınız.

bazen pazartesi sendromundan kurtulmak için haftayı tersine çevirir, cuma günüyle başlatırsınız. bu yöntem kediniz ölmediği sürece işler. eğer kediniz ölmüşse, hatta hiç olmamışsa; haftanın her gününü, günün her saatini, uykusuz ve endişeli bir pazar gecesi olarak yaşarsınız. bazı pazar geceleri canınızı acıtır, uyuyamazsınız.

bir sabah, her sabah gibi bir sabah, günü farklı geçirmek için kendinizi zorlarsınız. daha dün gece dudaklarınıza başka dudakların değmeyeceğinden eminken, pazartesiyi bu şekilde atlatamayacağınızı anlarsınız. asansörde gördüğünüz bir çift dudağın tadına bakarsınız. bu asansörü de herhangi bir filmin herhangi bir sahnesi olarak ele alırsınız. gerçekten, uydurmuyorum; eğer rol yapıyorsanız asansörde sevişmek ya da ölmekten başka şansınız yoktur. ve bazen ikisi aynı anlama gelir.

bir pazar gecesi kediniz hayallerinizi paramparça ederek ölmüştür. umutsuz da hayatta kalabileceğinizi anlarsınız.

4 yorum:

Aslı Soylu dedi ki...

su gibi akıyor çok güzel hiç değiştirme oynama yapma. benzetmeler tanımlar falan o kdr yerinde ki oynatmaya gelmez.

honour knowledge dedi ki...

"ben çok beğendim, selamlar sunuyorum"
- anır navlıc'ın ölmeye direnen kedisi

aslı topcu dedi ki...

herkes peri masalı yaşarken, bizi peri masalı aramaya sürükleyen hayata içiyorum.

sokakpergeli dedi ki...

beat it.