7 Temmuz 2012 Cumartesi

Kübler Ross gibi gibi


Sabah Predalien'ın şifonyerin üzerinden intihar etmesiyle uyandım. Bir saniye içinde aklıma gelen üç şey oldu:

1. Ananski!
2. Komşular?!
3. Saat?

Sadece üzerinde durduğum son merak noktası konusunda bir şey yapabilirdim. Oturma odasına gittim, şarjdaki telefonumu aldım ve saatin 7'ye yaklaştığını öğrendim. Tekrar yattım.

Oturma odasına gittiğimde gördüğüm ve anında gözümden kaçan bir şeyi o anda fark ettim. Diğer bir deyişle, jeton geç düştü. Pencere açıktı. Ben açmadığıma göre eve hırsız girmiş olmalıydı. Hırsız girdiğine göre artık bilgisayarım yoktu.

Odamdan çıkarken Aslı'yla karşılaştım. "Bilgisayarın pilini yeni değiştirmiştim, asıl ona acıyorum" diyerek güldüm. Birkaç dakika sürmüş gibi görünen yolda MacBook Pro almamın iyi olacağına karar verdim. Kafamın bir kısmında Troy'a gidip bilgisayarlara göz gezdirdim.

Sonunda oturma odasına ulaştım. Tahmin ettiğim gibi, bilgisayar yerinde değildi. Son zamanlarda gizlilik sözleşmesi imzaladığım bir iş yapmış mıydım? Hayır. O halde panik yapmadan polisi aramalıydım.

Şarjda olduğunu hatırladığım telefonumu almak için arkama döndüm. Tekrar masama baktığımda üç polisle karşılaştım. Biri İngiliz polisine benziyordu. Diğeri fötr şapkası ve pardesüsüyle karizmatik görünmeye çalışan, ancak komikten öteye gidemeyen bir dedektifti. Son polis serseri gibi görünüyordu. Yüzündeki ifade nedeniyle pis işler çevirdiğinden emindim.

Zabıt tutturmak istediğimi söylediğimde "Şu anda başka bir iş üzerindeyiz" dedi İngiliz polisi tipli adam. Benim evimde olmalarının nedeni gizli operasyonmuş. Dosyalarını toplayıp gittiler. Ev telefonundan 155'i aradım. Telefona tavuk çiftliği cevap verdi. Numarayı yanlış tuşlamış olabileceğimi düşündüm. Ve ev birden kalabalıklaştı.

Etrafta kimlerin dolaştığına göz attıktan sonra hard diskler aklıma geldi, son birkaç ayın işleri dışında her şeyi yedeklemiştim. Kalanların büyük bölümüne mail'imden ulaşabilirdim. Ama onlar da çalınmıştı. Hatta elinin ayarı olmayan hırsızlar hard diskleri ararken kesonumu da kırmıştı.

Annemin bilgisayarı masamda duruyordu. Annem burada bir şeylerimin çalınacağının belli olduğunu, daha dikkatli olmam gerektiğini söyleyerek beni azarlıyordu. Tartışmamız söylediğim bir cümleyle sona erdi. Aklımdan başka cümleler de geçiyordu ama daha fazla konuşmadım. Polise ulaşmam gerekiyordu. Artık sabırsızlanıyordum ve sıkılmaya başlamıştım.

Tekrar 155'i aradım. Karşıma yine tavuk çiftliği çıktı. Polisin numarası mı değişmişti? İnternetten öğrenebilirdim. Firefox'u açtım. Klavye tuhaf çalışıyordu ve otomatik tamamlama beni alakasız yerlere götürüyordu. Emre bu klavyeye alışık olmadığımı, ne aradığımı bildiğini söyleyerek bilgisayar başına geçti. Ama polisin yeni telefon numarasını aramıyordu. İnternette biraz takıldıktan sonra kalkıp bilgisayarı bana bıraktı. Sinirlenmeme rağmen bir şey demedim. Tartışarak zaman kaybetmek yerine polise ulaşmalıydım.

Firefox'tan umudu kesince, sıkıntıyla Internet Explorer'ı açmaya çalıştım. Açılmadı. Biraz bekledim. Açılmamaya devam etti. Acelem vardı ve Internet Explorer öylece duruyordu. Bir işe yaramayacağını bildiğim halde yeniden Firefox'a girdim. Beni polis markalı kadife döşeme kumaşlarının yer aldığı bir siteye götürdü. Sitenin tasarımı kötüydü ama kadife dokuma ve renk skalasında Türkiye'nin lideri olduklarını belirtiyorlardı.

Tamamen çaresiz olduğumu, bilgisayarımın hiçbir zaman geri gelmeyeceğini anladım. Bu ani anlayış sonucunda, aynı hızla, büyük bir umutsuzluk aurasının merkezine yerleştim. Durdum öyle. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu ve hareket etmem bile anlamsızdı. Ağlamaya başladım.

Sonra uyandım. Predalien hala yerdeydi. Saat 10'a çeyrek vardı. Galiba ilk kez bir sorun karşısında hissettiğim gerçek duygu hallerini sırayla yaşatan bir rüya görmüştüm. Rahatsız hissetmiyordum, sadece duyguların gerçekliğinin yarattığı şaşkınlık vardı.

Oturma odasına gidip pencereyi açtım.

Hiç yorum yok: