6 Kasım 2012 Salı

Deneme 1-2

Kısa bir şimdiyi, uzun ve güvenliği bir geleceğe tercih ederim. Muhakkak bunu söyleyen pek çok kişi olmuştur. Eminim, en az yüzde doksanı karşıdan karşıya geçerken etrafa bir göz atıyordur. Bu devirde gerçek fatalist bulmak zor.

Oysa ben öyle değilim. Sürekli ölmeye çalışıyorum, her an. Şimdiye kadar hayatta kalmış olmam, üstelik vücudumun hala sapasağlam olması beni her gün şaşırtıyor. Bu şaşkınlığıma kolayca son verebileceğimi düşünebilirsiniz. Ama ne yazık ki intihar benim için bir çözüm değil. Denedim, biliyorum.

Muhtemelen kendi başıma açmaya çalıştığım belalar intihar sayıldığı için şimdiye kadar başarıya ulaşamadım. Mesela siz Beşiktaş Fenerbahçe maçında, Fenerbahçe formasıyla Kazan'a gitseniz, orada dayak yemeyince Fenerbahçe tezahuratlarıyla bütün Beşiktaş'ı dolaşsanız muhtemelen kırılmamış kemiğiniz kalmazdı. Eşşoğlueşşekler bana sadece güldüler. Onlar güldükçe ağıza alınmayacak küfürler ettim, deli deyip geçtiler. Belki de birilerini özellikle tahrik etmeye çalıştığınız zaman böyle oluyordur, bilmiyorum. Yine de denemek lanetli olmayan insanlar için sakıncalı.

Evet, lanetli olduğum için, ölümü istediğim sürece ölemeyeceğim. Bunu bana ölümden kurtardığım biri yaptı. Özür diledim, bilseydim vallahi yapmazdım dedim, sesimi bir tek onun inatçı kulaklarına duyuramadım.

Belki sözlerinin bir lanet olduğunu bile bilmiyordu. Benim onu kurtarırken sandığım gibi, iyi bir şey yaptığını sanıyordu. "Bundan böyle, istesen de istemesen de senin kurtarıcın olacağım" demişti. Aylar geçti, sözünden hiç çıkmadı.

Bir gece eve giderken, ormanın yanıda uzanan, aydınlık, bir yanı sıra sıra dizili evlerle sarılmış, nispeten güvenli yoldan yürüyordum. O öyle yapmamış. Gecenin tüm tehlikelerini sık dallarının arasında gizleyen karanlık ormana girmiş. Orman çocukları iblisler, ifritler, ecinniler ve karakoncoloslarla korkutadursun, onun karşısına yetişkinleri ürkütebilecek türde canavarlar çıkarmış. Çığlığı duyup karanlıktaki hışırtılara yöneldiğimde bu canavarlardan üç tanesi kadıncağızın üstüne abanmış, vücutlarındaki tüm uzuvlarla sağlam bir dayak çekmekteydi. Ses çıkarsam, bağırsam, adamlar pılını pırtını toplayıp kaçacak, o göz gözü görmeyen ortamda anında kaybolacaktı. Sonra yakalayabilene, teşhis edebilene aşkolsun. İlk işim, telefonumun flaşlı makinesiyle bir fotoğraf çekmek oldu. İlk ışıkta adamların biri kafasını kaldırıp etrafa baktı. Deklanşöre tekrar bastım. Yüzü kabak gibi ortaya çıktığı zaman fotoğrafının çekildiğini değil, birilerinin yaklaşmakta olduğunu anlamıştı. Tahmin ettiğim gibi arkadaşlarını uyarıp kadını bıraktı. Göz açıp kapayana kadar uzaklaştılar. Kadına yaklaşırken polisin numarasını çevirdim, bir ambulansla birlikte gelmelerini söyledim. Onları beklerken, güçlükle nefes alan kadının yüzüne ışık tuttum. Tutmaz olaydım. Yumruklardan, tırmıklardan şişip patlayarak yarım kilo kıymaya dönmüştü. Gözler küçük birer yarıkla ayrılan iki patlıcan, dudaklar beceriksiz bir kasabın rastgele bıçak salladığı bir parça ciğer gibiydi. Uzun lafın kısası, bu surata kadın yüzü demeye bin şahit isterdi. Biraz daha dayanmasını, ambulansın çok yakında burada olacağını söylerken karanlıktan kanlı, uzun parmaklı bir pençe uzanıp yakamı mengene gibi kavradı. Nefes alabildiğinden bile emin olamadığım kadın güçlü, net bir sesle, bundan böyle istemesem de kurtarıcım olacağını söyledi.

O sırada teşekkür ettiğini düşünüyordum. Yanıldığımı, polis kadının cebinden bir intihar mektubu çıktığını söylediğinde anladım. Gece geç vakitlerde, ıssız yerlerden geçen kadınların arandığını söyler, onlara yapılabilecek her şeyi mübah bulurlar. Bu kadın gerçekten aranıyormuş meğer. Bulabileceği en tehlikeli yeri seçmiş, arayıp da ulaştığını benim yüzümden kaybetmiş. Beni kurtaracak olması iyiliğinden değil, kaybının öfkesindenmiş. Koskoca bir lanetmiş.

Ben de normalde ölmek için can atan biri değilim. Aklıma bile gelmez desem yeridir. Ama artık iş inada bindi. Ölümle ilk karşılaştığımda da aklımda öyle bir şey yoktu, basit bir kazaya kurban gidecektim. Acelem vardı, yeşil ışık yeni kırmızıya dönmüştü, bir iki koşar adımla karşıya geçmem kimse için sorun çıkarmayacaktı. Ama sağımdan gelmekte olan dolmuş şoförü böyle düşünmüyordu. Ne yola ne de kendisi için yanan kırmızı ışığa bakıyordu. Yayaların ışığına gözlerini dikmiş, kırmızı yanar yanmaz gazı köklemek için tüm kaslarını germişti. Benim yolun ortasında olduğumu fark etmemişti bile. Farkına varmadığı bir diğer şey, benim gibi düşünen, ışık kırmızıya dönerken frene basmak yerine gaza biraz daha abanan ikinci bir sürücüydü. Sağımdan harekete geçen dolmuş, kendi sağından hızla gelmekte olan Hummer'la gürültülü bir kucaklaşma yaşadı. Yol ortasında kırmızı bir paspasa dönmeme saniyeler kala, dolmuş şoförü, 38 yıldır başrol oyuncusu olduğu, müziklerini Kral FM'in yaptığı bir filmin son karelerini yaşıyordu. Son rolü, boynu kırılmış bir adamı oynamaktı. Bende ise bir çizik bile yoktu. Tabii Hummer'da da.

Bu arada, hayatını kurtardığım kadın pek de kurtulmuş sayılmazdı. Hastaneye getirildiğinde komaya girmişti. Son üç gündür lahana bebekten farksız yatıyordu. Polise verdiğim fotoğraf sayesinde zanlılar da yakalanmış, kadından çaldıkları cüzdanı polise teslim etmişlerdi. Ancak bu da kimlik tespitine yardımcı olmamıştı. Ortada kadının kim olduğunu belirten hiçbir şey yoktu. İntihar mektubu imzalanmamıştı. Kadın mektupta hiç kimsesinin olmadığını, öldükten sonra tüm mal varlığının çocuk esirgeme kurumuna bağışlanmasını istediğini yazmıştı. Hastane kadını bu yüzden hayatta tutmaya çalışıyordu. Eğer bir mal varlığı varsa, kim olduğunu söylemeli ve hastaneye borcunu ödemeliydi. Ondan sonra kendine yeni bir ölüm şekli seçebilir, tedavi için hastanede daha uzun süre tutulabilir, hatta psikolojik destek için farklı bir bölüme nakledilebilirdi. Bunların hepsi, bahsedilen mal varlığının boyutlarına bağlıydı. Gizem çözülene kadar kadın, polisin kayıp şahıslar veri tabanından kimliği belirsiz cesetler albümüne aktarılmamalıydı.

Ölmediğim ilk gün, acil işlerimi hallettikten sonra hastaneye gittim. Bana ne yaptığını sordum. Bunun ne kadar süreceğini öğrenmeye çalıştım. Özür diledim. Bir cevap vermesini istedim. Laneti kaldırması için yalvardım. Beni duymadı. Duyduysa bile, umursamadı.

O gün bugündür, maddi olanaklarım el verdiğince tehlikeli işler yapıyorum. Bu olay sayesinde yaya geçitleri yenilendi ve trafik denetimleri sıklaştırıldı. Park, bahçe ve ormanlara her yeri stadyum gibi aydınlatan ışıklandırmalar, her hareketi kaydeden kameralar ve saat başı devriye gezen bekçiler yerleştirildi. Mahallelerdeki aile doktorları her hanenin psikolojik profilini çıkararak hem intihar hem de aile içi şiddet oranını azaltacak adımlar attı. Adrenalin yüklü sporlarda güvenlik önlemleri akıl almaz derecede artırıldı, bazı kuruluşlar ölüm ve yaralanma cezalarının yüksekliği karşısında kepenk kapatmak zorunda kaldı. Madencilik ve yeraltı inşaat çalışmalarına azami özen gösterilmeye başlandı, o tarihten sonra metro inşaatında kuyuya düşen bir kişiye bile rastlanmadı. Pek çok virüs ve bulaşıcı hastalığa kalıcı ve ucuz çözümler üretildi, Hepatit aşısı bile tarih oldu. Doğal afetler için son hızla özel önlemler alındı. Deprem ve sel gibi durumlarda can ve mal kaybının bu kadar azalması gözlerimi yaşartıyor. Ufak bir sarsıntıda sekizinci kattan atlayıp yara almamam da gözlerimi yaşartan bir diğer olay olmuştu.

Velhasıl kelam, ben ölmeyi denedikçe, memleket daha güvenli bir hale geliyor. Saçma gelecek ama terör sorununun çözülmesinde bile benim parmağım var. Dağ başında bile ölmeyi denedim, kurtarıcım yakamı bırakmıyor.

Bazen komadan çıkmak yerine ölse lanet de kalkar mı diye merak ediyorum. O zaman ölümün beni sonsuza kadar listesinden çıkarabileceğini düşünerek vazgeçiyorum. Ve bir kez daha, kendimi öldürmek için yeni yöntemlere kafa patlatmaya başlıyorum.

Hiç yorum yok: