20 Ekim 2010 Çarşamba

ağzıma sıçtın kübler ross

şöyle bir yazmaya yeltendikçe, hatta aklımın ucundan kitabı geçirdikçe yeni yeni türbülanslara giriyorum sayın okurlar. bugünkü suçlama ve yazamama nedenim de bizzat çıkış kaynağım olan kübler-ross modelidir.

şöyle ki sayın okur, içten içe hüzünlü ve umutsuz bir birey olsam da genellikle neşeli, hatta bir akıl hastasıymışçasına düpedüz mutlu bir kişiliğim ben. kaptırıyorum bir anda, yazarken dalga geçmeye başlıyorum. ama kübler ross modeli öyle bir şey değil. kayıpla başlıyor, eğer mümkünse hayatın bir şekilde devam etmesiyle sonuçlanıyor. baştan aşağı hüzün kokuyor koskoca model. onunla bununla alay ederken kendime bir "höt!" diyorum, "lan kayıp nerede?! başka bir şey anlatıyordun sen olm, bir derdin vardı hani içinde tutamadığın?" sonra başlıyorum gözümden akan bir damla yaşla konuşmaya. söyleyecek çok şeyi var garibimin. gel gör ki sıkıcı! ben gelemem böyle paso hüzünmüş, vahşetmiş, yok karı dayak yemiş, yok okulda çıkıntılık yapmış falan. aman be! bir umutsuzluk deryasında debelenirken kıçımın aklına gelmiş böyle bir şey yazmak, ben de çok akıllıca bulmuşum. ama olmuyor a dostlar, olmuyor heyhat! içimde mıngıldayan neşe, alay edip kahkaha atmak için fingirdeyen pıtırcıklar bana izin vermiyor. kendimi ciddiyete davet etsem de sürdüremiyorum. anlatacak milyon tane derdim var belki ama yanlarımdan dürten mutluluk nedeniyle toparlayamıyorum.

şimdi ben var ya, şu kitabı kübler ross'tan şaşmadan yazabilirsem gerçekten tebrik etmelik bir iş yapmış, kendimi aşmış olacağım. benden söylemesi.

Hiç yorum yok: