20 Kasım 2010 Cumartesi

balon

zamanında yaptığım uçarılık ve enteresanlıklarımın günün birinde "ne salakça lan" diyeceğim şekilde karşıma çıkacağını biliyordum. bu tip şeylerin işle öyle ya da böyle ilgili olacağıysa hiç aklıma gelmemişti.

üniversitede küçük bir grubum vardı, sürekli okulu kırıp içmeye giderdik. böyle zamanlardan birinde, asmalımescit'te bir yerde oturmuş bira içiyorduk. hava güzeldi, sokaktaki masalardan birindeydik. kim bilir ne konuşuyorduk. muhtemelen sıkıcıydı. belki de değildi ama o sırada yanımızdan geçmekte olan uçan baloncu dikkatimi sohbetten daha fazla çekmişti. konuşmayı bölüp birkaç balon aldım ve masaya döndüm. bir kalem çıkarıp herkesten balonunun üstüne bir şey yazmasını istedim. kimse ne yazacağını bilmiyordu. umutlarını ya da kurtulmak istedikleri bir şeyi yazmalarını söyledim. sonra balonları bıraktık. birlikte uçup gözden kayboldular. oldukça güzel bir görüntüydü. milyonlarca balonla muhteşem bile olabilirdi. sonra yazdığımız şeyler üzerine konuşmaya başladık. ne ruhumuzda bir hafifleme oldu ne de bir umudu kozmosa göndermenin heyecanı. açıkçası ben bile yaptığımız işte en ufak bir anlam bulamamıştım.

üniversite tayfasından kimse bunu hatırlamıyor olsa gerek. ve fakat sevgili alice, millet benim "gençlik işte" diyerek bir kenara attığım bu tip gudikliklerden proje yapıyor. yılbaşı projesi telaşı içinde her tür ıvır zıvırı düşünürken bir balon konusu da geçmişti, aklıma bu anım geldi. salakça ama keşke yapmasaydım dediğim bir şey değil neyse ki.

o kadar iş bazlı düşünüyorum ki aklıma doğru düzgün fikir gelmiyor. oysa şimdi gaipten sesler'e bir şeyler yazmayı isterdim. bir de öyle hikayeler hem daha hızlı düşünmemi hem de daha akıcı yazmamı sağlıyor. müthiş bir egzersiz. şimdiki durum tam olarak zaman bulamamak değil, kafam tek yönlü çalışıp körelmeye başladı. zamanım eskisine oranla çok daha az elbette. dokuz günlük bayram tatilinin dört gününü işe gitmeden ama yine bilgisayar başında ve düşünceler içinde geçirdiğimi belirtmek isterim. buna rağmen gözlerimi yaşartacak kadar güzel fikirlerin çıkmaması ise içler acısı. bu aralar işle ilgili yazdıklarımı da sevmiyorum, biraz farklı hikayelerle pratik yapmalıyım.

eskiden yazdığım bir şeyle karşılaştım. şimdi o geyikleri bile yapmıyor olmamı çok yadırgadım. şöyle bir şey:

mustafa mahallemizde dünyaya gelen ilk sakallı bebekti. galiba son birkaç yüzyılda ilk olma özelliği de taşıyordu. çok tantana yaptılar, tüm haberlerde çıktı ibne. kıskandığımdan değil, gerçekten homoseksüel oldu sonra. ama elbete kıskanmak için tüm mahalle çocuklarının geçerli nedeni vardı. çünkü ilk sakallı o olduğu için tüm parsayı topladı. bir yıl içinde 16 çocuk çıkardı mahalle, hepsi sakallı. hele ayla'nın (evet, kız) sakalları dedemi bile kıskandıracak kadar gürdü. kestikçe daha da gürleşiyordu. daha yedi yaşındayken intihar etti. kendini asmak için sakallarını kullanmıştı. nihan daha akıllıydı. şimdi şehrin en büyük peruk dükkanının sahibi.

bir de özellikle yeni tanıştığım insanlara işkence etmek için şahane bir yöntemim vardı. onlara masal anlattırırdım. amaç işkence değildi tabii. uydurdukları masallar kişilikleri hakkında gayet işe yarar bilgiler verirdi. sonra sıkıldım galiba ya da masalların ne işe yaradığını unuttum. buna bazı durumlarda "büyümek" de diyebiliriz. bu durumlar, unutulmadığı takdirde, günün birinde detaylı olarak açıklanacaktır.

masal anlattırma mevzuu da yine işle ilgili bir şeyden aklıma geldi. komikli masal yazmam gerekiyor bu aralar. ogilvy'deyken, david'le projeleri konuşurduk. bazen "ama metinlerinin çok komik olması gerekiyor" derdi. yeteri kadar yakın olduğumuz için rahatlıkla "o zaman komik bir metin yazarı bulman gerekiyor" derdim. şimdi yemiyor tabii. david bunu okusa "yan bastın di mi tarraaam" derdi. evet, bastım gibi geliyor bana, yoksa şüphem mi var?!

Hiç yorum yok: