günler enteresan bir hızla geçiyordu ve ben planlarımın biraz gerisinde kalmıştım. ama her şeyin bağlanacağı günü tutturmuştum sanırsam. aslında bu yarın belli olacak. yarın gideceğim ikea ve koçtaş nakliyeyi cuma günü yaparsa adeta mükemmel bir sonuçla karşılaşacağım.
öncelikle, annem söylediği ve beklendiği üzere hasta oldu. ama bunun tek sorumlusu ben değilim. 15 yıl kadar önce arabalı bir kapkaççı kendisini 10 metre kadar sürüklediğinden beri iskelet sisteminde problemler yaşıyor, doktordan doktora koşuyor. geçen hafta sonu omuz ağrısı ağlatacak boyutlara ulaştı, oysa annem değme acıya gık demeyen bir kişilik. son ilaçları işe yaramamış, durum sandığımızdan daha vahimmiş, bu nedenle yepyeni bir serüven bizi beklemekteymiş. velhasıl kelam, pazartesi başlayan serüvenimiz hala devam ediyor. hatta pazar akşamı annem yerine hastalığı benimle konuşup ağzıma sıçtı biraz.
babamın da morali oldukça bozuk ama bunun da tek sorumlusu ben değilim. üst üste gelen bazı problemler nedeniyle bu aralar depresyona yakın durumlarda. "bana çok mu kızdın?" diye sorduğumda sadece akıllı insanlara kızdığını, yaptığım şeyde ve hatta taşınacağım yerde hiçbir mantık bulamadığını söyledi. ona da gecikmiş açıklamalar yapmak durumunda kaldım ama yoo dostum yoo... adam mantıklı. ve tabii benim mantığımı anlamaması da normal geliyor.
bunlar olurken, yani anneme florya'dan nişantaşı'na, nişantaşı'ndan florya'ya ufak istanbul turları attırırken ve yolda ne kadar üzüldüğünü dinlerken, ve kar yağarken, ve doktor randevuları uzadıkça uzarken, ve diğer yanda para kazanmak için yapmam gereken işler varken buzdolabı ve çamaşır makinesini aradan çıkardım. taşınma deneyimli insanlar derler ki, bunları ikinci el falan almayacaksın, ne zaman sorun çıkaracaklarını bilemezsin. haklılar. annem de der ki, bosch alsaydın. o da haklı. ben de akibetimin belirsizliğini ve servis bulma konusundaki tasdikli gerizekalılığımı göz önünde bulundurarak sadece birinci grubu dinledim. ucuzundan ve garantilisinden beyaz eşyamı almış bulundum.
bu arada emlakçıdan haber geldi, elektriği ve suyu üstüme almam gerekmiyormuş. sadece ona her ay faturanın bir kopyasını versem yeterliymiş. iki işin kendiliğinden hallolmasına sevinerek bugün öğleden sonra igdaş'a yol aldım. beşiktaş'ın bağlı olduğu okmeydanı'na giderken, ecnebilerin "cold feet" dediği, benim de gönül rahatlığıyla "yavşaklık" olarak adlandırabileceğim duruma düştüm. aklımda yani aslındalar geçit töreni yaparken sert bir sesle "saçmalama!" dedim ve kendi kendime şarkı söylemeye başladım.
oooook meydanııııı
ovalara yayılııııır
iiiiinsan bunaaaaa
hayvan gibi bayılıııır
bu devlet daireleri artık korktuğum gibi değilmiş. ya da bu aralar bana iyisi denk geliyor. öyle ki, sayın igdaşçı amca "siz isteyin, çiğ tavuk bile yeriz" dedi bugün bana. öyle bir gülüşmeler falan...
muhtarla işi halledemedik, zira kendisi nüfus işlerinde yetkili değilmiş. önce elektrik, su ya da doğalgazı halledip verilen kağıtla birlikte nüfus müdürlüğüne gidiliyormuş. ikamet taşıma işlemleri orada yapılıyormuş. bu kısmı taşınma sonrasına bıraktım.
sonra yeni bir telefon hattım ve internet bağlantım oldu. pazartesi'den itibaren zaruri ihtiyacım olan adsl kullanıma hazır ve nazır olacak. tabii bunun için ilk olarak türk telekom'un genel müdürlüğüne gidip "o diğer bina nerede ki? ben bilmiyorum öyle bir şey, bu da türk telekom işte?" demem gerekti.
boya işini arkadaşlarımla halledemedim, çünkü hepimiz birer kont veya kontes soyundan geliyoruz. aslına bakarsanız soramadım bile. sana gül bahçesi vadetmedim'de başkalarından bir şey isteyemeyen bir akıl hastası vardı, biraz öyle triplerdeyim ben. bunları dert ediyor olmasam temizliği de aradan çıkarırdık oysa.
ama sonuçta boya bitti. oturma odam gri-beyaz, yatak odam mor-beyaz olacaktı, tersi olmuş. yine de tonlar birbirine yakın (gibi sanki biraz) olduğu için, tabii bir de bütün işe yeniden başlanmasını sinirlerim kaldırmayacağından ses çıkarmadım. bunu sorun saymıyorum. ama "oturma odam turuncu olup enerji vermeli, yatak odam maviliğiyle sakinleştirmeli" gibi bir kafada olanlar boyacıya söylemekle, duvarlara yazmakla falan yetinmesinler; ellerine fırçayı alıp "bu renk olacak!" şeklinde işaretlesinler derim. ampütasyon durumunda "bu kol kesilecek" diye üstüne yazarlar ya, boyacıya böyle anlatmak iyi olabilir. en azından renkleri odanın doğru bölümlerine uygulamış, bu da yeter.
yarın yine hareketlerden hareket beğeneceğim bir gün olacak gibi. sabah annem ve omzu, öğleden sonra gayrettepe'de toplantı, hemen ardından koçtaş, belki arada temizlikçinin eserine bir göz atış (bugün domestos'um ve migros markalı yüzey temizleyicim oldu), sonra sevdiceği kapıp ikea, ve son olarak eve dönüp bütün gün yapılmamış işlere başlama.
bu arada, yazı çok uzadı ama annem ağrısı hafifleyince lokum gibi oldu. eski perdeleri vermeyi önermekle kalmadı, tabak çanak işini kolaylaştıracak gibi görünüyor. bugün itibariyle iki tane mor tencerem, mutfak bezlerim ve havlularım var, birlikte aldık. böyle yumuşamasının nedenlerinden biri de benim "ne olacağını bilmiyorum, bakarsın beklediğim gibi çıkmaz, geri dönerim" cümlelerim oldu. ve bunu sadece annemi rahatlatmak için söylemedim. yani olmaz herhalde ama sonuçta ben de gerçekten bilmediğim bir şey yapıyorum. sırf bu yüzden türk telekom'un 24 ay sözleşmeli turuncu telefonunu bile almadım.
ama alabilirim de. bir taşınayım önce. yok cold feet falan. kapı gibi doğalgaz sözleşmesi var.
sonraki yazının konusu: boş bir evde eşya beklemek, evden eve nakliyatın cilveleri, soğuk hava dalgası göndermesinler diye balkanlar'a uçan tekme atmak istemek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder