19 Kasım 2012 Pazartesi

bir tiksinti filmi: kuşlar

şu hayatta kuşlar (ya da bir diğer deyimle “evrimini dürttüğümün kanatlı sıçanları”) kadar tiksindiğim çok az hayvan var. kanadını yolduğumun çocukları hayatta nefret ettiğim her şeyin vücut bulmuş hali gibiler anasını satayım. bir gün cehenneme gittiğimde alevlerle, kaynar sularla değil, alfred hitchcock filmiyle karşılaşacağım, artık eminim bundan.

ben küçükken bu götleklerden biri pencere ve panjur arasına yuva yapmıştı. yavruları doğup pişirmelik kapasiteye ulaştıkları zaman hep beraber siktir olup gittiler. annem önce arkalarında bıraktıkları iğrenç kalıntıları süpürgeyle toplayacak, yapışıp kalmış bokunu püsürünü de çamaşır suyuyla etkisiz hale getirecekti. süpürgeyi çalı çırpı ve toksik kuş bokuna değdirdiği anda beklenmedik bir şey oldu. siyah noktacıklar kuş yuvasından süpürgeye ve oradan da annemin koluna doğru hareket etmeye başladı. kuş bitiyle bu sayede tanışmış olduk. annemin bir çamaşır akibeti olan 90 derece ile tensel münasebeti bu aşağılık hayvanların eseriydi.

montumun üstüne sıçmaları, sabahın köründe lak lak edip uyandırmaları, gün içinde cikcikleyerek çıldırtmaları, kırılası çenelerinin bir türlü kapanmak bilmemesi, yazın taksim meydanı’nı leş gibi kokutup yolumu uzattırmaları, bir parça simit için selpak satan çocuk arsızlığı yapmaları, kedileri tahrik edip camdan atlatmaları hep nefret sebebi.

sonra sen tut, bu kadar tiksindiğim bir hayvan kombimin üstüne yuva yapsın, bütün pisliğini sandalyeye çıksam da erişemediğim noktada bıraksın. kurulum aşamasında yuvayı bozamadım, tam bir sinsi çakal gibi kenarlardan köşelerden başladığı için fark etmedim herhalde. bir gün balkona çıktığımda çoktan yerleşmiş olduklarını gördüm. sonra da bitlerinden korktuğum için süpürge bile uzatamadım. muhtemelen servis çağırmak zorunda kalmamın nedeni bu götlekler oldu. çıldırmak işten değil.

bu şerefsizlerin belli başlı özellikleri şöyle:

pişkinlik: kuşlar bana özgürlüğü falan değil, haneye tecavüzü çağrıştırıyor. sorgusuz sualsiz yerleşiyor, yiyip içip sıçıyor, bitini piresini bırakıp gidiyor pezevenkler. haneke filmlerinde evlere dalıp terör estiren psikopatlar var ya, onlar gibiler resmen. sinsilik kanlarında var.

gevezelik: muhabbet kuşu denen şerefsizin muhabbetini mikiym. susmuyor piç kurusu. adada kaldığım zaman da martı sesinden uyuyamazdım. evde olduklarında sürekli karanlıkta kalmalarına acıyıp örtüsünü kaldırıyorsun, hemen vit vit şikayet etmeye başlıyorlar. hele o papağanlar... aslı’nın bir arkadaşını inşaat makinesi sesleri çıkararak uyutmamış bu yavşaklardan biri. zeki diyorlar bir de. çinliler’in en düşük iq’lusunu getir, taklidin kralını yapsın. hem de sessiz sedasız.

pislik: bu hayvanoğlu hayvanların yapış yapış sıçmak dışında yaptığı çok az şey var. uçarken sıçıyor, yerken sıçıyor, dururken sıçıyor, yürürken sıçıyor... hakikaten yazın taksim meydanı’ndan geçilmiyor yahu! yemin ederim kedi kumu kokusu bile midemi bunların boku kadar kaldırmıyor – ki o da katlanılmazlık konusunda üst sıralara oynar. bunlar üstüne sıçınca piyango bileti alıyor ya insanlar, o biletlerin sadece amorti bile çıkmamışlarını bir taraflarına tıpa yapsam şehir temizlenir. pisliklerinin yanı sıra boş umutlar da veriyorlar. düpedüz şerefsizlik.


taşıyıcılık: kanatlı sıçan olduğunu daha önce de belirttiğim bu sağlık skandalları en az fareler kadar taşıyıcı olmakla birlikte, uçtuklarından ve göçtüklerinden kelli çok daha geniş bir kapsama alanına sahipler. kuş gribi dışında kim bilir ne çok hastalık taşıyorlardır da haberimiz yoktur. house'un bir bölümünde hava yoluyla bulaşan gayet ölümcül bir hastalıkta da payları vardı, foreman ölüyordu neredeyse bunlar yüzünden. bunun haricinde laf taşıma gibi kötü bir özelliğe de sahipler. bunca insan bilmemeleri gereken bir sürü şeyi kuşlardan öğrendiklerini söylüyorlarsa, bu işte bir bit yeniği aramak lazım.

arsızlık: bu yavşakların özellikle martı türü bulduğu her boku yiyor. bu yetmiyormuş gibi, o vapur senin bu vapur benim gezip elalemin simitlerine de göz dikiyorlar. bazı iyi niyetli insanlar bunu sempatik bulup bir parça atıyorlar ama düşünmüyorlar ki, bu piçlerin sokaktaki dilenciden farkları yok. üstelik en azından dilenci paranı aldıktan sonra martı şerefisizi gibi direkt uzamıyor, arkandan bir dua bir şey ediyor. ama bu hayvanlarda sürekli bir duygu sömürüsü, açlıktan uçacak halim kalmadı tavırları. ben senin neden uçamadığını biliyorum kötü annenin evladı! sabahtan beri millete göz süzüp bir tabla simit götürdün, göbeğini kaldıramıyorsun. ama bak hala...

yalancılık: senin kanadına ayrı, özgürlük çağrışıma ayrı saydırıyorum haberin olsun. çok pis laflar hazırladım.

tek doğru özelliğiniz doğanın dengesinde rol oynamanız a.q. buna rağmen insanlar nasıl kuş seviyor bir türlü anlamıyorum.

2 yorum:

Edebali dedi ki...

bi de özel olarak sürü halinde güvercin besleyenler var ki hiç sorma. para harcıyolar, bakımlarını yapıyolar, o kadar kuşun bokunu temizliyolar falan. anlaşılıcak gibi değil.

bi de bayrampaşa'da mı bi yerde kuş pazarı vardı sanırım. ahaha :) senin için iyi bir katliam yeri. :)

İnci Vardar dedi ki...

giremem ki ben öyle yerlere. kendimi kaybederim, deli gömleğiyle çıkarırlar. şöyle istanbul'un kuşçuları diye bir belgesel de var, hepsi külliyen akıl hastası: https://www.youtube.com/watch?v=4-M5JVR1JlM