30 Mart 2009 Pazartesi

sonsuza kadar

her ölümsüzlük arayışı aşkla başlar. ve hepsi aşkını kaybeden, kalan her şeyden de nefret eden ölümsüzlerle biter.

insanı delirten aşk değil, aklının bir türlü alamadığı sonsuzluktur.

bu hikaye farklı insanların farklı aşkları, doğurdukları farklı çocuklar ve neden oldukları farklı yıkımlarla başlıyor, bitiyor, tekrar başlıyor ve sonu gelmiyor. çünkü ölümsüzlük bulunmasa da hayat bir şekilde devam ediyor.

ilk aşkımız lale ve kenan'a ait. anneannem ve dedem. yıllarını birlikte geçiren, üç çocuk sahibi olan bir çift. dedem torunları arasında yalnız beni görebildi, yalnız beni sevdi. kıskançlığı tanımamam belki de bu yüzden. herkes gibi bir gün o da öldü. belki sigarası yine elindeydi, belki son kez rakı balık sefası yapamadığı için gözleri açık gitti. belki de sevgili lale'sini son kez görebilmek için ısrarla kapamadı gözlerini. serseri kanımın sahibi, hayatımın her dönemini yalnız bir arkadaşa adamamın sebebi dedem, sessiz sedasız gitti. o güne kadar sevdiğim tek adam, tek arkadaşım, beni de bıraktı. minicik beynim, büyüdükçe ruhumu da zehirleyecek "boşluk" kavramıyla tanıştı. ama daha önemlisi, üç çocuğunu da evlendirmiş, ununu elemiş, eleğini asmış anneannem tek başına kaldı.

lale kenan'ı ne kadar sevmişti bilmiyorum. ama doğrusu, çok alışmıştı ona. bir anını bile onsuz düşünmemişti ki yıllarca. gün geldi, bir anını bile onsuz düşünmesi gerekmedi. anneannem bir yerden sonra daha fazla düşünemedi.

bir aşk hikayesi hastalıkla, ölümle, özlemle ve unutuşla bitti. ya da bize öyle gibi geldi. çünkü alzheimer anneannemin aklından biricik eşini silemedi.

bu birincisiydi. bir aşktan üç çocuk, üç çocuktan üç evlilik doğdu. bu evliliklerde aşk var mıydı, yok muydu, hiç bilemedim. hiç ilgilenmedim, öğrenmeyi denemedim. varsayımlarımla yetindim ama bu da gereksizdi. ama uzaktan bakıldığında, çiftlerden birinin birleşmesi biraz daha aşk gibiydi. onların ayrılığıyla çocuk zihnim evliliğe inancını kaybetti. küçüktüm, ufacıktım, boşanan çifte darılmıştım. ilişkilerini sürdürmek için dünyaya getirdikleri, kendi hayatlarına dönerken tamamen gözardı ettikleri iki çocukla "güven" kavramını kaybettim. terketmenin ne demek olduğunu çocuklar sayesinde öğrendim.

bir aşk hikayesi yalanla, ayrılıkla, nefretle bitti. ya da bize öyle gibi geldi. çünkü bu hikayenin sonuçları hepimizi etkiledi.

annem ve babamın bir aşk hikayesi yok sanırım. bir dönem birbirlerini çok sevdiklerinden eminim, şimdi yıkılmaz bir alışkanlıkla bağlandıklarından da. annemin romantizme duyduğu özlemi, babamın kaybetme korkusunu, birbirlerine bir türlü söylemedikleri, havada asılı kalan sözleri biliyorum. ama aşk? işte o farklı bir mesele. onları izlerken hayatı öğrendim. onları izlerken bir tek şeyi, aşkı göremedim. çok derine ittim, görmemek için elimden geleni denedim ama onları izlerken, olmayan birini özledim. onları izlerken aşktan nefret ettim. bir süre sonra nefretim de geçti, "aşk" kavramını hayatımdan sildim.

bir aşk hikayesi anlayışla, saygıyla, yıllar süren bir sabırla, başlamadan bitti. ya da bana öyle geldi. çünkü bir gün kaskatı kesilmiş, sabit fikirlerim bir aşkla altüst edildi.


II.

devam eden aşklar bir okur için ilginç değildir. anlatılacaksa bile, anlatıcının sık sık tahtaya vurmasını gerektirir. çünkü aşıklar "son" kelimesinden ölesiye çekinir.

bazı aşklar ölüm ve sonsuzluk arasında bir seçim yapmayı gerektirir.


