24 Mart 2012 Cumartesi

Gizli


Cemil ürpererek uyandı. Azrail okşadı derler ya, öyle bir ürperme. Mahmur gözlerle etrafa bakındı. Beyaz fayanslar, metal dolaplar, alet edevat. Nerede olduğunu anlayınca rahatlayarak içini çekti. Morgdaydı. Demek ki korkulacak bir şey yoktu.

Saatine baktı. İki buçuğa geliyordu. Biraz düşünüp "birazdan gurulmaya başlarım" diyerek 3 numaralı dolaba yöneldi. Birileri görse kesin kovulurdu. Bir ara neredeyse yakalanıyordu. Kadının birini eşini teşhis etmesi için getirmişlerdi. Adamı mafya mı öldürmüş ne olmuşsa, kurbanlık koyun gibi boğazı kesildikten sonra iki gün suda kalmış, iyice süngere dönmüştü. Cemil cesedi göstermek için dolabın kapısını açtığında morgu buram buram soğan kokusu sarmıştı. Adamın karısı bile perişan haline rağmen duraklamış, "ne yapmışlar kocama, kebapçıda mı öldürmüşler yoksa?" diye sormuştu. Cemil de komiser de bozuntuya vermeyip araştırmanın sürdüğünü söylemekle yetinmişlerdi.

Komiser soruşturma açmasın diye Cemil o sırada dayanamayıp geğirdiği yalanını uydurmuştu. O günden sonra ceset dolaplarına lahmacun koymaktan tamamen vazgeçti. Artık peynirli sandviç gibi nispeten kokusuz yiyeceklerle idare ediyordu.

Tabii bu durum çok hijyenik sayılmazdı. Sonuçta cesetler kolay kolay çürümüyordu ama her tür vücut sıvısı da o sedyelerin üzerine akıyordu. Ne kadar dezenfekte edilirse edilsin, insanın içinde bir şüphe kalıyordu. Cemil bu sorunu sandviçlerini kat kat folyoyla sararak çözmüştü. O kadar sarıldıktan sonra sandviçine ölüsü de dirisi de bulaşamazdı. Diğer yandan, teşkilatta ölülerin yemeklerine bulaşmasından hoşlanan, hatta ölüleri bizzat yemek olarak görenler de yok değildi.

Allah'tan Cemil onlar gibi olmamıştı. Bir keresinde doktorlardan birinin otopsi sırasında adamın ciğerinden bir parça kesip cakkada cukkada sakız gibi çiğnediğini görmüştü. Cesetlerle uğraşmak insanı manyak ediyordu demek ki bir süre sonra. Midesi bulandı. Sandviçinden bir parça daha ısırdı. İkinci öğle yemeğinin daha sindirilmeden klozete gitmesine izin vermeyecekti. Ekmek zaten aslanın ağzındayken, dişinin kovuğunu doldurmayan hazır yemeklere para vermek delilikti.

-----

Doktor Canan tam bir ölü seviciydi. Ama sadece kelime anlamıyla. Mesleki olarak ölüleri kesip biçiyor, hobi olarak ise resimlerini yapıyor, fotoğraflarını çekiyor, çaktırmadan yürütebildiği parçalarıyla koleksiyonunu genişletiyordu. Ara sıra aklına ölülerle ilişkilerini bir adım ileri taşımak gelse de bunun fazlasıyla uğraştırıcı olacağına karar veriyor, ayrıca mesleğini kaybetme tehlikesini göze alamıyordu. Canan işini çok seviyordu. Buna aşkı karıştırmamak akıllıca olurdu.

Oturma odasının duvarlarını Joel Peter Witkin'in eserleri süslüyordu. Eğer konuklar fotoğrafları rahatsızlık hissetmeden inceleyebilselerdi, bazılarının farklı bir sanatçıya ait olduğunu, hatta bunların düpedüz Türk olduğunu anlayabilirlerdi. Ne var ki, kimse duvarlara birkaç saniyeden fazla bakamıyordu. Genellikle halının desenlerini incelemek midelerine daha iyi geliyordu. İlk bakışta bile ürkütücü görünen bu evin Canan dışında kimse tarafından ziyaret edilmeyen odalarını görselerdi, polise haber vermeleri kaçınılmaz olacaktı.

Bu nedenle Canan yalnız bir kadındı. Kendine özgü hobisi pek fazla arkadaş edinmesine olanak tanımıyordu. Olur da birini tavlayabilirse evine götürmemeye özen gösteriyordu. Girdiği yatakları buzla doldurması, partnerlerine sessiz ve hareketsiz durmalarını söylemesi ise duygusal birlikteliklerinin birkaç saatten fazla sürmesine engel oluyordu.

Birkaç saat önce otopsi için getirilen genç adamın tekmeler, yumruklar ve sopalarla berelenmiş vücudunu düşündü. "O kadar güzel bir bedene bu yapılmamalıydı. Ama güzelliği hala işe yarayabilir. Eminim kendisi de buna sevinirdi" diyerek çantasına fotoğraf makinesini ve ölüyü süslemek için kullanacağı aksesuarları doldurdu.

------

Cemil'in karnı zil çalıyordu. Sabah ev sahibine yakalanmamak için kahvaltıyı biraz savsaklamıştı. Normalde yediği bir ekmeğin ancak dörtte üçünü bitirebilmiş, tatlı faslınaysa hiç geçememişti. Saat daha 11 bile olmamıştı ama açlıktan başı dönüyordu. Öğleden sonra yemek için getirdiği bir ekmek ve envai çeşit malzemeden oluşan sandviçten biraz tırtıklaması gerekecekti.

İşin kötüsü, bu ilk kez olmuyordu. Hali hazırda 130 kiloya koşarken öğünlerini günde beşe çıkarmaya başlaması hiç de iyiye alamet değildi. Morgda yemek yediği için işini kaybetmekten korkmuyordu. Yemekte bile onunla dalga geçen bir şube dolusu insan, aralarda da atıştırdığını görse kesin taşak oğlanına dönerdi.

Tam yemeğini zulaladığı 4 numaralı buzluğa uzanırken telefon çaldı. Aceleyle çıkardığı sandviçinden büyük bir ısırık aldı, özensizce sarıp yerine koydu ve koşar adım başkomiserin odasına yöneldi.

-------

Canan şüphe çekmemek için iş arkadaşlarıyla hızlı bir öğle yemeği yedi. Fazla aç olmadığını, biraz hasta hissettiğini, yemek bitimine kadar bir yerlerde kestireceğini söyleyerek çabucak kalktı. Etrafı kolaçan ettikten sonra dolabından çantasını aldı, hızlı ama temkinli adımlarla morga yöneldi. Morg görevlisi Cemil'i yemekhanede görmüştü. Eniyle, boyuyla ve kumaşlarla örtülmemiş her yerinden fışkıran kıvırcık kıllarıyla ayıdan hallice olan adamın önünde devasa bir tabak vardı. Yine de Cemil'in önünde küçük görünüyordu ve bir kez daha doldurulacağı kesin gibiydi.

Canan hızlı hareketlerle çantasından fotoğraf makinesini ve aksesuarları çıkardı. Kayıt defterini inceleyip bir saat içinde otopsisini yapacağı gencin 1 numaralı dolapta olduğunu öğrendi. Becerikli elleri sedyeyi kolayca çekti ama cesedi çıkarıp düzgün bir yere koyacak zamanı yoktu. Bütün hazırlıkları on dakika içinde tamamlaması, fotoğrafları en fazla beş dakikada çekmesi ve her şeyi yerli yerine koyması gerekiyordu. Yemekten sonra da hiçbir şey olmamış gibi gelip adamın göğsünü yaracaktı.

Bir tek kurtlar gibi aç olan Cemil'in yeme hızını hesaba katmamıştı.

------

Cemil eksik kalan kahvaltısının ve ancak bir ısırık alabildiği sandviçinin midesinde bıraktığı boşluğu büyük bir zevkle dolduruyordu. Pilava dalan kaşığını kürek gibi kullanıyor, bardağındaki ayranı foseptik çukuru gibi açılmış ağzına devasa yudumlarla gönderiyordu. Kurufasülyeye kendinden geçmişçesine saldırırken etrafındaki bakışları fark etti. Biraz yavaşlamaya çalıştı. Ama midesi onu dinlemiyor, sürekli daha fazlasını istiyordu. En azından salata yerken kaşık yerine çatal kullanırsa daha insani görüneceğini düşündü. Tabağının yanına baktı, etrafına göz gezdirdi, çatalı yoktu.

"Onu da yemişsindir, sıçarken dikkat et" dedi biri. "Tabii ara sıra sıçıyorsan" diye eklediğinde kahkahalar iki katına çıktı. Bu kadar rencide edildikten sonra ikinci tabak hayal olmuştu, Cemil buna yanıyordu. Bir küfür savurup öfkeyle yerinden kalktı, hiçbir şey demeden masayı terk etti.

Yemekhaneden çıkarken hala kahkahaları duyuyordu. Sinirleri bozulmuştu ama en azından morgda sandviçinin onu beklediğini biliyordu. Koridorlardan homurdana homurdana geçti, morgun kapısını yıkarcasına açtı ve hemen 4 numaralı dolaba saldırdı.

O sırada Canan da fotoğraflarını çekmiş, etrafı toplamaktaydı. Cemil'in gözü ne Canan'ı ne de elindeki zincirleri, kumaş parçalarını, çiçekleri ve fotoğraf makinesini gördü. Morga girmesiyle dolabı açıp sedyeyi çekmesi ve şapırtılar çıkararak ilk ısırığını alması bir oldu.

Canan elinde aksesuarlarla kalakalmıştı. Cemil'in sedyenin neredeyse tamamını kaplayan gövdesi nedeniyle ne yediğini göremiyordu ama tahminlerine göre az önce bir ayak gitmiş olmalıydı. Bazı doktorların cesetlerden ciğer sote bile yaptığını bildiği için midesi bulanmadı. Yine de korkuyordu. Fiziksel bir zarar göreceğinden değil, bulunduğu yerde öldürülmesi neredeyse imkansızdı. Tabii Cemil sapık bir katilse iş değişirdi. Yine de yeteri kadar ikna edici olursa bir anlaşmaya varabilirlerdi. Canan bir an hem kariyerini, hem hobisini hem de canını kurtarabileceğini düşündü.

Saatler sürmüş gibi gelen birkaç saniyenin ardından hafifçe öksürdü. Cemil sandviçine o kadar dalmıştı ki duymadı. Canan Cemil'e doğru bir adım attı ve yeniden, daha yüksek bir sesle öksürdü.

Cemil durdu. Korkudan ve şaşkınlıktan arkasını dönüp bakamıyordu. İşi bitmişti. Allah böyle midenin belasını versindi. Bir daha adli tıbbın yakınından bile geçemeyecekti. Morgda yemek yediğini duyarlarsa gıda sektöründe bir iş bulması da imkansızdı. O anda kalp krizi geçirebilmeyi çok istedi.

"Afiyet olsun," dedi Canan.
"S-s-sağolun," diye kekelerken ve hala dönüp kadının yüzüne bakamazken bir yol ayrımındaydı. Ona da mı ikram etmeliydi, yoksa özür dileyip kimseye söylememesi için ayaklarına mı kapanmalıydı?

Kafasında ikinci seçeneği işaretleyip aniden döndü. Canan bu ani hareket karşısında belki de anlaşmaya varamayabileceklerini ve hayatının feci şekilde tehlikede olduğunu fark etti. Birkaç adım geri sekerek ufak bir çığlık koyverdi. Çığlık gerçekten çok ufaktı. Çünkü Cemil’in elinde bir bacak yerine hayatında gördüğü en büyük sandviç vardı.

Gözlerini birbirlerinin ellerine diktiler. Bir süre öylece durdular. Tekrar göz göze geldiklerinde Canan "yani... böyle işte" der gibi omuzlarını silkti. Cemil ise eline geçen koz sayesinde mal bulmuş mağribi gibi gülmeye başlamıştı.

"Doktor hanım, siz de az değilmişsiniz ha!"
"Zevzeklik etmeyin Cemil Bey! Ben burada sanat yapıyorum, sizin gibi homini gırtlak işkembemi genişletmiyorum!"
"Hanım hanım! Lafını bil de konuş! Bu koca gövdeye bir tabak yemek yeter mi sanıyorsun? Zaten canım burnumda!"
"Aman ye! Yemene bir şey diyen mi var? Sanki ben kalpten gideceğim, hayret bir şey! Hem ne var o sandviçin içinde?"
"İşte kaşar, domates, salatalık, zeytin ezmesi falan..."
"Versene bir parça, midem kazınıyor vallahi. Gelip fotoğraf çekeceğim diye anca iki lokma yedim, ondan da bir şey anlamadım. Şimdi böyle heyecan olunca da şekerim düştü galiba. Kopar kopar, iğrenmem ben."

Birkaç dakika önce Cemil'de iştah miştah kalmamıştı. Şimdiyse sedyenin üzerinde Canan'la oturup sandviç yiyorlardı.

"Suç ortağı mı olduk biz şimdi?"
"Öyle görünüyor."
"Kimseye söylemek yok yani?"
"Delirdin mi ayol? Herhalde! Ayrıca ara sıra burayı bir yarım saatliğine bana ayarlarsan sana kendi ellerimle sandviç hazırlarım. Hem evimin orada bir fırın var, kolum kadar ekmekler yapıyor, ondan getiririm."
"Salam da koyar mısın içine?"

Canan ağzındaki lokmayı yutmaya çalışırken tokalaşmak için elini uzattı.

"Koyarım."
"Anlaştık."

3 yorum:

numbwolf dedi ki...

Canana çay içmeye gidelim bir gün

İnci Vardar dedi ki...

Bilemedim. Benim için fazla marjinal bir tip, tanışmak istediğimden emin değilim.

numbwolf dedi ki...

Tanımıcaz ki sadece sergisini gezip o insanların son anlarını yaşıcaz sadece