israil sorunu gündemde üç gün kaldı. şimdi görünürde kimse bununla ilgilenmiyor gibi. pkk her gün birilerini öldürmese o da unutulacak. teröre çözüm olarak çocuklara yaptığımız gibi ilgilenmemeyi önerebilir miyiz cevat abi? (siktir git lan!)
dün kadavra sergisine gittik. fotoğraf çekmenin yasak olması üzücüydü. çok ilginç şeyler vardı. apandisit beni tam anlamıyla hayal kırıklığına uğrattı. minicikmiş. zaten şişip patlamak dışında ne işe yaradığı da bilinmiyor.
cumartesi internet sansürüne karşı ortak platform toplantısındaydım. karamsar ve kofti bir aktivist olarak temelde izleyicilik yaptım diyebilirim. şahsen bu tip oluşumların bir yaptırım sayılmayacağını düşünüyorum. youtube sansürü hukuka aykırı olmakla birlikte yıllardır aşılamıyorsa, kararlar birilerinin şımarıklığına kaldıysa ve bu hükümet "no youtube land" olmaktan azıcık bile utanmıyorsa, bir de bunun üstüne en yüksek makamlardan biri pişkince "ben giriyorum, siz de girin" diyebiliyorsa... olmaz o iiiiş! daha da enteresanı, sokağa dökülmeyi, yürüyüş falan yapmayı düşünürken toplantıya ~70 kişinin katılması, toplantı sonunda ~50 kişi kalınması, bununla birlikte 500+ kişinin de internetten izleyici olarak katılmasıydı. misal, benim bir tane bile arkadaşım yoktu o toplantıda. na şuraya yazıyorum, kimsede kaldıracak kıç yok. (ay lütfen, moral bozmayalım!)
aynı günün akşamı liderlik üzerine konuştuk. böyle toplantılar falan pek işe yaramıyor, ayrıca katılımcı sayısı çoğaldıkça görüş birliğine varıp harekete geçmek zorlaşıyor. dolayısıyla bireylerin yapabildikleri kadar ve ellerine geçen ilk fırsatta harekete geçmeleri gerektiğini, iyi bir fikirse bunun zamanla taraftar toplayacağını söyledik. ne güzeldir ki, nefis bir örneğimiz de var: "Erişim engelleyenlere erişim engellendi"
şahsen bayıldım bu yapılan işe. üzerinde günlerce konuşulmayacak belki ama tepkinin tam zamanında verilmesi açısından harika bir örnek. sürekliliği sağlanırsa, hareket her gün, artan süreler ve artan sitelerle devam ederse çok daha başarılı olacağını da düşünüyorum. velhasıl kelam "süreklilik" ve "tutarlılık" mühim kavramlar.
bu arada, biz de sokağa dökülmemiz gerektiğini düşünüyoruz. kelime anlamıyla dökülme hem de. üzerimizde deklarasyon metni olan tişörtlerle, her neredeysek yere yatıp birileri sürükleyerek götürene kadar kalkmamak, hiçbir soruya cevap vermemek, bir yerden diğerine erişimi engellemek veya zorlaştırmak şeklinde. böyle bir şey için de kimse kıçını kaldırmayacak tabi. umutsuz olmakta haksız mıyım yoksa?
dün kadınlar ve erkekler üzerine de konuştuk. neden kadın rock gruplarının tırt olduğunu, neden bir joanna satriani'nin olmadığını, çok güzel şeyler üreten kadınların neden kadınlar arasında bile "ayrık otu" ve "erkeksi" olduğunu konuştuk. (halide edib adıvar'ı erkeksi bulmayan var mı? peki kötü yazdığını söyleyebilecek bir densiz?) kübra dışında bateri çalan kadın görmedim ben hiç. neden? bazı konularda taklitçi olarak katılım göstermemiz, bazılarında da hiç etliye sütlüye bulaşmamamız tuhaf geldi bana. x kromozomuna kazınmış yemek yapmak gibi bir olguyu bile erkekler bizden daha iyi yapabiliyorsa (zira en kallavi ve ünlü aşçılar erkektir) boşuna mı çıktı feminizm diye bir şey?
bu konuda yazmaktan sıkıldığım için şimdilik bırakıyorum, aslında nedenler konusunda birkaç fikrim var. her neyse. ortak görüşlerimizden biri de erkeklerin daha duygusal, kadınlarınsa daha odun olduğu yönündeydi. erkekleri mantık abidesi, duygusuz, sadece seks düşünen ve tek eşli olması imkansız, iğrenç yaratıklar olmakla itham eden kadınlar! kendinizi kandırmayın! (bireylere inmeden, genellemelerden genelleme beğenerek sonuna kadar da arkasında dururum bunun.)
canım tartışma çıkarıp muhalefet etmek istedi galiba. pazartesileri sevmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder