anlamadığım çok şey var. bilmediklerim, belki anlamadıklarımdan bile fazla. bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak pek şık bir davranış değil.
bu yüzden fazla vik vik etmemeye çalışıyorum (evet, bu fazla konuşmayan halim. en az sekiz paragraf) "aslında tayyor son çırpınışlarında" veya "bu işin arkasında uzaylılar yok tamam mı?!" diye. bilmiyorum yani. koskoca babam bile, zamanında oy verdiği demirel için "amerika'nın kuklasıymış aslında" diyor bugün. benim eser derecede yaşam tecrübem ve çölde kum tanesi bilgimle olan biteni tüm yönleriyle anlamlandırmam nereden baksan 200 yıl.
gelecekte ne olacağını merak ediyorum. sabırsızım.
peki bu hepimizin derdi olabilir mi?
değişimi kendi yaşam süremiz içinde, hatta mümkünse, henüz gençken görmek istiyoruz belki de. fitili ateşledik, havai fişekler patladığında orada olmak istiyoruz. öyle bir dünya pek mümkün olmayabilir ama. imkansız demiyorum, mümkün olmayabilir. biz ki, olayları az çok yönlendiren kişiler bile değiliz (vurmadan önce bi dinle), o mini mini parmakları yumruk şeklinde birleştirmedikçe, beatrix kiddo'nun burnunun ucundaki tahtayı kırdığı "kıp! kıp!" hareketini yapmadıkça mikkemmel bir dünya görmemiz pek olası değil. yani neymiş? güç ve sürdürülebilirlik.
biz şimdi çocuk yapmıyoruz ya. o yanlış işte annem. milletin geleceği
konusunda söz sahibi olmak istiyorsan çocuğunu da yapacaksın, en az üç
çocuk eğiteceksin de. öyle armut piş, ağzıma düş "hayalimdeki türkiye"
olmaz.
sonracığma, oturduğumuz yerden siyaset yapıp bir stk'ya veya partiye girmiyoruz ya. o da yanlış işte. bu ülkede demokrasi, mecliste kimin sesi daha çok duyuluyorsa onun demokrasisi. (dış mihrakları iki dakika dışarıda bırakalım lütfen.) şimdiye kadar kahveden dünyayı kurtarabilenle karşılaşmadım şahsen. kahve önemli, o ayrı.
zamanında demirel "yollar yürümekle aşınmaz" demiş, adam haklı. o alaycı cümle, devletin vatandaşa bakışını da mükemmel bir şekilde özetliyor. bu ülke hiçbir zaman vatandaşına, "76 milyonda 1" adamlara gösterdiği saygıyı göstermedi. hiçbir zaman halkın isteğini dikkate almadı. demokrasi hep seçim sandıklarında kaldı (darbe dışı şartlardan ve olabildiğince temiz seçimlerden bahsettiğim anlaşılıyordur sanırım) ve sokağa inemedi. ne zaman halk "ayıboluyo ama!" dese, üstüne polisi, askeri saldılar. yediğimiz fiskeden kat kat ağır yumruklar indi milletin tepesine.
biz hala demokratik, hatta ileri demokratik bir ülkeyiz - sözde. çünkü bizde demokrasi böyle. birileri osurur, birileri sıçar. birileri emir verir, birileri hazır ola geçer. değişmez mi peki bu?
benimle değişmez - hiç bu tarafa bakma. ideolojisiz, inançsız, ileri görüşsüz, asosyal, üşengeç insandan bir halt olmaz. yiğit bulut'un bahsettiği uyuyan hücrelerden biri olsam, "kalk yerine yat" der, örgütten atarlardı beni.
ama şu orantısız zekalı yüzbinler arasında da taksim dayanışması gibi kısır kalmayacak, aklı başında birkaç yüz kişi vardır herhalde. en azından çocuğunu her şeyden önce insan olarak yetiştirecek birileri vardır. olmalıdır. millet tavşan gibi ürüyor valla, biz on yılda bir "nereden çıktı bu insanlar?" diye soruyoruz. adam en az üç isterken haybeye konuşmuyor.
ya, bu kadar konuştum ama aslında diyorum ki, daha fazla kimse yaralanmasın, göz altına alınmasın. o güzelim kalabalık eksilmesin, çoğalsın.
şahsen, birinden dayak yedikten sonra, onun karşısına aynı şekilde çıkmayı tercih etmem. ya adam toplarım, ya sinsi gibi arkasından vururum, ya ödlek gibi uzaktan taş atarım. ama aynı şartlarda, aynı dayağı yediğimde kimsenin beni alkışlamayacağını biliyorum.
belki de artık parklar ve bahçeler forumlarında "sıradaki eylemimiz şurada çömelmek olsun" yerine, en az üç çocuk yetiştirmek üzere müfredat hazırlama çalışmalarına girişilme zamanı geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder