22 Eylül 2010 Çarşamba

en son annenannem öldüğünden böyle olmuştum. üstünden bir yıl geçmiş. cenaze namazı kılındı, yıkandı, toprağa verildi, bir sürü ağlayan, üzülen insan. eve bir sürü kişi geldi, bir sürü baş sağlığı. sonra mevlit, yine bir sürü insan. ağlayanlar, sinir krizleri. bende öyle çok da aşırı bir tepki yok, hatta neredeyse tık yok. mevlit bitince ve saat yeteri kadar geç olunca gitmeye başladılar. onlar selamlaşıp kucaklaşıp giderken çöpü çıkarmaya gittim. ağlamaya başlamışım. ağlıyormuşum ve farkına varmamışım.

bugün de öyle işte. bir baş ağrısı, bir dengesizlik. sanki bir ara fark etmeden, monitöre bakarken ağlamaya başlayacağım, biri omzuma dokunacak, gözlerimin ıslandığını o zaman anlayacağım.

yıllar önce, daha lisedeyken, türkiye'de demokrasiyi mi tartışıyorduk, başka bir konu muydu hatırlamıyorum. "bu ülkede ramazan'da üniversite kantinleri, yemekhaneler basılıyorsa bu ülke demokratiktir diyemezsiniz" demiştim. felsefe öğretmenim arka çıkmıştı yanlış hatırlamıyorsam. bir şeylerin farkında değil değildim. üniversiteye gittiğimde de birileri konuşmadan muhalefete girişmezdim ama ortaya bir konu atıldığında münazara mantığında fikir çürütürdüm. pek çok konuda pek çok fikrim vardı, sadece durup dururken ağzımı açmazdım. şimdi de olan bitenin farkındayım, konuşuyorum, yazıyorum ama... çok mu geç kalındı, yoksa zaten su yolunu bulmuştu ve bugünün gelmesi engellenemez miydi? engellenebilirdiyse nasıl olacaktı, ne yapacaktık? alperen ocakları topkapı sarayı'nın önünde tekbir getirirken sokak sokak, ev ev dolaşıp bildiri mi dağıtmalıydık? bir çayınızı içelim diye evlere girip derdimizi mi anlatmalıydık? anlatabilir miydik?

illa birileri mi ölmeli?

ölmek yeter mi?

20 yılı aşkın süredir türkiye'de bir iç savaş yaşanıyor. dağlarda, şehirlerde insanlar ölüyor. senin benim gibi insanlar. ya eğitimsiz, ya yanlış eğitilmiş, ya yanlış anlaşılmış, ya sabit fikirli, ya fikirsiz. bu insanlar istatistik dışında bir değer taşımıyor mu? ölmek de mi yetmiyor farklı bakış açılarını gösterebilmek için? insanların birbirini rahat bırakması, konfor alanını kendisiyle sınırlandırması için ne yapmak gerekiyor? ben istanbul'un fatih ilçesini ateistleştirmeye çalışmıyorsam, camide namaz kılan adamların sırtında birdirbir oynamıyorsam, onlar bana neden saldırıyor? içki içiliyor diye değil. o insanlar da über dinciler olmadıkları gibi içki içiyorlar, benim atmadığım hapları atıyorlar, uçan dişi sineğe mikilir bu diye bakıyor ve ellerine fırsat geçtiğinde mikiyorlar. içkimden sana ne diyemiyorum, onun derdi içki değil. peki derdin ne be adam? derdin ne?

bireysel faşizmimizi toplumsallaştırıyoruz, tüm aptallığımızla fikirlerimizi kitlelere yaymaya çalışıyoruz. almayanı dövüyoruz. bunu biz yapıyoruz. sorun sadece fakirlik değil, bastırılmışlık, kandırılmışlık değil. insanları tuhaf türlere dönüştüren o kadar çok etken var ki neresinden tutsan elinde kalıyor. ben yazıyorum ve birilerine düşüncemi empoze etmeye çalışıyorum. ama ben soruyorum da. neden diye soruyorum. sabit çünkülerimle birilerinin başını ezmiyorum.

benim bugün hormonlarım çıldırdı sanırım, annenanne ölümü moduna girdim. bugün çalışmak istemiyorum, baş ağrılı ve yorgunum. sessiz ama normalden de uyuzum. uyumak istiyorum. bütün bunları da depresif olduğum için yazıyorum. nihayetinde "neden" diye sormayanlar okumayacaklar. kendi kendimeyim. belki bir avuç insanla birlikte.

peki ben o kitabı yazarsam kime yazacağım?

Hiç yorum yok: