bugün düşünmem gereken bir iş yoktu ve dünya kadar vaktim vardı. gaipten sesler'e hikaye yazdım. kafamdaki bir fikirle ilgili olduğu için birkaç bölüm in treatment izledim. dizi olarak bokuma benzediğini düşünüyorum. kafamdaki şeyle de alakası yok. o gazla kendi fikrimle ilgili notlar aldım. biraz daha araştırma yaptıktan sonra ortaya enteresan bir şeyler çıkarabilirim belki. biraz "karısını şapka sanan adam" okudum. gözlerim yoruldu. kahve yerine koymadığım fındıklı üçü bir aradalardan içtim. bugün görüşemediğim sevgilimle konuştum. onu yine çok sevdim.
sonra biraz "çoluk çocuk" okudum. patti smith dinlemek istediğimi fark ettim. müzik dinlemek benim için hiçbir zaman başlı başına bir iş olmadı. ama müzikle birlikte okuyamıyor ve yazamıyorum. resim yaptım. önce bir kadın kafası çizdim. bunu bir at gövdesiyle tamamladım. uzun süredir resim yapmadığım için elimin neredeyse kontrolsüz kaldığını fark ettim. gölgelendirmeyi bile unutmuş gibiyim. biraz karalama olduysa da ne çizdiğim anlaşılıyor, fena bir başlangıç sayılmaz.
haberlere göz attım. ösym'nin yine sıçtığını öğrendim ama şaşırmadım. ekşi sözlük'e baktım, otobüste öpüşme protestosunun yapıldığını öğrendim. çevremle biraz daha ilgilensem belki katılırdım diye düşündüm. bunu hiçbir işe yaramayacağını, bugün haber değeri taşısa da yarın unutulacağını bilerek yapardım. hatta yürüyüşlerin, eylemlerin, protestoların saçma olduğunu bilerek; işlevlerine ve faydalarına inanmayarak yapabilirdim bunu. çünkü daha fazlasını yapmıyorum. bir de yazı yazıyorum arada. sayılır mı?
belki bir gün görmek istemediğimiz şeylere "yapamazsınız, bu ahlaksızlıktır" demek yerine kafamızı çevirip bakmayacağımız günler gelir. o zamana kadar hakkımızı elimizden geldiğince savunuruz. belki bir gün, kaskatı görünen ahlak kurallarını bile gevşetebiliriz. ne de olsa kanun değil, düpedüz uydurma.
24 Nisan 2011 Pazar
14 Nisan 2011 Perşembe
bir soru, bir cevap
yiğidin hakkını vermek gerek. hakkında ne düşünürsem düşüneyim, çok karizmatik ve soğukkanlı bir başbakanımız var, bu bir gerçek. böyle önemli liderlik vasıflarına sahip başka bir tane bile politikacımız olsa, akp bir dönemi daha iktidar koltuğundaki açık ara tek isim olarak geçiremeyecek. van minütten sonra, avrupa komisyonu'nda yapılan son hamleyle birlikte, bir dönem daha yan basacağımız iyice ortaya çıktı.
bir fotoğrafta clinton "dünyanın hakimiyim lan daha ne" havasında bacağını koltuğun arkasına atmış; yüzündeki ifade ve birleştirdiği elleri gayet ciddi olsa da karşısında ayakta duran adama yukarıdan bakmayı başarıyor. karşısındaki adam ecevit. merhum başbakanımız. dimdik durmaya çalışsa da omuzları çökmüş, ellerini birleştirmiş, neredeyse süklüm püklüm haliyle amirine derdini anlatmaya çalışan bir memur gibi. ben çok üzülmüştüm o fotoğrafı görünce. "yazık lan," demiştim içimden, "ülkenin en önemli adamı bu."
o fotoğrafta tayyip erdoğan olsa bir eli cebinde olur, gerçekten dik dururdu diye düşünüyorum. aldığı kasımpaşa terbiyesinden olsa gerek, kendine güveni tam. akpm'de de hiçbir soruyu cevapsız bırakmadı, ara sıra detone olsa da sesi hiç belirli bir desibelin altına düşmedi. bazı cümleleri bağlarken, dikkatimi çekti, nihat doğan'la aynı şeyleri söylüyordu. ama kesinlikle nihat doğan gibi ağzından salyalar saçarak, kendini kaybederek değil. omuzlarını ara sıra güler gibi, rahatlığını ortaya koyacak şekilde sallayarak, söylediği her kelimenin doğruluğundan emin. her şeye verecek bir cevabı mutlaka var.
ve bu cevaplar karşısında kimse sesini çıkaramıyor.
çünkü akpm bir açık oturum mekanı değil. bizim meclis'e de hiç benzemiyor. orada bir soru soruluyor, bir cevap alınıyor, ardından sıradaki soruya geçiliyor. kimse "sayın erdoğan, o bahsettiğiniz şey bomba değil, kitap" diyemiyor. kimse, henüz bombaya dönüşmemiş malzemelerin suç unsuru taşımadığından bahsedemiyor. kimse başbakanımız "kusura bakmayın ammaaa, türkiye'de yargı bağımsızdır" dediği zaman "asıl siz kusura bakmayın ammaaa, bağımsız yargı kötü sonuçlar doğurabilir diyen kişi sizin adalet bakanınız değil miydi?" diye soramıyor.
çünkü orada bir soru soruluyor, bir cevap alınıyor, ardından sıradaki soruya geçiliyor. tayyip erdoğan her soruyu cevaplıyor. zaten "cevab veremedi" gibi bir şey söz konusu olabilir mi? hiçbir cevap olmasa bile "biz de uzun süreli tutukluluklardan rahatsızlık duyuyoruz" demek yeterli değil mi?
bizler bir fransız'ın türkiye'ye fransız kalmasını konuşuyoruz. bu nüktedan yaklaşımından ve hazırcevaplığından dolayı erdoğan'ı alkışlıyoruz. dış basın "fransa'yı eleştirmek türkiye'de iyi prim yapıyor ve erdoğan seçim kampanyasının tam ortasında" şeklinde doğru bir yorum yapıyor. van minüt etkisi tüm hızıyla devam ediyor.
bunlar olurken, azınlıkların ibadet yerleri yeniden kullanıma açılsa da hrant dink'in kanının hala yerde durduğu aklımızdan uçup gidiyor. bir bebekten bir katil yaratan zihniyetin etnik köken çatışmalarını da aşarak din ve düşünce özgürlüğüne de saldırmakta olduğu göz ardı ediliyor.
erdoğan'ın da konuşmasında belirttiği gibi, bu parti sadece 16 ayda kurulup %10 barajını aşarak iktidara geldi. neredeyse 10 yıldır halkın yarısı bu partinin idealleri altında birleşti. demokrasi sadece bir yanılsama olsa da bu halk görece demokratik haklarını kullanarak akp'nin iktidarda kalmasını sağladı ve buna devam ediyor. akp attığı her adımda güçleniyor, çünkü kime, ne zaman ve nasıl konuşacağını çok iyi biliyor. iktidara muhafazakarlıkla geldi, şimdi modern türkiye hayalini kuranların da oylarını topluyor. bu gerçek bir başarıdır.
bir diğer başarı da insanın konuşurken yüzünün kızarmamasıdır.
"tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde inançlara, kültürlere, kimliklere yönelik baskı ve sindirme sonuç getirmemiştir. dini hoşgörüsüzlük, artık yerini bütünüyle tartışmasız bir hoşgörüye bırakmak zorundadır. dini hassasiyetlerin, özgürlüklerin gerilim ve çatışma noktalarını, önyargıları, ön kabulleri siyasi bir rant aracı olarak görmek, tekrar ediyorum, son derece tehlikelidir. avrupa konseyinin savunuculuğunu yaptığı demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin önemi bugün her zamankinden daha fazla artmıştır."
gerçekten çok güzel konuşuyor. o müthiş zekice konuşmalarını sürdürürken, türbanlılar ve türbansızlar, türkler ve kürtler, polisler ve öğrenciler, erkekler ve kadınlar, savcılar ve gazeteciler ve daha niceleri birbirine giriyor.
tayyip erdoğan şiir okuduğu için girdiği cezaevinden dört ayda çıktı, şiirlerini okumaya devam ediyor. cop ve panzer sahibi 2.200 polis tarafından ak parti binasına yürümeleri engellenen yaklaşık 500 öğrenciden 117'sinin 1 yıl 9 aydan 10 yıl 6 aya kadar hapsedilmesi isteniyor.
soru yok. cevap yok.
bir fotoğrafta clinton "dünyanın hakimiyim lan daha ne" havasında bacağını koltuğun arkasına atmış; yüzündeki ifade ve birleştirdiği elleri gayet ciddi olsa da karşısında ayakta duran adama yukarıdan bakmayı başarıyor. karşısındaki adam ecevit. merhum başbakanımız. dimdik durmaya çalışsa da omuzları çökmüş, ellerini birleştirmiş, neredeyse süklüm püklüm haliyle amirine derdini anlatmaya çalışan bir memur gibi. ben çok üzülmüştüm o fotoğrafı görünce. "yazık lan," demiştim içimden, "ülkenin en önemli adamı bu."
o fotoğrafta tayyip erdoğan olsa bir eli cebinde olur, gerçekten dik dururdu diye düşünüyorum. aldığı kasımpaşa terbiyesinden olsa gerek, kendine güveni tam. akpm'de de hiçbir soruyu cevapsız bırakmadı, ara sıra detone olsa da sesi hiç belirli bir desibelin altına düşmedi. bazı cümleleri bağlarken, dikkatimi çekti, nihat doğan'la aynı şeyleri söylüyordu. ama kesinlikle nihat doğan gibi ağzından salyalar saçarak, kendini kaybederek değil. omuzlarını ara sıra güler gibi, rahatlığını ortaya koyacak şekilde sallayarak, söylediği her kelimenin doğruluğundan emin. her şeye verecek bir cevabı mutlaka var.
ve bu cevaplar karşısında kimse sesini çıkaramıyor.
çünkü akpm bir açık oturum mekanı değil. bizim meclis'e de hiç benzemiyor. orada bir soru soruluyor, bir cevap alınıyor, ardından sıradaki soruya geçiliyor. kimse "sayın erdoğan, o bahsettiğiniz şey bomba değil, kitap" diyemiyor. kimse, henüz bombaya dönüşmemiş malzemelerin suç unsuru taşımadığından bahsedemiyor. kimse başbakanımız "kusura bakmayın ammaaa, türkiye'de yargı bağımsızdır" dediği zaman "asıl siz kusura bakmayın ammaaa, bağımsız yargı kötü sonuçlar doğurabilir diyen kişi sizin adalet bakanınız değil miydi?" diye soramıyor.
çünkü orada bir soru soruluyor, bir cevap alınıyor, ardından sıradaki soruya geçiliyor. tayyip erdoğan her soruyu cevaplıyor. zaten "cevab veremedi" gibi bir şey söz konusu olabilir mi? hiçbir cevap olmasa bile "biz de uzun süreli tutukluluklardan rahatsızlık duyuyoruz" demek yeterli değil mi?
bizler bir fransız'ın türkiye'ye fransız kalmasını konuşuyoruz. bu nüktedan yaklaşımından ve hazırcevaplığından dolayı erdoğan'ı alkışlıyoruz. dış basın "fransa'yı eleştirmek türkiye'de iyi prim yapıyor ve erdoğan seçim kampanyasının tam ortasında" şeklinde doğru bir yorum yapıyor. van minüt etkisi tüm hızıyla devam ediyor.
bunlar olurken, azınlıkların ibadet yerleri yeniden kullanıma açılsa da hrant dink'in kanının hala yerde durduğu aklımızdan uçup gidiyor. bir bebekten bir katil yaratan zihniyetin etnik köken çatışmalarını da aşarak din ve düşünce özgürlüğüne de saldırmakta olduğu göz ardı ediliyor.
erdoğan'ın da konuşmasında belirttiği gibi, bu parti sadece 16 ayda kurulup %10 barajını aşarak iktidara geldi. neredeyse 10 yıldır halkın yarısı bu partinin idealleri altında birleşti. demokrasi sadece bir yanılsama olsa da bu halk görece demokratik haklarını kullanarak akp'nin iktidarda kalmasını sağladı ve buna devam ediyor. akp attığı her adımda güçleniyor, çünkü kime, ne zaman ve nasıl konuşacağını çok iyi biliyor. iktidara muhafazakarlıkla geldi, şimdi modern türkiye hayalini kuranların da oylarını topluyor. bu gerçek bir başarıdır.
bir diğer başarı da insanın konuşurken yüzünün kızarmamasıdır.
"tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde inançlara, kültürlere, kimliklere yönelik baskı ve sindirme sonuç getirmemiştir. dini hoşgörüsüzlük, artık yerini bütünüyle tartışmasız bir hoşgörüye bırakmak zorundadır. dini hassasiyetlerin, özgürlüklerin gerilim ve çatışma noktalarını, önyargıları, ön kabulleri siyasi bir rant aracı olarak görmek, tekrar ediyorum, son derece tehlikelidir. avrupa konseyinin savunuculuğunu yaptığı demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin önemi bugün her zamankinden daha fazla artmıştır."
gerçekten çok güzel konuşuyor. o müthiş zekice konuşmalarını sürdürürken, türbanlılar ve türbansızlar, türkler ve kürtler, polisler ve öğrenciler, erkekler ve kadınlar, savcılar ve gazeteciler ve daha niceleri birbirine giriyor.
tayyip erdoğan şiir okuduğu için girdiği cezaevinden dört ayda çıktı, şiirlerini okumaya devam ediyor. cop ve panzer sahibi 2.200 polis tarafından ak parti binasına yürümeleri engellenen yaklaşık 500 öğrenciden 117'sinin 1 yıl 9 aydan 10 yıl 6 aya kadar hapsedilmesi isteniyor.
soru yok. cevap yok.
11 Nisan 2011 Pazartesi
yo yo sümeyye bro!
haberi okumuşsunuzdur, başbakanın kızına başörtüsü nedeniyle tiyatroda bir oyuncunun hakaret ettiği iddia ediliyor. kızımız bu olay üzerine facebook'ta bol ünlemli bir mektup yayınlamış, ekşi sözlük'ten okudum. hanım kızımız diyor ki, bir arkadaşıyla ve sakızıyla birlikte tiyatroya gitmiş (güvenlik ekibini adamdan saymamış görünüyor), sadece orada yer kaldığı için en öne oturmuşlar (sinema değil, tiyatro, evet), oyun devam ederken bir oyuncu hanım kızımıza kaşla, gözle, mimikle, jestle sakız çiğneme hareketi yapmış, alt metinlerinde de başörtüsünü eleştirmiş. sonra da izleyicilerin tamamına değil, bizzat sümeyye kızımıza hitap ederek "halkın çoğu aç, azı tok" demiş. üstüne bir de oyunu bölüp sakız çiğnememesini söylemiş. kızımız da bu kadar saygısızlığa dayanamamış, oyunu terketmiş.
sakız çiğneme hareketini rahatlıkla gözümde canlandırabiliyorum. cak cak sesleri çıkarmaya gerek yok, karşında oturan insanın geviş getirir gibi ağzını oynatması zaten yeteri kadar dikkat çekici bir şey. toplumumuzda (ve farklı toplumlarda) ayıp karşılanıyor. mesela üniversitede derse sakızla girince öğretmen uyarıyor, derste yemek yemenin ve sigara içmenin yasak olması gibi bir durum. peki o kadar önemli mi? bilmiyorum. babanın yanında sigara içmek kadar önemli işte. normal karşılayan vardır, ayıp olduğunu düşünen vardır... yazılı olmayan kurallardan olduğu için kesin bir şey söylemek zor. ama oyuncu rahatsız olmuş, bunu önce oyun sırasında mimikleriyle, sonra da oyunu bölerek sözleriyle ifade etmiş. sakız demiş adam. ağzını sakız çiğneme şeklinde oynatmış. çenesiyle bir şeyler yapmış. sümeyye alınmış.
sizin de tek kaşınız kalktı mı? ben bu denklemde başörtüsünü koyacak uygun bir yer bulamıyorum da.
amerikan filmlerinde sık sık görürüz, iyi örneklerinden biri crash'teydi. siyah adam tüm beyazların ondan nefret ettiğini, onu potansiyel hırsız olarak gördüğünü ve bu nedenle korkup dışladığını söyler. iki dakika geçmeden, bilerek ve isteyerek hırsızlık yapar. onun mantığına göre beyazlar kendisini hırsızlık yaptığı için değil, siyah olduğu için suçlamaktadır.
burada da çok benzer bir durum var. sümeyye erdoğan ilgili ve ilgisiz her yerde azınlık edebiyatı yapma potansiyeline sahip, her şeyi çıkarına göre yontabilecek, ikiyüzlü biri olduğunu gösterdi. bunun örneklerini kendisinden değil, babasından da gördük. mazlum edebiyatıyla gelip milletin tepesine bindiler ve her fırsatta aynı tavrı sergilemeye devam ediyorlar. ama artık siz mazlum değilsiniz. lütfen ucuz numaralarınızı ve alınganlıklarınızı yeniden azınlık olacağınız günlere saklayın.
ekşi sözlük'teki yorumların hepsini okumadım ama burçin diye bir kullanıcı çok güzel bir şey söylemiş: "bu ülkede insanlar artık başörtülü ve başörtüsüz diye ikiye ayrılabilir duruma gelmişse, bu senin baban ve onun gibiler yüzünden oldu, önce bi beynini buna çalıştır."
doğru değil mi şimdi?
sakız çiğneme hareketini rahatlıkla gözümde canlandırabiliyorum. cak cak sesleri çıkarmaya gerek yok, karşında oturan insanın geviş getirir gibi ağzını oynatması zaten yeteri kadar dikkat çekici bir şey. toplumumuzda (ve farklı toplumlarda) ayıp karşılanıyor. mesela üniversitede derse sakızla girince öğretmen uyarıyor, derste yemek yemenin ve sigara içmenin yasak olması gibi bir durum. peki o kadar önemli mi? bilmiyorum. babanın yanında sigara içmek kadar önemli işte. normal karşılayan vardır, ayıp olduğunu düşünen vardır... yazılı olmayan kurallardan olduğu için kesin bir şey söylemek zor. ama oyuncu rahatsız olmuş, bunu önce oyun sırasında mimikleriyle, sonra da oyunu bölerek sözleriyle ifade etmiş. sakız demiş adam. ağzını sakız çiğneme şeklinde oynatmış. çenesiyle bir şeyler yapmış. sümeyye alınmış.
sizin de tek kaşınız kalktı mı? ben bu denklemde başörtüsünü koyacak uygun bir yer bulamıyorum da.
amerikan filmlerinde sık sık görürüz, iyi örneklerinden biri crash'teydi. siyah adam tüm beyazların ondan nefret ettiğini, onu potansiyel hırsız olarak gördüğünü ve bu nedenle korkup dışladığını söyler. iki dakika geçmeden, bilerek ve isteyerek hırsızlık yapar. onun mantığına göre beyazlar kendisini hırsızlık yaptığı için değil, siyah olduğu için suçlamaktadır.
burada da çok benzer bir durum var. sümeyye erdoğan ilgili ve ilgisiz her yerde azınlık edebiyatı yapma potansiyeline sahip, her şeyi çıkarına göre yontabilecek, ikiyüzlü biri olduğunu gösterdi. bunun örneklerini kendisinden değil, babasından da gördük. mazlum edebiyatıyla gelip milletin tepesine bindiler ve her fırsatta aynı tavrı sergilemeye devam ediyorlar. ama artık siz mazlum değilsiniz. lütfen ucuz numaralarınızı ve alınganlıklarınızı yeniden azınlık olacağınız günlere saklayın.
ekşi sözlük'teki yorumların hepsini okumadım ama burçin diye bir kullanıcı çok güzel bir şey söylemiş: "bu ülkede insanlar artık başörtülü ve başörtüsüz diye ikiye ayrılabilir duruma gelmişse, bu senin baban ve onun gibiler yüzünden oldu, önce bi beynini buna çalıştır."
doğru değil mi şimdi?
6 Nisan 2011 Çarşamba
bu memlekette birileri hesap yapmayı bilmiyor ama kim?
şu aşağıdaki tabloyu inançla değil, merakla paylaşıyorum.
gazeteler farklı yazıyor, başbakan bambaşka konuşuyor, muhalefet "yalan bunlar" diyor ve başka sayılar çıkarıyor, internette başka sayılar dönüyor. peki bunlardan hangisi nedir?
büyüyen ekonomimizin kimin kıçına kaçtığı belli değil, enflasyon 41 yıl sonra %4'ün altına düşmüş ama bu gerçek hayata nasıl yansıyor belli değil, vergisini ödeyen adam mı kazançlı yoksa doğrusunu kaçıran mı yapıyor belli değil... ortada inandırıcı bir şey olmayacaksa bu sayıları gösterip gösterip neden kafamızı karıştırıyorsunuz yahu? oynamayın olm sayılarla!
gazeteler farklı yazıyor, başbakan bambaşka konuşuyor, muhalefet "yalan bunlar" diyor ve başka sayılar çıkarıyor, internette başka sayılar dönüyor. peki bunlardan hangisi nedir?
büyüyen ekonomimizin kimin kıçına kaçtığı belli değil, enflasyon 41 yıl sonra %4'ün altına düşmüş ama bu gerçek hayata nasıl yansıyor belli değil, vergisini ödeyen adam mı kazançlı yoksa doğrusunu kaçıran mı yapıyor belli değil... ortada inandırıcı bir şey olmayacaksa bu sayıları gösterip gösterip neden kafamızı karıştırıyorsunuz yahu? oynamayın olm sayılarla!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)