22 Ekim 2009 Perşembe

haz

and i want you...
and i want you...
and i want you...
and i want you!

uyudum, uyandım, düşündüm, kendime geldim.

sigara gibi değil. sigara bir alışkanlık. varlığı kabullenilmiş bir etki. yokluğunda insan delirir, ellerini nereye koyacağını bilemez. ama alışkanlıktır sonuçta. nikotin bir şekilde atılır, asıl zor olan yemek sonrasıdır.

alkol gibi değil. alkol bokunu çıkarmadığın sürece keyif verir. fazlası kusturur. bilincini kapatır, sızar kalırsın. alkolik değilsen, verdiği rahatlığı ve keyfi ara sıra ararsın. kolay kolay bağımlı olmazsın. rahatsız hissettiğin durumlarda ihtiyaç gibi gelebilir ama öğlene doğru ellerin titreyecek duruma düşmemişsen sadece bir sosyal içicisindir.

you are the perfect drug
the perfect drug
the perfect drug

bir alışkanlık değil. varlığını "default" olarak kabul etmiş değillim. bir bağımlılık değil. bilincim her zamanki gibi yerinde, hala ben ve benim isteklerim her şeyin üzerinde. en önemlisi, ona ihtiyaç duymuyorum. sadece son birkaç gün aşırı dozda aldım. sanki elimin altında duruyordu, ben de aklıma estikçe, elim boş kaldıkça, gözüm takıldıkça çarşaflara sarıp sarıp içiyordum onu. saf keyif. romantizmin dorukları veya kendimi kaybettirecek duygular değil. sadece varlığından alınan haz. yokluğu aklıma gelince bakışlarımı hüzünlendiren ama asla "dağılırım, paramparça olurum, toparlanamam" dedirtmeyen, sadece "böyle olmasını istemiyorum" diye düşündüren. tadı damağımda kalan bir keyif.

she don't lie
she don't lie
she don't lie
cocaine

bugün kendisi güzel bir tanım yaptı. "şu anda sadece keyif veriyor" dedi, "öyle de kalmasını istiyorum." o sırada aklıma gelmemişti ama ne güzel analoji olmuş.

endişelenecek bir durum yok aslında. şimdi tatildeyim ve kafamda iş kavramı yok. ayrıca, dediğim gibi, son birkaç gün pamuk şeker tadındaydı ama dişlerimi çürütmeyecek kadardı. üç gün sonra damağımdaki çok güzel, çok özlenesi tatla birlikte normal hayatıma döneceğim, beyin kıvrımlarım yine günlük düşüncelerimle dolacak.

tamam canım, panik yapılacak bir şey yokmuş. dağılabilirsiniz.

mantık ne güzel şey
ne güzel şey mantık

18 Ekim 2009 Pazar

richter

düşündüm de, keşke osmanlı döneminde bilime daha çok önem verilseydi, en azından bir richteran takımı kurulsaydı.

belki de vardı böyle bir şey. honour knowledge, senin bir malumatın var mı bu konuda?

15 Ekim 2009 Perşembe

"hard work never killed a man"

dün bir reklam izledim. dahiyane bir fikir değildi ama farklıydı. özgüvenimi sıfırlamaya yetti.

bugün "beni işten çıkarsanıza," dedim, "hiç yeni müşteri alamadık, pek de işe yaradığım söylenemez." d. saçmalamamamı söyleyip kafama bir tane geçirdi. iş çıkışında da gayet farkında olduğumuz gerçeklerden bahsettik. her şey fikirde bitmiyor.

bu dahiyane fikirler çıkardığımız anlamına gelmiyor. en kallavi ajanslardan da sürekli muhteşem fikirler çıkmıyor. ama ellerindekileri satabiliyorlar.

oysa kendi içimde öyle bir yere geldim ki; yazdığım her cümleyi "mediocre" diyerek karalayabilir, bulduğum her fikri "demek ki iyi değilmiş" diyerek çöpe atabilir, hayat ve üretimi bir tuttuğum halde reklamı da yazarlığı da, tüm hobilerim ve yeteneklerimle birlikte cehennemin dibine gönderebilirim. ilk kez dinlenmeye ihtiyaç duyuyorum. yıllarımı tatilsiz geçirirdim ben, hiç koymazdı. on ayda geldiğim noktaya bak.

öğrendiğim bir şey var ama:
I believe in the Scottish proverb: "Hard work never killed a man." Men die of boredom, psychological conflict and disease. They do not die of hard work.
David Ogilvy

geçen yıl tam bu zamanlar işten çıkarıldım. o iş on dokuz ay sürdü. dinlenmeden, dinlenmeye gerek duymadan. son zamanlarında o kadar sıkılmıştım ki olan bitenden, o kadar güzel çalışma arkadaşlarım gitmişti ki, kovulduğuma hiç üzülmemiştim. başıma gelen en iyi şey olduğunu düşünmüştüm hatta. çıkardıktan sonra üç kez geri çağırdılar, dönmeyi düşünmedim.

sonra, "muteber" bir ajans, babamı bile memnun edecek türden. neden iş değiştirmek istediğimi bir türlü anlamıyordu. sonunda, iki ajansa da yazarlık yapmaya başlayıp freelance işten daha iyi sonuç aldığımı öğrendiğinde, "en verimli zamanımı" yaşadığımı ve haklı olduğumu söyledi. oysa ben bu arada nasıl da dağıldım, nasıl da değersiz hissediyorum şimdi. yepyeni bir öz geçmişim var ve hiçbir yere gönderemiyorum. çünkü on aylık çalışmamın sonucu bir hiç. çünkü ben bu insanlara "aslında süperim" diyemem. çünkü şu anda buna ben de inanmıyorum. kim ne derse desin, beni ne kadar överlerse övsünler... kendime yapıştırdığım o lanet "mediocre" yaftasını kafamdan çıkaramıyorum.

asıl kötü olan, savaşarak ya da direnerek bir şeyleri değiştirebileceğimi bildiğim halde başkasını suçlayıp kolaya kaçmam. iş satılmıyor mu? satamayanı suçla! ne de olsa benim görevim değil diyerek otur yerinde! oh ne ala!

ama diğer yandan, ben hiçbir zaman yazar dışında bir şey olmak istemedim ki. herkesin üzerine düşen görevi iyi yaptığı, kimsenin başkasının işine burnunu sokmadığı, benim gibi insanların olduğu bir yerde çalışmak istedim ben. ama olmuyorsa da birilerinin işi ele alması gerekir, değil mi? mesela yapabilenlerin. ben bunu yapmadım işte. şimdi de sonuçlarına katlanmak durumundayım.

insanlara değersiz hissettirmek çok zor değil. ama kendi özgüvenini sıfırlamış birine de kimse kolay kolay değerli hissettiremiyor.

bu tatile ihtiyacımın olduğunu söyledim. bir haftadır gideceğimi söylüyorum. şirket benim sayemde ayakta kalıyor değil ama yokluğumda sorun çıkmasın diye gerekenleri yaptım. bugün, haftaya girilecek konkur için fikir bulduğum halde "izin formunu imzalayamam, gitmene izin veremem" dedi. elbette gitmeme izin verecek, yarın bütün sorun çözülmüş olacak. haftaya şalteri tam olarak indirmesem de o binaya girmeyeceğim. bunların farkındayım. ama ne gerek vardı ki akşam akşam sinirlerimi bozmaya?

başka ajanslara başvurmaya cesaretim yok. ben bunu söyleyecek adam mıydım?

3 Ekim 2009 Cumartesi

handan kadınlar

ne mum kokulu ne de tatminsiz. bazen neşesiyle etrafı yakıp kavuran, bazen buzdolabı kadar soğuk ama hep kendi içinde, hep kendiyle. içinde "kendi" olmaktan doğan bir mutluluk, herkese gösterilmeyen sonsuz bir sevgi. kalbi sevmek için atan kadınlar, üzüntüsünü kendine saklayıp en ufak sevincini başkalarına da bulaştıranlar. aklına güvenen, duygularını hep dizginleyen ama yeri geldiğinde kalbini sonuna kadar açabilen bizler.

ideallerimiz var bizim, hayatımız var. kendi kendimize yeteriz ama her şey tastamam da olsun isteriz. bizler eksikliğimizi saklarız başkalarından, ideallerimizin yüzü olacak, ona can verecek kişiyi bekleriz. bardan adam kaldırmaktan kolay bir şey yoktur ama biz sadece bacaklarımızın arasında değil, kalbimizde ve beynimizde yer edecek kişiyi isteriz. sadece sevmek ya da sevilmekle yetinmez, tamamlanmadığımız zaman sıkıntıya düşeriz. sıkılana kadar da elimizden gelenin en iyisini yapar, karşımızdakine kendini tanrı gibi hissettiririz. tripten anlamayız biz, ortak mutlulukları çok severiz.

bizler kadınız. gerçek kadınlar. erkek algısına göre şekillenmemiş, kafaları dolu, kalpleri çarpan kadınlar. tutkularımız ve isteklerimiz var. ama kimseden bir şey istemeyiz, dilencilik kanımızda yok. en büyük arzumuz kendisini bize sunduğu anda gözlerinde beklediğimiz ateşi bulamazsak, onu reddederiz. çoğu kişi bu reddi kaldıramaz, nasıl olup da tanrı'dan paçavraya döndüğünü anlayamaz. bizler riya karşısında hayat karartan kadınlarız. bunu sadece giderek yaparız.

halide edib yaşasaydı da arkadaşım olsaydı keşke diyemem. şimdi onun yerinde biz varız.