30 Haziran 2013 Pazar

sandık, reklam, iyimserlik, umut ve gerçekler.
izleyin bu filmi.

sıradaki!

anlamadığım çok şey var. bilmediklerim, belki anlamadıklarımdan bile fazla. bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak pek şık bir davranış değil.

bu yüzden fazla vik vik etmemeye çalışıyorum (evet, bu fazla konuşmayan halim. en az sekiz paragraf) "aslında tayyor son çırpınışlarında" veya "bu işin arkasında uzaylılar yok tamam mı?!" diye. bilmiyorum yani. koskoca babam bile, zamanında oy verdiği demirel için "amerika'nın kuklasıymış aslında" diyor bugün. benim eser derecede yaşam tecrübem ve çölde kum tanesi bilgimle olan biteni tüm yönleriyle anlamlandırmam nereden baksan 200 yıl.

gelecekte ne olacağını merak ediyorum. sabırsızım.

peki bu hepimizin derdi olabilir mi?

değişimi kendi yaşam süremiz içinde, hatta mümkünse, henüz gençken görmek istiyoruz belki de. fitili ateşledik,  havai fişekler patladığında orada olmak istiyoruz. öyle bir dünya pek mümkün olmayabilir ama. imkansız demiyorum, mümkün olmayabilir. biz ki, olayları az çok yönlendiren kişiler bile değiliz (vurmadan önce bi dinle), o mini mini parmakları yumruk şeklinde birleştirmedikçe, beatrix kiddo'nun burnunun ucundaki tahtayı kırdığı "kıp! kıp!" hareketini yapmadıkça mikkemmel bir dünya görmemiz pek olası değil. yani neymiş? güç ve sürdürülebilirlik.

biz şimdi çocuk yapmıyoruz ya. o yanlış işte annem. milletin geleceği konusunda söz sahibi olmak istiyorsan çocuğunu da yapacaksın, en az üç çocuk eğiteceksin de. öyle armut piş, ağzıma düş "hayalimdeki türkiye" olmaz.

sonracığma, oturduğumuz yerden siyaset yapıp bir stk'ya veya partiye girmiyoruz ya. o da yanlış işte. bu ülkede demokrasi, mecliste kimin sesi daha çok duyuluyorsa onun demokrasisi. (dış mihrakları iki dakika dışarıda bırakalım lütfen.) şimdiye kadar kahveden dünyayı kurtarabilenle karşılaşmadım şahsen. kahve önemli, o ayrı.

zamanında demirel "yollar yürümekle aşınmaz" demiş, adam haklı. o alaycı cümle, devletin vatandaşa bakışını da mükemmel bir şekilde özetliyor. bu ülke hiçbir zaman vatandaşına, "76 milyonda 1" adamlara gösterdiği saygıyı göstermedi. hiçbir zaman halkın isteğini dikkate almadı. demokrasi hep seçim sandıklarında kaldı (darbe dışı şartlardan ve olabildiğince temiz seçimlerden bahsettiğim anlaşılıyordur sanırım) ve sokağa inemedi. ne zaman halk "ayıboluyo ama!" dese, üstüne polisi, askeri saldılar. yediğimiz fiskeden kat kat ağır yumruklar indi milletin tepesine.

biz hala demokratik, hatta ileri demokratik bir ülkeyiz - sözde. çünkü bizde demokrasi böyle. birileri osurur, birileri sıçar. birileri emir verir, birileri hazır ola geçer. değişmez mi peki bu?

benimle değişmez - hiç bu tarafa bakma. ideolojisiz, inançsız, ileri görüşsüz, asosyal, üşengeç insandan bir halt olmaz. yiğit bulut'un bahsettiği uyuyan hücrelerden biri olsam, "kalk yerine yat" der, örgütten atarlardı beni.

ama şu orantısız zekalı yüzbinler arasında da taksim dayanışması gibi kısır kalmayacak, aklı başında birkaç yüz kişi vardır herhalde. en azından çocuğunu her şeyden önce insan olarak yetiştirecek birileri vardır. olmalıdır. millet tavşan gibi ürüyor valla, biz on yılda bir "nereden çıktı bu insanlar?" diye soruyoruz. adam en az üç isterken haybeye konuşmuyor.

ya, bu kadar konuştum ama aslında diyorum ki, daha fazla kimse yaralanmasın, göz altına alınmasın. o güzelim kalabalık eksilmesin, çoğalsın.

şahsen, birinden dayak yedikten sonra, onun karşısına aynı şekilde çıkmayı tercih etmem. ya adam toplarım, ya sinsi gibi arkasından vururum, ya ödlek gibi uzaktan taş atarım. ama aynı şartlarda, aynı dayağı yediğimde kimsenin beni alkışlamayacağını biliyorum.

belki de artık parklar ve bahçeler forumlarında "sıradaki eylemimiz şurada çömelmek olsun" yerine, en az üç çocuk yetiştirmek üzere müfredat hazırlama çalışmalarına girişilme zamanı geldi.

17 Haziran 2013 Pazartesi

olumlu

bu kadar vit vit ettikten sonra birden aklıma geldi; olumlu, hatta belki de fazlasıyla olumlu baktığım iki şey var:

- şövalye ruhlu semt çocukları çArşı
- hak yiyene hack yediren RedHack

çok takdir ediyorum. en aşırılısından.

tayyip istifa

direnişin ilk romantizmi yerini soğuk mantığa teslim ederken (ki ağzıma sıçayım, 31 haziran'da bile eleştirecek bir şeyler buluyordum), azıcık bir şeyler daha söyleme zamanının geldiğini hissediyorum. kimsenin düşünmediği, yazmadığı şeyler değil. sadece bu akşamüstü kulağıma çalınan birkaç cümle dikkatimi çekti.

eve dönmek için karaköy'den geçiyordum. yanımda bir arkadaşım vardı. arkamdan yürüyen iki polis arkası bitirimi "ölümüne tayyip" sloganları eşliğinde birkaç kişiyi kesebileceklerinden bahsediyorlardı. içimden dönüp "neden peki? birilerini kesmenin yanlış bir şey olduğunu bilmiyor musunuz?" diye sormak geçiyordu. bir şey demeden yürümeye devam ettim ama korktuğumdan değil. onlarla oturup çay içmeyeceğimi bildiğim için yapmadım bunu. yoksa derdimi tarafsız bir nezaketle, gayet ikna edici şekilde anlatmayı da bilirim. gerginlik çıkacak gibiyse hiç gocunmadan "yeg yeaa, ne direnişi, kapitalistin önde gideniyim ben" diye yalan da söylerim. gayet eminim, hiçbirinin aklına "e orada senin gibi kapitalistler de var" demek gelmez.

önce dinleyip sonra da savunmaya geçmek yerine uygun soruları sorunca çözüme ulaşmak - hiç olmazsa zeytinyağı gibi üste çıkmak - zor değil. ama yapmadım. o sırada yanımda arkadaşım olmasaydı bile yapmazdım. çünkü dediğim gibi, onlarla çay içmeyektim.

merak ettiğim şeyler var benim. ama bunları ancak tanıdığım, çaya davet ettiğim, dinine ve başbakanına takım tutan fanatik derecesinde bağlı olduğunu bildiğim komşuma sorabilirim. yolda pervasızca tehditler savuran, tanımadığım adama değil.

komşum, teyzem, amcam, söyler misiniz lütfen, başbakanı neden böylesine seviyorsunuz? anlıyorum, zenginseniz, o adam sayesinde daha zenginsiniz; fakirseniz, o adam sayesinde ilk kez kallavi biri sizin hizmetkarınız olduğunu söyledi. ama yeter mi bunlar? yılan size ne zaman dokunuyor, bunu bilmek istiyorum ben. birileri sokakta öpüştüğünde mi? birileri sizin tiksineceğiniz bir kitabı okuduğunda mı? birileri sizin hiçbir zaman alamayacağınız bir inşaat projesine karşı çıktığında mı? kazancınızın yarısını devlete vermek, deprem olduğunda o paranın aslında varolmadığını bilmek bile mi koymuyor? o adamı desteklemenizi anlarım da, benden niye nefret ediyorsunuz? çünkü biliyorum, bu nefret yeni değil. milyonlar sokağa dökülüp "tayyip istifa" diye bağırmadan önce de vardı bu. o haykırışa biraz da sizin bu nefretiniz sebep oldu.

bir de o haykırış var tabii. o da akşamüstü kulağıma çalınan cümlelerden biri.

beşiktaş'a geldim, ufak bir masa açmış imza toplayan gençlerle karşılaştım. tayyip istifa etsin diye imza topluyorlarmış. birinin elinde pankart var, birinde megafon. onlara da sormak istediğim birkaç şey vardı, sormadım.

çay içecek olsak, "tayyip istifa etse ne olacak?" diye sorardım önce. hadi diyelim adam bir an delirdi, "tamam abi, kapatıyorum dükkanı, hemen şu anda gidiyorum buralardan" dedi, yerine kimi koyacaksın? kılıçdaroğlu'nu mu? bahçeli'yi mi? demirtaş'ı mı? tarhan'ı mı? bir zamanlar "kılıçdaroğlu istifa etsin, yerine böyle adam gibi adam gelsin" dediğin muharrem ince'yi mi? (emine ülker tarhan toma'nın önünde durunca adamın pabucunu hemen dama attın, di mi?) sonunu düşünen kahraman olamaz belki ama bu ülkenin kahramana değil, düzgün düşünen ve davranan bir ceo'ya ihtiyacı var. yoksa öyle haybeden "tam bağımsız türkiye!" demek kolay.

ama bu da bir şeydir. bu kadar büyük bir topluluğun bunu dile getirmesi, en azından, "bir" şeydir.

sevgili okur, lütfen kusuruma bakma. olumsuz düşünce konusunda benimle yarışabilecek kişilerle henüz tanışmadım. belki moral bozmamak için yazmıyorlardır. inan bana, bu yazdıklarım olumsuzluğumun %10'u bile değil. bana kalsa tahrir de fıs.

biliyorum, bu ülkede bir şeyler oldu. henüz sonuçlanmadı. nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum. devam eden süreç hakkında atıp tutmak doğru değil. yine de kafamda bir sürü "ama" var. şu bloga yolu düşen kimse yazdığım birkaç cümleyle sinirlenmesin, moralini bozmasın. en azından hayattayız ve alacağımız çok yol var.

8 Haziran 2013 Cumartesi

the revolution will not be televised

çok acayip günler yaşadık, yaşıyoruz. zaman makinesini hiç bu kadar çok istememiştim. şu andan bir ay sonrasını ve 100 yıl sonrasını hızlandırılmış şekilde yaşayabilmek için higgs bozonu yutasım geliyor.

neden meydanda olduğumu, neyi savunduğumu, neye karşı koyduğumu anlatmayacağım. biber gazının tadından, korku ve heyecandan, gözlerimin dolmasına neden olan, ağzımı açık bırakan olaylardan bahsetmeyeceğim. orada olanlar bunların hepsini yaşadılar, olmayanların bir kısmı başkalarından bol bol dinlediler, "camide grup seks bile yapmış olabilirler" diyen andavallar ise zaten ilgilenmiyorlar. komplo teorilerine ise hiç girmiyorum. bazı kişiler gibi ben de banu avarlık yaptım kendi içimde ama bu kadar güzel bir oluşumu şu anda anlamsız olan düşüncelerimle kirletmek istemiyorum.

değişmeyen tek fikrim var, ondan bahsedeceğim: sadece yürüyerek bir şey değişmez.

müthiş bir başlangıç oldu bu hareket. taraflılar, tarafsızlar ve "tarafını zitiim" diyenler birleşti, farklı dertlerle aynı yöne yürüdük. medyaya ve başbakana rağmen/sayesinde hala birlikteyiz. yalnız gezi parkı değil, türkiye'nin dört bir yanı tontiş insan kaynıyor. buraya kadar her şey güzel. peki şimdi ne olacak?

erken seçimden bahsediliyor, malum. bu seçim yapılırsa akp yine bir sürü oy alacak ve 3 dönem kuralı, akp'li bir yetkilinin sözleriyle "uluslararası bir komplo varken" hükümsüz kalacak. aynı adamlar, aynı zihniyet, aynı tas, aynı hamam.

keşke gezi grubu özerk bir cumhuriyet olsa; mutlaka beceremediğimiz şeyler olur ama gül gibi geçinip gideriz bir süre. gargamel tehlikesi sürdüğü müddetçe şirinler köyü'nde sevgi kelebekleri gibi takılırız. belki sonra yeniden birbirimize kıl olmaya başlarız ama orta yolu da buluruz, provokatörlere "höt!" dediğimiz gibi kavgaları da ayırırız. ama öyle bir dünya yok işte. türkiye'de yaşıyoruz ve burada kimin at koşturacağını seçimler belirliyor. ve bir konuda haklılar: bu ülkede düzgün muhalefet olsa bizim sokağa dökülmemiz gerekmezdi.

bu bir halk hareketi ve bir lideri yok. biz varız. şimdiye kadar gözardı edilen, mecliste temsil edilmeyen, internetlerde kendi arasında konuşan insanlarız. başbakan "bu çapulcular bayrak yakıyor" dediği zaman ona inanan çok insan çıkıyor. bu insanlar "yol ver gidelim, taksim'i ezelim" diyorlar. (korkmayın hemen la. havaalanındaki o topluluk babbayı ezer. ama tophane ve kasımpaşa ayrı, onlardan ben de korkuyorum.) ayakta kalmamız için bir sonraki adımımıza karar vermemiz gerekiyor artık. birkaç hafta sonra gezi parkı bugünkü festival tadını kaybedecek - eğer polis tekrar saldırmazsa. o gün, biz hiçbir şey yapmadan gelirse, sadece gezi parkı'ndaki ağaçları kurtarmaya çalışmakla sınırlı kalırsa, o zaman yine yerimizde sayıyor olacağız.

bir şeyleri şimdiden değiştirdik. bazılarımız belki farkında değildir ama bir şeyler değişti. bu kadar uzun süren bir direniş etkisiz değildir. ama etkisini kısa sürede kaybedebilir. occupy wall street %99 için hayatı kolaylaştırmamış olabilir ama italya'da 5 star movement meclise girmeyi başardı. yani diyorum ki, bu aşamaya gelmişken bir şeyler olabilir. ama ancak devamını getirirsek, somut kararlar verirsek.

arman öyle güzel bir şey söyledi ki, onunla bitirmek isterim:
- bir kere uyandın, "5 dakka daha..." diyip tekrar uyuma türkiye.