4 Eylül 2009 Cuma

sabah olmadan

uşak sebastian kusursuz eğitimine uygun sessiz adımlarla verandaya çıktı. yazın son güneşi, ılık esinti, kuş sesleri ve çimenle karışık toprak kokusu sayesinde burası dünyanın en huzurlu yerlerinden biri sayılabilirdi. ta ki prensin hafifçe çatılmış kaşlarını ve düşünceli bakışlarını görene kadar. prens sabahtan beri aynı yerde oturuyordu ve görünüşe bakılırsa, içini titreten elektriğini atabilmesi için birkaç hafta burada kalması gerekecekti.

sebastian elindeki tepsiyi yavaşça masaya bıraktı. prens kibarca gülümseyerek teşekkür etti. sarayda kendisine teşekkür eden tek kişi olduğu için sebastian'ın gözünde prensin her zaman ayrı bir yeri vardı. şimdi de onun için endişeleniyordu.

- başka bir isteğiniz var mı efendim?
- hayır sebastian. sağol.

uşak sakin adımlarla verandadan ayrılırken içi içini yiyordu. prense sorunların neye benzediğiyle ilgili akıllıca bir şey söylemek istiyordu ama ufkunu açacak benzetmeyi bir türlü bulamamıştı. neye benzerdi ki sorunlar? aradan bir tanesi çekilince tamamı devrilen bir kütük yığınına mı? sürekli yakan ama günün birinde mutlaka sönecek olan bir ateşe mi? çırpındıkça dibe battığın ama kendini bırakınca seni yüzeye çıkaran bir denize mi? sorunun gelecekte bir şekilde çözüleceğini bilmek, prensin mevcut ağrısını hafifletmeyecekti.

sebastian düşünmeye devam etti. belki bir sonraki kahve servisinde söyleyecek güzel bir cümle bulurdu.

-----

prens yorgun, bıkkın ve umutsuzdu. kendisine biçilen görevler başta basit bir memnuniyetsizlik yaratsa da artık boğucu olmaya başlamışlardı. saf prensesleri kurtarmak, cadılara, büyücülere ve ejderhalara savaş açmak dışında bir şeyler yapması gerekiyordu. devlet meseleleriyle ilgilenmek istiyor ancak kral tarafından kısa sürede engelleniyordu. çünkü babasına göre şu sıralar kahramanlık yapmalı ve masallarda adını duyurmalıydı. kral olduğu zaman zaten sürekli devleti yönetecekti, şimdi daha önemli görevleri vardı. ve kral sürekli yeni prensesler veya ejderhalar buluyordu. tüm bunlar prensi daha çok öfkelendiriyordu. tükendiğini hissediyor ama çıkış yolunu bir türlü bulamıyordu.

düşündükçe canı sıkılan prens, dünyanın en huzurlu verandasında, ılık yaz esintisiyle hışırdayan ağaçların ve kuşların sesini dinleyerek uyudu.

-----

- hey! afedersiniz! huu huuu!

prens gözlerini açtığında irkildi. karşısında duran beyaz elbiseli kız karanlıkta hayalet gibi parlıyordu. korkutmadan uyandırmak için fısıltıyla konuşuyor, prensin omzuna dokunmak yerine nedense kapalı gözlerine doğru el sallıyordu. elbisesi kirlenmiş, yer yer yırtılmıştı. çok güzel sayılmazdı ama tuhaf tavırları hemen dikkat çekiyordu. incecikti, çok kırılgan görünüyordu ama bu saatte ormanda dolaşabildiğine göre pek de savunmasız olamazdı.

- uyandırdığım için özür dilerim. ama kayboldum ve burada yol sorabileceğim kimse yoktu. siz yedi cücelerin kulübesinin nerede olduğunu biliyor musunuz?
- hayır. belki sarayda bilen birileri vardır ama onlar da bu saatte uyumuşlardır. siz bu saatte ormanda ne arıyorsunuz?
- uzun bir hikaye. teşekkür ederim ve uyandırdığım için tekrar özür dilerim. iyi geceler.
- durun! nereye gideceğinizi bile bilmiyorsunuz. üstelik orman geceleri çok tehlikeli oluyor. en azından güneş doğana kadar burada kalın. hem... tahmin edeceğiniz üzere ben bir prensim ve sizin gibi genç bayanları kurtarmak da görevlerim arasında.

genç kız çok saçma bir şey duymuş gibi başını eğerek gülümsedi ve prensin gözlerinin içine baktı. bu bakışta tuhaf bir şey vardı. biraz alaycı ve vahşi bir şey. ama beyaz dişlerini çevreleyen gülümsemesi öyle içten ve sevimliydi ki, prens bu tezat karşısında korkuyla karışık bir yakınlık hissetti. ve o anda en çok istediği şeyin kızı biraz daha yakından tanımak olduğunu farketti.

- bakın, çok naziksiniz ama az önce hapsedildiğim kuleden kaçtım. sanırım başımın çaresine bakabilirim.
- kuleye neden hapsedildiniz?
- uzu...
- anladım, uzun bir hikaye. dinlemek için sabırsızlanıyorum. ayrıca kuleden kaçtığınıza göre en azından bir fincan kahveyi haketmişsiniz. oturun lütfen. şimdi anlatın bakalım, neden kuleye kapatıldınız?
- çünkü üvey annem babamı öldürdü ve ülkenin yönetimini devraldı. halka olağanüstü vergiler yükledi, ülkenin tüm varlıklarını satışa çıkarmaya başladı ve korkunç yaptırımlarla uygulanan yasaklar getirdi. küçük bir grup toplayarak ayaklanma başlattım. ancak ordu da kraliçenin yanında olduğu için ayaklanma bastırıldı, kaçamayanlar öldürüldü, ben de kuleye kapatıldım.
- bir prenses olduğunuzu farketmemiştim.
- öyleyim.
- kendini kurtaran bir prenses...
- kulenin ne kadar sıkıcı bir yer olduğunu tahmin bile edemezsiniz. bir prens tarafından kurtarılmayı bekleyemezdim. üstelik yapacak çok işim var. bu yüzden en kısa zamanda yedi cüceleri bulmalıyım.
- sonra ne olacak?
- evim yeniden bana ait olacak ve yaşanabilir bir yer haline gelecek.

-----

prens ve prenses sabaha kadar konuştular. hayatlarından, hedeflerinden, hayallerinden, huzursuzluklarından ve hüzünlerinden bahsettiler. sohbetleri o kadar akıcı, aydınlatıcı, açıklayıcı, öyle apayrı bir şeydi ki güneşin doğuşunu geciktirmek istediler. nasıl olduğunu bile anlamadan o gece aşık oldular, birbirlerinin içine akıp karıştılar. o gece prens ve prenses belki de hayatlarında ilk kez bu kadar mutlu oldular.

ne var ki, bunlar güneşin hiç umurunda değildi.

-----

- gideceğini biliyordum ama keşke bu kadar çabuk olmasaydı.
- bir yere gitmiyorum ki, buralardayım ben. yapmamız gereken işler var. benim ülkemi kurtarmam gerekiyor, senin de kral olana kadar aşman gereken zorluklar var. çok uzun sürebilir, çok zorlayıcı olabilir ama sen hep benimle olacaksın.
- kral olduktan sonra da hiçbir şey düzelmeyecek ki, yine yerine getirmem gereken görevlerim olacak. kurtardığım son prenses ben işlerimle ilgilenirken delirip kurbağaları öpmeye başlamıştı. sen de öyle olacaksın.
- bir şeyi açıklığa kavuşturalım; ben senin kurtardığın bir prenses değilim. seninle geçirmek istesem de kendime ait bir hayatım ve kendi sorumluluklarım var. birbirimizin yaşam alanlarına saygı duyduğumuz ve dün gece hissettiğimiz şeyi kaybetmediğimiz sürece ne ben delireceğim ne de sen yalnız kalacaksın.
- söz mü?
- hayır.
- ama?!
- geleceğe dair kesin yargılarda bulunamam. bekleyip göreceğiz, yaşayıp öğreneceğiz.

-----

prenses uzaklaşırken, prens, harika bir gece geçirdiğinin ama hiçbir sorununun çözülmediğinin bilinciyle yeniden verandadaki koltuğa gömüldü. sebastian kahvaltısını masanın üzerine özenle yerleştirirken "kral yeni bir ejderha bulmuş efendim, gerekli bilgileri vermek için kahvaltıdan sonra sizinle görüşmek istiyor" dedi.

- bir süre ejderha kovalamayacağımı söyle lütfen sebastian. yorgunum ve ara vermeye ihtiyacım var.
- efendim, cüretimi mazur görürseniz size söylemek istediğim bir şey var. günlerdir sizi rahatlatmak için sorunlarla ilgili bir benzetme bulmaya çalışıyorum ama hala kesin bir sonuca ulaşamadım. galiba sorunlar hayat gibidir. bir gün biteceğini bildiğiniz halde sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelir. bittiğindeyse ne kadar zaman kaybetmişim dersiniz. elinizde bir tek aldığınız dersler kalmıştır. aslında bu da yeterli olmalıdır.
- o halde sorunlar aşk gibidir de diyebilir miyiz sebastian?
- hayır efendim. aşkta zaman kaybetmezsiniz.

Hiç yorum yok: