7 Eylül 2011 Çarşamba

bravo ersin karabulut

ersin karabulut aklımdan geçen şeyleri benden yüz kat daha güzel yazmış. alkışlıyorum.

Sen Çok Değiştin

Selam. normalde böyle şeyler yazıp çizmeye de utanırım ama bu hafta içimden seninle konuşmak geldi. bi ihtimal kulağına gelirse diye. “bu ne lan duyarlı mısın nesin” diye dalga geçenler olucaktır, ama naapalım, bu hafta böyle.

geçen gün gidip can yücel’in mezarını kırıp yıkmışsın. kendisinin toplasan iki üç şiirini yarım yamalak biliyorum, öyle manyak bir okuru olmadım hiç yani. ölüm yıldönümünde mezarına şarap döktüklerini duyunca aklıma sen geldin. ulan dedim bizimki uyuz olacak bu olaya. ama gidip mezarı kıracağını da düşünmemiştim. gerçek bi ayıya dönüşmüşsün, ne diyim.

peki acaba dönüşmedin de eskiden de böyle miydin?

bak ben mesela eskiden izlediğimiz filmlerin daha güzel, eskiden içtiğimiz suyun daha lezzetli, bakkal amcanın daha iyi kalpli olduğuna inanmamı, o yıllarda çocuk oluşuma bağlıyorum. yaşamın aslında kötüleşmediğini, aynı kaldığını, sadece büyüdükçe benim için zorlaştığını düşünmek istiyorum. bi yandan mantıklı olan da bu zaten. ama böyle düşünmeme rağmen, bazen yine de emin olamıyorum. sanki bakkal amca hakkaten de ben küçükken daha “iyiydi”. otobüsteki amcalar teyzeler daha yumuşaktı böyle. sen de daha sakindin. belki çok saçmadır ama elimde değil, öyle gibi geliyo. 

geçenlerde voleybolcu bir kıza otobüse şortla bindiği için önce bağırıp sonra da yumruk atmışsın. gerçekten bak, sen eskiden böyle bu kadar sinirli değildin. iyi hatırlıyorum. yumruk attığında sesini çıkartmayan amcalar teyzeler de böyle değildi. sana bi şey oldu. mezar yıkıyosun lan, bi düşüm bak, çok acayip bi şey bu. adamlar dev gibi insanlık anıtına ucube deyip sonra da kafasını kestirdiler. koca heykeli yıktırttılar. onlardan mı cesaret alıyosun, olay bu mu yani?

o heykeli yapan da aha senin kırdığın mezarı yapan kişiymiş zaten. yoksa sen de heykeli yıktıranla aynı kişi olmayasın?

zaten her işi yapıyosun, her an her yerdesin. bi kaç sene önce karaköy iskelesinde kız arkadaşımı uğurlarken de ordaydın. vedalaşıyoduk, sarılmıştık böyle, vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoduk. “dışarı çıkın nerde ne yapıyosanız yapın” diye bi ses duyduk, bi baktık o jeton kabinleri var ya ordan bize bakıyosun. önce bize seslendiğini anlamadık. şimdi tam hatırlamıyorum ama “lan yürüyün burda o işler yapılmaz! yürü!” gibi bi cümle daha kurdun. ben o zamanlar henüz senden bu kadar korkmadığım için “ne diyo lan bu lavuk” diye bi kabarıcak gibi oldum da hadi neyse diye indik iskeleden.

geçenlerde de duydum ki otobüs şöförü olmuşsun, sürdüğün otobüste bir çift öpüştü diye benzer şeyler söyleyip aşağı indirmişsin çocukları. lan oğlum bi şey sorucam, sen insanların birbirine sarılmasına öpmesine neden bu kadar kızıyosun? açık konuş, o sırada arzuluyo musun yoksa o kızları? günahını almıyım ama kıskançsın sanırım hafiften. tamam bak mesela bi yerde sap sap otururken yanımda bi çift öpüşünce ben de bi kıskanıyorum, bi yutkunuyorum böyle gulp diye. ama çok bakmıyorum, öpsün yani çocuk kızı ne güzel işte. benim rahatsız olmam o anki saplığımla ilgili çünkü. seninki de bana öyle gibi geldi. o kızı o çocuğa yedirmek istemiyosun. o ahlaksız diye bağırdığın kız sana gelse, azcık gülümsese, iki tatlı söz söylese heyecanlanıp boncuk boncuk terler, bayan mayan eheh meheh diyerek tavlamaya çalışırsın gibime geliyo. neyse dediğim gibi günahını almıyım, öyle olur gibi geldi bi an.

geçenlerde kızarkadaşımla vapura bindiğimizde de arkamızda oturuyodun. kolumu kızın omzuna attım, gülüşüyoruz ediyoruz, ama sessiz sakiniz, rahatsız etmiyoruz kimseyi. çıt çıkartmıyoruz, öpüşme filan da yok zaten. bi baktım arkadan bizi kesiyosun. hemen anladım, kolumun yerini beğenmedin. kızla fazla samimi buldun beni. korktum lan bakışlarından. çünkü biliyorum, gelip bi şey söylesen, ne biliyim “ramazanda utanmıyo musunuz sarmaş dolaş oturmaya?” desen, etrafımızdaki insanlar da artık çok sesini çıkartmıycak. bi çoğu da seni haklı bulucak. cevap versem “uzatma” diycekler. kavga çıksa, ağzını burnunu bi güzel kırsam ben suçlu olucam. karakolluk olsak zaten bitmişim. her şekilde haklısın yani.

yanlış anlama, sadece ramazanla öpüşmeyle bilmemneyle ilgili şeyler söylemiyorum. ben genel olarak senin tavırlarının değişmesine üzülüyorum. sevgisiz bi insana dönüştün sen. herhangi bir şeyi sevmeyi zayıflık gibi görür oldun sanırım. sürekli laf söylüyosun her şeye. senin için her şey bok gibi. bazen internet gazetelerinde haber altındaki yorumlarını okuyorum. adam bi şeyden övgüyle bahsetmişse anında “popülist ibne, ayak yapıyo” diyosun. biri bi film mi çekmiş, “olmamış” deyiveriyosun. sana yaranmak mümkün değil. hiç bi şeyi sevmiyosun. başka insanları hiç sevmiyosun. sokakta karşıma çıktığında kötü kötü bakıyosun. sana selam vermeye korkuyorum. karşılaştığımızda günaydın derim ben sana normalde. ama yüzüne baktığımda her an “ne bakıyosun lan” diycek gibi davranıyosun. çekiniyorum, kaçırıyorum gözlerimi. beni yendiğimi hissettiğin için sen bundan da hoşnut oluyosun. 

geçenlerde yuutub’da eski siyasilerin bi tartışmasını izledim. demireli, mesut yılmaz, ecevit, inönü, erbakan filan hepsi bir masada oturuyolar ve biri konuşurken diğerinin çıtı çıkmıyo. bu adamların ülkeyi yönettiği yılları övücek değilim şimdi tabii. ama ne biçim saygılılarmış lan. hiç bağırıp çağırmıyolar. en fazla iğneleyici konuşuyolar. şimdiki adamları aynı masaya oturtmayı başarsalar da biri silahını çekicek gibi bakar, biri kollarını sıvayıp dövücekmiş gibi yapar, hatta “yok öyle lagaluga”, “lölö yapma” filan derler. acaba sen de bu adamları göre göre mi böyle oldun? bu devirde öyle olmak daha mı doğru, daha mı geçerli geliyo? “artık böyle… yerse” filan mı diyosun? daha mı iyi hissediyosun?

yıllar evvel mısır’a gitmiş bir tanıdığımız “mısır’da yalan söylemek normal bi şey. kimse utanmıyo yalancı durumuna düşmekten” demişti de aklım çıkmıştı, inanamamıştım. hani iki gün avrupa gezmiş insanlar hemen başlarlar ya “abi almanya’da insanlar çok nazik, gülümseyerek selam veriyolar, burda herkes ayı gibi” diye memleketi kötülemeye. ben yakına kadar “yav olur mu öyle şey, kötü bir millet olur mu? biri ne kadar kötüyse diğerleri de o kadar kötüdür ya da iyidir” diye düşünürdüm.

şimdiyse kusuruma bakma ama, senin ciddi ciddi kötüleştiğine inanmaya başladım. hani bu topraklarda yetişenler bambaşka hoşgörülü oluyodu lan, yıllarca öyle bilmedik mi? nooldu da bu kadar sinirli bi insana dönüştün peki? sana uygun gelmeyen hiç bi şeye tahammül etmek istemiyosun. isterse ülke ekonomisi süper olsun, dev alışveriş merkezleri açılsın, duble yollarda istediğin kadar bas git arabanla, sen böyle olduktan sonra neye yatıycak? cebinde parası olan sinirli insanlar mı olalım hep birlikte yani? koca heykel niye yıkıldı lan? kusura bakma aklım hep ona gidiyo. nasıl bi mantıkla gaza gelindi de yıkıldı?

bak o olayın olduğu günlerde bi taksiciyle muhabbet ediyoruz, “yıkılsın kardeşim!” dedi. böyle bi cevap karşısında aslında susmak lazım ama ağzımı tutamadım,”ya niye yıkılsın abi? heykelin kendisi güzel de olmayabilir, ama ifade ettiği bişey var, bi de dikilmiş işte oraya. neden şimdi ucube diyip yıkıyolar? normal mi bu sence?” dedim. mantıklı bi cevap bekledim, hani “şu yüzden yıkılsın” desin ki diyalog ilerlesin diye. adam sadece “yıkılsın yaa boşver yıkılsın!” dedi zevk alır gibi. sanki heykeller toplaşıp küçükken bununla dalga geçmiş de şimdi intikan alıyo gibi. bu tavır sana da garip gelmiyo mu? o taksici de sen miydin lan yoksa? sen de her işi yapmışsın mna koyiyim, otobüs şöförü müsün taksi şöförü müsün belli değil. arada vapura da biniyosun filan, ilginç adamsın. (kötü espri gücümle seni pis döverim)

yakına kadar “bu sadece bi dönem. bu adam da değişicek. sadece kötü günler geçiriyo, ondan sevmiyo beni” diyodum ama sen galiba artık eskiye dönmiyceksin. hayatında yurtdışında yaşamaya özenmemiş olan bana bile “eyvah ya, bizim dergilere de bi şeyler olucak, bu işi yaptırmıycaklar bana. kız arkadaşımın omzuna da kolumu atamıycak mıyım artık? başka ülkeye mi gitmek lazım? gitsek naapıcaz, ne bok yiycez” dedirttin.

çünkü sen ilerde etek giydiği için otobüste kızıma yumruk atıcaksın gibi geliyo bana. oysa kızımla ben, senin kızına hayatta karışmazdık. yemin ediyorum karışmazdık. herkesin istediği gibi giyindiği, istediği gibi yaşayabileceği bir memlekette yaşamaya hazır ve istekli olurduk. işin kötüsü, sen bunları okuduğunda azıcık düşünmek yerine “beğenmeyen defolsun gitsin lan!” diyosun, biliyorum ben seni. zaten burda yaşamamı istemiyo gibisin. vapurdan dışardaki süper boğaz manzarasını izlemek yerine beni ve kızarkadaşımı kontrol ediyosun, ordan belli. aynı şekilde bunları yazdığım için neler hissettiğimi, beni ciddi ciddi endişelendirdiğini anlamak yerine “tribünlere oynuyosun” diyceksin.

bütün bunlara rağmen, çok umutlu olmasam da, belki, bi ihtimal, bu günler de geçer. çünkü birbirimizi anlamıyo olabiliriz cidden. ama tek ricam, sinirli olma. ne biliyim mezar kırma, heykel kırma, yumruk atma diyorum, çok bi şey de değil yani. kurban olıyım “burdan gitmek lazım” geyiği yapanlarla dalga geçen beni bile bu otobüslerden bu vapurlardan bu sokaklardan soğutma işte. elin fransızına bonjur diyemem ben, sana selamünaleyküm derim, bin kat da tercih ederim. hem ben bişeyci ya da başka bişeyci de değilim. çocukken aynı mahallelerde oynardık, yabancı değilim tanıyosun beni. bakarsın bi gün karşılıklı otururuz, iki çay söyleriz, anlatırsın derdini. yemin ederim ne dersen dinlerim. dersin ki “bak kardeşim ben sana dargınım çünkü şöyle şöyle yapmıştın”. ben de sana derdimi anlatırım, gülüşürüz ederiz. işte o günün gelebileceğini umarak, sana mezarını kırıp yıktığın can yücel’in meşhur bi şiirini hediye ediyim hadi. tamamını da bilmiyodum internetten baktım idare et.

en uzak mesafe ne afrika’dır,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
birbirini anlamayan.

8 yorum:

mefisto dedi ki...

tek kelimeyle muhteşem! o kadar samimi ve hepimizin hislerine o kadar tercüman olmuş ki.. üstad deyip elini sıkarım ersin karabulut'un. başka da laf bırakmamış zaten.

İnci Vardar dedi ki...

ersin karabulut'u oldum olası severdim ben, bu yazısıyla "samimiyetine yandığımın adamı" oldu.

sonra bir an düşündüm de, adsız hala burada olsaydı "bok gibi yazmış, zaten yeteneksiz bir çizer, kız arkadaşı da çok çirkin" diye aynen burada anlatıldığı gibi gelişine sallardı. okumuş mudur acaba? bir an "ulan ben ne yapıyorum bunca zamandır" diye düşünmüş müdür?

spawch dedi ki...

hanimlar beyler,

'eskiden insanimiz daha tontis simdi neden boyle canavarlara donustuler' deyip bunu iktidar a ya da yonetim sekline baglamaya calisan ersin karabulut a hak veriyorsunuz da.. ben de severim ve takip ederim kendisini fakat bakis acisinda bir hata var. ne mi o hata?

eskiden gencler otobuste milletin icinde sarmas dolas olmazlardi. opusmezlerdi ortalik yerde. ha cesaret edip yapsalardi da namus cinayeti olurdu. oyle kotu gozle bakma, kizma ya da dovme ile gecistirilmezdi.

eskiden kizlar bekaretini kimde kaybediyorsa onunla evlendirilirdi. bunlarin sayisindaki azalma dikkatinizi cekmiyor mu?

tamam onlar sizin hayatiniza karismasin da, peki kiz kardesinizin erkek arkadasi sizin yaninizda bu kadar samimi olabiliyor mu, oluyorsa da siz yadirgadiginizda yine 'sanane bizim ozel hayatimizdan' dedigi zaman tavriniz ne olacak? (genel soruyorum)

İnci Vardar dedi ki...

spawch, söylediklerini düşünüyorum ama emin olamıyorum. 30 yıllık yaşamımın olsa olsa 20 yılını çevremi gözlemleyerek geçirmişimdir, o da kısıtlı bir çevre. bu nedenle yorumlarımın çok sağlıklı olacağını da söyleyemem. ama yeni ergenler olduğumuz dönemlerden hatırladığım şeyler var. erkekler ve kızların gayet toplum içinde sarmaş dolaş olduğunu (öpüşmek değil, kolunu omzuna atmak falan) ve kimsenin buna tepki göstermediğini hatırlıyorum.

bir de çok fantastik bulduğum bir anım vardır. üniversiteye başlayacağım yıl anneannem bana "aman kızım dikkatli ol" dedi. ne demek istediğine çok anlam veremedim, nihayetinde 80'ler atlatılmış, ben sümüğün tekiyim, başıma ne gelebilir diye düşünüyorum. bütün çocuklarını evlendirmiş, herkes tarafından ahlak ve zarafet timsali olarak görülen anneannem bana hamile kalmamamı söyledi. inanamadım. evlenmeden önce sevişme ihtimali 70 yaşında kadının aklına gelebiliyor mu yani diye düşündüm. gerçekten farklı bir zamanda yaşadığımızı mı biliyor yoksa onun döneminde de bu böyle miydi?

ama aslında bunun çok basit bir nedeni var. anneannem de annem de 18 yaşında evlenmiş ve hamile kalmışlardı. belki de ilk talipleriyle evlenmemiş olsalar, mesela evlenmek yerine okusalar, çalışsalar, daha uzun yıllar bekar olsalar onlar da bekaretlerini ancak evlenince kaybetmeyecekti. şimdi kim o yaşlarda evleniyor ki? hormonlarımız aynı şekilde çalışsa da seçeneklerimiz daha fazla. ayrıca ne yazık ki namus cinayetleri hala son bulmuş değil, bazı yerlerde göz göze gelebilmek bile cesaret işi. arttı mı, azaldı mı; elimde istatistik veri olmadıkça ne söylesem yalan olur.

(çok uzattım ama değinmeden geçmek istemem, toplum mutaasıplaşırken diziler nasıl böyle coşuyor? bu işte bir tuhaflık yok mu? eskiden olsa tuhaf demezdim çünkü dönem romanlarında herkes birbiriyle oynaşıyor bir şekilde. şimdi ayıp sayılan konuların bu kadar özendirici bir şekilde gözümüze sokulması nedendir?)

son paragrafına gelirsek, benim erkek kardeşim var bir tane. bir zamanlar bizim eve de gelen bir kız arkadaşı vardı, gayet samimilerdi. ne kıza kötü gözle baktık ne de kardeşime bir şey söyledik. ama kardeşim bir zamanlar, herhalde 15 yaşlarında falanken benim bir eteğime kafayı takmıştı. malum, insan ergenlikte neye saldıracağını bilemiyor. "keserim bu eteği" dediğinde oturup konuştum onunla, kendi işine bakmasını söyledim. uzun süredir gayet iyi anlaşıyoruz, birbirimizin hayatına müdahale etmiyoruz. herhalde kız kardeşim olsa, aynı yoldan geçtiğim için bu rahatlığı daha bile erken sağlardık. koruma içgüdüsü ve hayata müdahale karıştırılmadığı sürece bir sorun yok gibi geliyor.

spawch dedi ki...

soylemek istediklerimi acayim biraz o zaman. oncelikle kendi gorusumu belirteyim: bence ifrat da tefrit de kendini orta yolu bulmaya zorlamali. birbirlerine karsi hosgorulu olabilmeli tabii ki ama burada tek tarafli hosgoru beklenildigi acik. ben bu yazida empati goremiyorum.

ikinci olarak dostoyevski nin 'bir toplumun ahlak kurallarini yine o toplumun kendisi belirler' seklinde bir sozu var. peki bizim ahlak kurallarimizi kim belirliyor? mesela toplum icinde opusmemizi normal karsilayacak bir kisi yine toplum icinde sevismemize ne diyecek? nerede durmamiz gerektigini nereden bilecegiz? rousseau ahlak anlayisinin oturmadigi toplumda deger yargilarinin oynak oldugundan bahseder. benim fikrim -eger buyuk sehirlerde yasiyorsaniz- bu konularda ortak bir karara varamayacagimizdan yanadir. sebebi gayet basit: cunku carsambali eli kiz eline degmemis eleman da, yenikoy lu her gununu baska bir kizla eglenerek geciren eleman da ayni sehirde yasiyor. ve bu kisiler kazara bir araya geldiklerinde bu catismalar meydana geliyor.

ucuncu olarak anneanneniz hakkinda 'evlenmeden once sevisme ihtimali aklina gelebiliyor mu' seklinde dusunmeniz ona hakaretten baska bir sey degildir. turkiye de yasayan herkes bilir ki bir zamanlar kizlar belirli saatlerden sonra disari birakilmazlardi laf soz olmasin diye, okula gonderilmezlerdi, hele erkeklerin yanina hic gonderilmezlerdi. fakat simdi kizlar ozgurluklerini elde etmis durumda ve anneanneniz de olaylarin nasil gelisebilecegini elbette ki sizden daha iyi tahmin edebilirdi o donemde.

sondan bir onceki paragrafinizda bulunan 'toplum mutaassıplasırken' hipotezinize de tamamen karsiyim. toplumumuz tam tersine avrupa nin bir donem gectigi yollardan geciyor. nihayetinde dusuncelerimiz ilerleyen yillarda onlarinki ile ortusecek.

ayip sayilan konularin ozendirici sekilde gozumuze sokulmasi gibi bir durum yok. yapimcilar kendilerine en cok gelir getiren filmleri, dizileri yaratmaya calisiyorlar. toplum oynasmali dizileri reyting bombardimanina tutuyorsa yapimcilara suc atmamak lazim.

İnci Vardar dedi ki...

ifrat da tefrit de orta noktada buluşsun da, sonraki paragrafında belirttiğin gibi o orta noktanın ne olduğunu bilemiyoruz ki. mutabakat sağlayabilmiş değiliz ve evet, iki taraf da birbirine katlanamıyor. ortak karara varamayacağımız görüşünde de sana katılıyorum, en azından yakın gelecek için. (bu arada senli benli hitapları tercih ettim, rahatsız oluyorsan lütfen söyle) aynı toplumda yaşayan insanları da birbirinden soyutlayamayacağımıza göre kavga dövüş bir şekilde alışacağız birbirimize. ben bunun kavgasız olmasından, böyle samimi yazılar ve diyaloglarla ilerlemesinden yanayım; pek umutlu olmasam da.

öpüşmemize normal diyen kişi sevişmemize ne der bilmiyorum. sapla samanı karıştırmak gibi olacak belki ama, tiyatroda sakız çiğnemeye normal diyen biri başbakan demeç verirken sakız çiğnemeye ne der, bilmiyorum. böyle şeylerin nihayeti yok ki, karşımıza çıktıkça ya gaza gelip ya da samimi bir şekilde rahatsız olup tepki veriyoruz. yine de mezar kırmanın çok acayip bir tepki olduğunu düşünmüyor musun? düşünce yapısını az çok anlasam bile çok acayip. çok öfkeli. otel yakan öfke bu. otobüsteki kıza yumruk atılmasına normal diyen kişiyi başka bir otel yakmadan, daha yumruk aşamasında uyarıp engellemeyi şahsen daha normal buluyorum.

anneannemi geçelim. bilinçli şekilde hakaret etmeyecek kadar sevdiğim biriydi ve hiç beklemediğim bir anda beni çok şaşırtmıştı.

son paragrafa atlayayım, öncekine geri döneceğim. diziler konusunda yayıncıları suçlamıyorum, muhafazakar kesimi ikiyüzlülükle suçluyorum. sokakta öpüşen çifte "burası sevişme yeri değil" de, sonra aşkı memnu rating rekorları kırsın. "onlar şakacıktan sevişiyor, zaten arada yastık var" diyerek mi temize çıkıyorlar anlamıyorum. ya da televizyonda olunca çocuklarının ahlakını sokakta gördüklerinden daha mı az bozuyor?

toplum daha mutaassıp oldu belki biraz haksız bir söylem. toplum daha keskin çizgilerle bölündü daha doğru olabilir. elbette bu da bir trend, türkiye bu tip bölünmeleri sık sık yaşıyor. 30 yıl önce benzer bir bölünme oldu, darbeyle bitti. 2023'te iç savaşla mı biter, yoksa hükümet %70 oyla mı iktidar olur bilmiyorum. ama muhafazakar kesim 10 yıl öncesine göre daha güçlü ve bu gücü muhafazakar olmayanların yaşamına müdahale ederek kullanıyor. ama bu da çok geniş bir konu. şimdi ben kamu kuruluşlarında türbanla hizmet vermenin hiçbir sakıncası olmadığını söylesem bile buna karşı çıkacak bir sürü kafatasçı var. çok orta bir noktada olduğum, kim ne yaparsa yapsın dediğim için kesin görüşler belirtemiyorum. ersin karabulut da sadece muhafazakarlara seslenmiş bu yazısında, ister istemez yanlı. bu yazı üzerine biri adama "hayır efendim, istediklerini giyemezler, parçalarım o başörtülerini" dese ona da "niye bu kadar sinirlisin abi" diyeceğini düşünüyorum.

spawch dedi ki...

(neredeyse) ortak bir kanaat e variyoruz, bu mutluluk verici. yazdiklarinin coguna katiliyorum. fakat bazen iki farkli gorusun tartisildigi ve bir sonuca baglanmayan durumlar da eglenceli olabiliyor.

sadece sordun diye soyluyorum, mezar tasi tepkisi (tepki mi onu da bilmiyorum) cok gereksiz. silahsiz birini vurmak gibi, pek mertce bir davranis degil.

diziler konusuna gelince..bir seyi yapmak, dedikodusunu yapmak, izlemek, dinlemek farkli seyler. ask i memnu yu ele alalim. bir kadin kocasinin yegeniyle yatsa neredeyse ensest; bir kadinin, kocasinin yegeniyle yattigini birine anlatmak birilerinin arkasindan konusmak; bir kadinin, kocasinin yegeniyle yattigini izlemek dikiz dir. belki hepsi yadirganilir fakat bazilarina katlanirsiniz, bazilarini affedemezsiniz. simdi gercek dunyamiza donelim bir kiz boyle bir iliski yasarsa babasi dover, sover, reddeder; ama boyle bir iliski yasanilan diziyi izlese kizar, 'git baska sey izle' falan der. biraz da kendini dizi karakteriyle ozdeslestirmeyle de ilgili.

ic savas, bolunme, darbe konulari.. bardagin dolu tarafindan bakmak lazim. 30 yil oncesinden cok farkli bir turkiye var. su siralar afrika ulkelerinde yasanan gerilimleri coktan astik biz. etkili olur mu bilmiyorum, ama bunlarin olmayacagina dair her iddiasina varim.

İnci Vardar dedi ki...

bölünme konusunda biraz endişeliyim ben. iç savaşa varmayacağını tahmin ediyorum ama zaman ne gösterir bilinmez. kaldı ki hali hazırda bir iç savaşımız da yok değil, tüm toplumu kapsamamakla birlikte türk-kürt (ya da daha doğrusu türk milliyetçisi-pkk) sorunu 30 yıl önceki raddede olmasa da oldukça büyük bir sorun. yine de demokrasi konusunda o dönemden hayli ileride olduğumuzu kabul etmek lazım.

diziler konusunda, şahsen benim onlarla da bir sorunum yok. izlemiyorum çünkü. isteyen izler, isteyen dedikodusunu yapar, isteyen uygular. istemeyen de izlemez işte. bunlar benim derdim değil. tercihim izlenmemesi ama kimsenin seçimine de televizyonun fişini çekecek kadar karışacak değilim. genel olarak da herkesin kendi görüşünü açıklamasında, hatta taraftar toplamasında sakınca görmüyorum, hatta faydalı bulduğum bile söylenebilir. ben, mecazen, o fişin çekilmesiyle başlayan durumlara kılım. yani insanın hoşuna gitmeyen bir şeyi, mesela internette ahlak anlayışına veya inançlarına uygun olmayan siteleri ortadan kaldırması şart mı? bir şey görüşten ziyade dayatmaya dönüşünce kızıyorum ben. o dayatmalar fiziksel saldırılara ya da tehdide dönüştüğünde deliriyorum. böyle vıdı vıdı yapmamın temel nedeni bu.

son olarak, ortak kanaate varsak da varmasak da sorun değil. birbirimizi en azından anlayabiliyor ve saygıyla tartışabiliyor olmamız güzel bir şey. :)