12 Ekim 2010 Salı

yeniden

ilk taslağı okuyanlar biliyor, çok farklı bir başlangıç yapmıştım. aşağıda ise başka bir başlangıç var, bu kez "şunu anlatmak için böyle bir olay uydursam kurtarırım"la değil, kendi cümlelerimle.

Bir ergeni nasıl bilirsiniz?
Aklı karışıktır, değil mi? Düşüncelidir, kafasında bin tilki döner durur. Ama hiçbirinin gittiği bir yön yoktur. Ergen de kafasının içinde döner, beyin kıvrımları arasında kaybolur. Yolunu kaybettikçe umutsuzluğa kapılır, bir çıkış bulmak onun için zordur. Bir umut, bir ışık vardır hayalinde; onu da sık sık yaklaşan bir trenle karıştırır. Giderek öfkelenir, giderek umutsuzlaşır. Gerçekten umursadığını göstermek istemez, istese de gösteremez. Biz sadece öfkesini, ön yargılarını, inatçılığını görürüz ama içinden geçenleri kendisi dahil, kimse bilmez.
O gözle okuyun bu bölümü.
Yargılamak yerine, bir yetişkin olarak, bilinçle.

---------

Ece nazik bir kızdı, adeta bir prenses. Herkese teşekkür eder, her zaman sempati kazanırdı. Onu ideal çocuk olarak görürlerdi. Hiç yaramazlık yapmaz, kendisiyle konuşulduğunda cevap verir, büyüklerinin sözlerini bölmez, büyümüş de küçülmüşlerin aksine, burnunu her şeye sokmazdı. Parlak kahverengi gözleri merakla bakardı. Ufacıktı Ece. Zayıflığı neredeyse sağlıksızdı. Yine de sık hastalanmaz, hastalansa bile ses çıkarmazdı. Sanki başkalarının canını sıkmamak için kendini feda edecek, kimse üzülmesin diye, herkes yerine ağlayabilecek bir havası vardı. Daha küçücükken bile onunla konuşmak, çocuk bilgeliğiyle kurduğu cümleleri duymak, insanı rahatlatırdı.

Türkiye’nin utancı sayılan Darbe’den kısa süre sonra doğmuştu Ece. Gözlerini değişen, kuralları sertleşen bir ülkeye açmıştı. Neslinin hemen her üyesi gibi, politikadan uzak büyüyecekti. Kendi küçük dünyası ve ailesinin mal varlığı içinde yoksulluğu, açlığı, eğitimsizliği, sömürüyü, isyanı yıllarca görmeyecekti. O da nüfus kağıdında yazan “İslam” maddesini sorgusuz kabullenecek, okulda, din derslerinde ezberletilen Arapça dualardan ibaret zannedecekti. Atatürk onun için de Tanrı’yla eş anlamlı olacak, her Pazartesi ve Cuma Andımız’ı okurken, ona ibadet edecekti. Darbe’nin ardından “sorgulanmaz” addedilen hiçbir şeyi sorgulamayacak, iyi bir öğrenci, sigortalı bir çalışan, sevgi dolu bir eş ve tonton bir ihtiyar olarak hayatını geçirecekti. Şu ergenlik meselesi olmasaydı, kanı fıkır fıkır kaynamasaydı, ailesine ve ülkesine hayırlı bir evlat, nüfus sayımlarındaki istatistiklerden biri olacaktı.

Olamadı. Çünkü bir gün, apartmandaki komşularından biri, kocası tarafından eşek sudan gelinceye kadar dövüldü, ezildi, aşağılandı. Kırılan kemikleri aylarca alçıda kaldı, halıyı kirleten kanını alçılı kollarıyla temizlemek zorunda bırakıldı. Çok ağladı kadın, çok beddua etti de bir yere kaçamadı. Evlenirken ellerine kına yakılmıştı kadının, kocasına kurban olsun diye. Kocası da eline geçen her fırsatta kesiyordu kurbanının boynunu, gözlerini bile bağlamadan, acısına, yalvarışına aldırmadan. Her gün yükseliyordu kadının çığlıkları apartman boşluğundan. Kaç kere polis çağırılmıştı, kadın şikayetçi olmamıştı, olamamıştı. Bu yaştan sonra, bir kez kocasına vardıktan sonra şikayet etse ne olacaktı? Sokaklarda mı kalacaktı, kötü yola mı düşecekti, bedenini yabancılara mı satacaktı? Ele güne karşı rezil olmamak, boşanıp da ortada kalmamak için her gece giriyordu kocasının koynuna. Başını sokacak bir ev karşılığında satıyordu bedenini, ruhunu, benliğini, neşesini o adama. Yaşadığı her gün, bir parça kopuyordu ruhundan. Duaları işe yaramıyor, inancı bu zulme kendi elleriyle son vermesini engelliyordu. Yaşamı Tanrı’nın kitabında kutsaldı. Oysa Tanrı dışında kimsenin gözünde de bir değeri kalmamıştı.

Ece’nin minik, ilkokul çocuğu kalbi dayanamıyordu buna. Apartman boşluğundan yükseldikçe çığlıklar, kaskatı kesiliyordu vücudu. Dolan gözleri, yaşları dışarı bırakana kadar için için ağlıyordu. İçine akan göz yaşları, kalbinde kapkara bir göl oluşturdu. Gün geldi, Ece komşusu için daha fazla ağlayamadı, onu “kocasından dayak yiyen kadın” olarak kanıksadı. Bir daha kadının yüzüne bile bakmadı. Sesini, yüzünü, çığlığını, konuşmasını, kocasını, acısını sildi aklından, kalbindeki kara deliğe hapsetti. Ece daha ilkokulda ezilen kadınları bilincinden aforoz etti. Öyle canı yanmıştı ki, acıya kapattı kalbini, beynini.

3 yorum:

Aslı Soylu dedi ki...

bunu bilerek ergen diliyle yazdın di mi?

İnci Vardar dedi ki...

yok aslında şiir kitabı çıkaracağım ama cümleli. kapağa da muhtemelen cezmi ersöz yazıp kendime ithaf ederim. :) bir de sonraki sayfaları görsen... uçan bir albatrosun sümüğü gibi rüzgarda salınırdı saçları ece'nin falan diyorum.

Aslı Soylu dedi ki...

oha. edebiyat lan bu.