III.

anneannem önce gezmeyi çok özledi. adım atmaya çalışırken kırılan kemikleri onu evine hapsetti. sonra evini çok özledi. tanımadığı odalarda gezinirken kendini hep bir yabancı gibi hissetti. son olarak, eşini çok özledi. bir hayali misafir etti, o giderken boşluğa el salladı. anneannem çok ağladı. yalnızlıktan, yaşlılıktan, yorgunluktan gözünde yaş kalmadı.

oysa en büyük ihaneti hafızasından görmüştü. günlerce, gecelerce ağlıyor, gözyaşları yüzündeki kırışıkları dolduramadan neden ağladığını unutuyordu. bazen çok korkuyordu. yatağında tir tir titriyordu korkudan. neden korktuğunu hatırlamıyordu. kuş gibi titreyen ellerini tutmak bile insana acı veriyordu. pek çok konuda çocuk gibi inat ediyordu. ikna etmeye fırsat bulamadan istekleri aklından siliniyordu.

bu durum hepimizi bir şekilde değiştirdi. becerikli annem ve anaç teyzem sorumluluğu üstlendi, çünkü dayım kendine yeni bir hayat kurmak için başka bir ülkeye gitmişti. zaten burada olsa da bir şey değişmezdi. o eskiden de bir çocuğun sorumluluğunu alabilecek biri değildi. diğer herkes de olan bitenden kendi payını aldı. benim payıma düşen, yapabileceğim hiçbir şey olmadığını bilmek ve beni pek fazla hatırlamayan anneannemden giderek daha fazla uzaklaşmak oldu. ama annemin anlattıklarını dinledikçe uzaktan üzülmek yeterli gelmiyordu. anlatılan her şeyle birlikte içimde bir plan şekilleniyordu. uygulamak içinse elime bir fırsat geçmek üzereydi.


IV.

tüm seslerin arasından sıyrılıp "sonsuza kadar" diye fısıldadı kulağıma. tekrar tekrar yankılandı. beyin kıvrımlarımı doldurdu. "ikimiz için de mi?" diye sormak istedim. kelimeler harflere, harfler noktalara dönüştü. buhar olup uçtular. burada benim sesim kabul edilmiyordu. çoğunun varlığımdan haberi bile yoktu. yalnız bir ses, özellikle bana ulaşmaya çalışıyordu. bir teklif sunmak için. bir pazarlık yapmak için. alışverişi tamamlamak için.

günışığı ruhunu satan kimseye tanık olmamıştır. bu tip pazarlıklar gece, uyku ve uyanıklık arasında yapılır. kulaklar olmayan şeyleri duyar, beyin olmayan şeylere inanır, kalp daha hızlı atmaya başlar ve insanın en derinlerinde saklanmış istekleri uyandırır. ruh zaten her an, her yere gitmeye hazır, uçarı bir yapıdadır. uyku ve uyanıklık arasında meydanı boş bulur, kendini şeytana kaptırır.

"istemez misin?" diye devam etti. aklım ruhumu tutmaya, kalbimi sakinleştirmeye çalışırken, duygularım içimde geçit töreni düzenliyordu. daha tanımazken bile özlediğim, inanmadığım için kendimi eksik hissettiğim, belki ucundan yakalarım diye saçma denemeleri bile göze aldığım ve beni hep yarım bırakmış bir şeye, aşka, sonsuza kadar sahip olacağımı söylüyordu.

"karşılığı bir hayat" dedi. bir hayat, bir ölüm demekti. bir ölüm, bir plan.

cevap vermedim. gözlerimi açtım. gece yarısından sonraki ilk sigaramı yaktım. yatağıma geri döndüysem de orada fazla kalamadım.


V.

"haydi yat artık, geç oldu" dedim. çocuk gibi itaat etti, titreyen elinden tutup yatağına götürdüm. geceliğini giymesine yardım ettim. küçülmüştü, omuzları düşmüştü, derisi bedenine büyük gelir gibi sarkmıştı. yine bir şeye sinirlenmiş, daha gözleri dolarken unutmuştu. yatağına uzanırken ağrıyla inledi. her hareketinde, her nefesinde içimden bir şey kopuyordu. anneannemi böyle görmek kalbimi kırıyordu.

başını yastığa koydum, üzerini örttüm. korkmamasını, gece boyunca yanında kalacağımı söyledim. uyuyana kadar tel tel ayrılmış, iyice seyrelmiş saçlarını okşadım. derin nefes almaya başladı. önce saydamlaşmış göz kapaklarının altında gözleri titredi, sonra kaşları hafif çatıldı. kötü bir rüya başlamış olmalıydı.

kedi sessizliğiyle kalktım, yastığı elime aldım. kenarlarını sıkıca kavrarken ses arkamdan fısıldadı, "evet demen yeterli."

yastığı yüzüne bastırırken "sonsuzluğu istemiyorum," dedim, "bunun için sana ihtiyacım yok."

2 yorum:

Aslı Soylu dedi ki...

büyük başarısızlıklar tehlikelidir.

İnci Vardar dedi ki...

artık sen de bir şeyler yaz be hatun. gelmesek de görmesek de yazılarınızı özlüyoruz, hayranınızız, bir imza verir misiniz?