22 Kasım 2010 Pazartesi

bir bayramın ardından

bu aralar bir laklak edesim var ki şekerparelerim, sormayın. ama elbette bu insanlarla neşeli sohbetlere girmek, arkadaşlarla toplaşmak şeklinde vuku bulmuyor, sadece yazmak istiyorum. yazacak bir şeyim de olmadığından kelli sıklıkla kendi kendime konuşuyorum. ya da bir kitapta okuduğum cümle kendimle sohbet konusu açmama yarıyor ki, bu da ya hayali yazarla ya da yine kendimle konuşmamla sonuçlanıyor. kaldı ki, ikisinin arasında yedi fark bile yok.

şu güzelim dokuz tatil günü boyunca ne yaptın diye sorsanız, önce çalıştığımı, kalan zamanımda da karpuz gibi yattığımı söylerim. geç yatmak ve geç kalkmak şahane bir şey. yarın itibariyle (elbette yarın artık bugündür) normal çalışma saatlerine dönecek olmanın tek kötü yanı da sabahın şeysinde kalkma zorunluluğu. benim de bir tembellik hakkım olmayacak mı diye düşünüyorum bazen. sonra da beterin beteri var diyerek çevre muhitlerdeki tahtaları tıngırdatıyorum.

onur'a gitmeyi ve bebeğini görmeyi çok istedim mesela. bunun için uygun zaman tatil olmayacaksa ne zaman olacak? olamadı, olduramadım. diğer yandan da daha bir aylık bile olmamış bebiş için internetlerde giyilecek bir şeyler araştırdım. bu bebişin henüz minimal bir insan olması bir gün "rocker chick" olacağı gerçeğini değiştirmiyor. mutteşem tulumlar buldum kendisine, gören karşısında kafa sallamaya başlar. sonra da hiçbirini alamadım çünkü hepsi ecnebi memleketlerde. sipariş versem gelmesi bir ayı bulur, bebek o zamana kadar dana gibi olur. çok çabuk büyüyor bu insanlar. tulum bile olsa alıp hemen iki kere giydirmek gerekiyor, fırsatı kaçırınca üstüne olmuyor. belki benzer ciciler bulurum diye türkiye semalarında da sörf eyledim ve fakat memleketçe bebek modasında ancak winnie the pooh'ya kadar evrilebildiğimizi esefle gördüm. ziyaret edebilecek gibi olduğumda tekrar bakacağım. hiç olmazsa iki koli bez alayım diyorum, şimdi bunlara bez almaktan fenalık gelmiştir.

(dip not: sevgili onur, "bir şey almana gerek yok, senin gelmen yeterli" diye düşünüyor olabilirsin. istersen düşünmeye devam et ama olmaz öyle şey. inci teyze olmak sorumluluk gerektiren bir müessese.)

bayram normalleri gereği çeşitli akrabaları ziyaret ettim. bunlardan birinde, akrabasal bağlamda yılın olayı gerçekleşti. kardeşimle birlikte, amca, yenge, onların çocuğu ve babaanne dörtlüsü arasındaydık ve konuşacak hiçbir şeyimizin olmaması bünyemde gerginliğe neden oluyordu. çünkü otuz yaşına gelip de evlenmemiş her genç bağyan gibi benim de evlilik muhabbetine maruz kalmam kaçınılmazdı. olayı geciktirmek için benim işimden, çocuğun okulundan, babaannemin ilaçlarından falan bahsederken soru meraklı yengeden geldi: "eee inci, evlenmiyor musun artık?"

şimdilik öyle bir planımın olmadığını söyleyip konuyu kapatmamın mümkün olmasını diliyordum. çünkü daha birkaç ay önce aynı soruları yanıtlamıştım ve her yıl iki kere aynı işkenceden geçiyordum. ne var ki karşımda çocuk merakıyla "neden? peki neden? neden?" diye soran, arada da yaşlı ısrarcılığıyla evliliğin şahane bir şey olduğunu savunan, orta yaş olgunluğundan pek nasibini almamış bir kadın vardı. daha beş dakika bile geçmemişti ama sıkıldım. belki biraz sabretsem, başka şeyler düşünüp kafamı sallasam vazgeçerdi ama dayanamadım. "ya bak," dedim, " evlenmeyi düşünmüyorum ve evlenmek için bir neden de göremiyorum."

konuyu sertçe kapatmasını beklediğim, hatta tonlamasını bile buna göre ayarladığım cümle işe yaramamıştı. yenge çetin cevizdi ve son kozunu henüz oynamamıştı. "nasıl nedeni yok incicim? evlilik çok güzel bir şey, hem cinselliği yaşayacaksınız" dedi. bir an nefesim kesildi, içsel bir karmaşa yaşadım. o kadar beklenmedik bir yerden vurmuştu ki, sadece tek kaşım kalktı ve aklımdan geçen cümlelerden birini seçene kadar cevap verme süremi doldurdum. en mantıklısı sanırım "yılda sadece iki kez görüşen kişiler olarak aramızda cinsellik gibi bir konunun geçmesi patavatsızlıktır" cümlesiydi. aklımdan ilk geçen ise "30 yaşındayım olm ben, saçma sapan konuşma" şeklindeydi. söylemediysem de kalkan alaycı kaş bunu yeteri kadar anlatmış olabilir.

kan bağımız olmasa da o da bir akraba. amcamla evli olduğuna göre, çekirdek sülalemde aynı özellikleri taşıyan bir insan evladı var. dolayısıyla amcam hakkında da istediğim gibi kötü düşünebilirim. benim görüşümü önemsiyorsa evlenmeseydi, hayret bir şey. benim için kabullenilmesi zor durumlar bunlar. anlam veremiyorum. yetiştirilme şeklimden olsa gerek, tabularla aram bir tuhaf. daha doğrusu, kavramsal olarak her şeyi açıkça tartışabilirim ama kişiselleştiğinde yakın arkadaşlarımla bile konuşamam. örneğin, ideal bir toplumda evlilik gereksiz bir kurumdur ama benim evlenip evlenmemem kimseyi ilgilendirmez. böyle bir şey.

böyle evlilik üzerine kendi kendime ahkam keserken başka bir şey geldi aklıma. mevcut sistemin ideal insanı diye bir şey var ve ben ya onu ya da o tanıma çok yakın birini tanıyorum. aynı yaşlardayız ama onun yıllardır, oldukça iyi işleyen bir şirketi var. muhtemelen ne olacağına daha üniversiteye başlamadan karar vermiş, eğitimini bu yönde almış ve mezun olur olmaz da planlarını gerçekleştirmek için kolları sıvamış. çoğu ortamda tanınıyor ve saygıyla karşılanıyor. gayet fit görünüyor, vücudunda fazlalık yok denecek kadar hiç. hem aileden hem de kendi kazancından gelen bir zenginliği, kendisi gibi bir eşi, bir de mükemmel büyümesi planlanan çocuğu var. eşiyle lisenin son yıllarında veya üniversitede tanışmış olduklarını sanıyorum, çıkmaya başlamaları ve evlilik planları yapmaları aynı döneme denk gelmiş olmalı. kanca takmak şeklinde değil ama. el ele tutuşmak ve aynı yöne bakmak, doğan güneşi görmek gibi. her şeyin planlı ve ileriye dönük olduğu bir yaşam.

(ve hayır canım, tabii ki bu sevgilim değil. bizim sevdicekle ileri bakma gibi bir alışkanlığımız yok. birbirimize bakıyoruz biz. sonra gözlerimizi kapatıp iflah olmaz romantikler şeklinde öpüşüyoruz. uuu beybi... güzel bir hareketlenme oldu bende.)

bu kişi benim arkadaşım değil. hayatımda hiç böyle bir arkadaşım olmadı, bundan sonra da olacağını sanmıyorum. ben de hiçbir zaman böyle olmayacağım. çok tuhaf değil mi? "sistemin ideal insanı" kanlı canlı karşımda dururken onda örnek alınacak ya da gıpta edilecek bir şey göremiyor, hatta onu hayli sıkıcı buluyorum.

işte bu yüzden ben hayatımı hiçbir başarıya imza atmamış, ismi hatırlanmayacak, son derece sıradan bir insan olarak geçireceğim ve bundan memnun olacağım.

2 yorum:

Evren dedi ki...

Aslında böyle insanlar bu tür olur olmadık soruları kendi vasat, sıkıcı ve birörnek yaşamlarının mükemmel ve en ideal yaşamlar olduğuna kendi kendilerini inandırmak için soruyorlar. Vah vah zavallı, evde kurudu kaldı garibim, eline erkek eli de değmemiştir şimdi vs vs diye acımayla karışık bir küçümsemeyle bakarlar.
Evlilik sorularından sonra benim favorim kilo konusu. Mesela istisnasız her karşılaşmamızda aa sen bayaa kilo vermişsin veya bir sonraki sefer, sen kilo mu almışsın, diyen bir yengem var ki sırf "ben seninle ilgileniyorum"a karşılık geliyor.

İnci Vardar dedi ki...

belediyeye başvurup yengeleri yasaklatmayı düşünüyorum şu an. insanı hayattan soğutuyorlar.