13 Mart 2010 Cumartesi

içsel, bireysel

ben, sen

"türkiye'de entelektüeller ülkenin kuruluşundaki milliyetçi öğelerin reddi kabilinden ve ülkedeki farklı etnik gruplara yönelik imha politikalarına bir tepki olarak kendilerine türk değil, türkiyeli demeyi tercih ederler."

ece temelkuran, muz sesleri

bir derdi olan insanları seviyorum galiba. bir şey anlatmak için yazıyorlar. görüşlerine katılmasam da bir önermede bulundukları ve okurla diyalog kurdukları için yazdıklarını okumaya değer buluyorum.

ece temelkuran'la içsel diyalogumu bu cümle başlattı. ona dedim ki, milliyetçiliğe ve ayrımcılığa karşı bir tavır takınırken, aslında bu oluşumu destekliyorsun. karşındaki insanı bir birey olarak değil, bir topluluğun üyesi olarak görüyorsun. kendi milliyetçiliğini reddederken, açık açık ayrımcılık yapıyorsun.

onun bu konuda ne dediğini bilmiyorum. kafamdaki koltukta karşılıklı kahve içerken gözlerime bakıp ara sıra kafasını sallıyor, sözümü bitirmemi nazikçe bekliyordu. (aynı nezaketi kitabı bitirmeyi beklemeden yazdığım için ben göstermedim ama buna da takılmadı güzel insan.)

onun aksine, millet ve etnik köken gibi kavramları umursamadığımı söyledim. ülke içinde ve dışında geliştirilen politikalarla nasıl bir ayrımcılık oluşturulmaya çalışılırsa çalışılsın, ben komşularımı, arkadaşlarımı, tanıdıklarımı doğdukları yere göre [ön]yargılayamazdım. insanları bir grubun parçası olarak değil, bir birey olarak görmeyi tercih ediyor ve sadece bireysel varlıklarına önem veriyordum.

"aslında bu sosyalist bir yaklaşım" dedi.
"aslında bu egoist bir yaklaşım" dedim.

yok canım, aramız bozulmadı. birileri gerçek anlamıyla ayrımcılığı, etnik kökeni nedeniyle birilerini insan yerine koymamayı yaşam biçimi haline getirirken sessiz kalamayacağını söyledi. haksız değilsin, dedim. bu oyunu hazırlayan kişiler topluluğu taraflara bölerken, tarafların da kendi içlerinde bölüneceğini elbette hesaba kattılar, muhtemelen bunu planın önemli bir parçası olarak konumlandırdılar. ama ben bunun sadece bir oyun olduğunu düşünüp pek de ciddiye almıyorum.

"bana oğuz ataylık yapma" derken gülüyordu.

"aslına bakarsan topluluklar beni pek ilgilendirmiyor," dedim, "kendimi 'ben' olarak tanımlıyorum, sen de ece temelkuran'sın. şu anda, benim karşımda otururken, herhangi bir topluluğun parçası değil, kuracak cümleleri olan bir insansın. o, biz, siz, onlar gibi kavramlarım ise yok. hepsi bu."

gösteren ve gösterilen muhabbetine de girecektik ama okumaya devam etmek istedim. her satırda aynı cümlelere takıldığım için de yazmam gerekti.

şu sıralar ülke olarak soykırımcı ilan edilmekteyiz, gençken çektirdiğimiz çıplak fotoğraflar bugün başımıza dert açıyor. bir kısım entelektüel atalarımız adına özür diledi, kendilerini neden suçlu hissettilerse? bir grup ise ısrarla ve şiddetle inkar ediyor.

eleni, berfin ve ben yeni yıkanmış, yaz güneşiyle aydınlanan terasta, iki lakırdı arasında aşağıya bakıp birbirimize soruyoruz; "futbol fanatiklerine benzemiyorlar mı?"


biz, siz, onlar

siz, tuzu kuru olanlar; biz, tuzu bile olmayanları görmezden gelebilirsiniz. oysa onlar, empati kuruyorlar, bizim sizinle eşitliğimizi sağlamak için, işi gücü iktidar olanlara karşı savaşıyorlar. siz bize ve onlara "işiniz mi yok" diyorsunuz. evet, işimiz yok.


o

şimdi ne yapıyor acaba?

Hiç yorum yok: