14 Temmuz 2011 Perşembe

Ah bu şarkıların gözü kör olsun

Bugün en mutlu günüm olacaktı sözde. Birkaç saat önce imzayı basıp evlenmiş olacaktım. Şimdi yatağımda, artık eşim olan sevgilimle pozisyondan pozisyona koşuyor olacaktım. Yarın balayı için Venedik'e uçacaktık, gondollarda şarap içip romansa gark olacaktık. Bu akşamdan sonra, evlenene kadar yaşadığımız stresin zerresi yanımıza uğramayacaktı, ailelerimizi bile bir daha bir araya getirmeyecektik. Ama ben ne yapıyorum şimdi? Dizlerinden ve omuzlarından yırtılmış gelinliğimle yatağımdan tavanı seyrediyorum, Gadget kollarım olsa da şöyle uzunundan bir yumruk atıp bu odayı yerle yeksan etsem diyorum.

Damat olacak damızlığa mı sinirleneyim, arkadaşım olacak angusa mı, arkadaşımın sevgilisi olacak sarıkıza mı? Yoksa “evlen evlen” diye tutturan büyük baş sürüsüne mi? Bende de bir eşeklik var tabii, suçsuz değilim. Sevgilime karşı o güzel eşek gözlerimi açsaydım, aileme karşı o bet eşek sesimi çıkarsaydım... haydi hiçbiri olmadı, en azından düğün sırasında eşek kulaklarımı kullansaydım şimdi evliydim, şu anki halimden bir nebze daha mutluydum.

Sevgilimin, daha doğrusu eski sevgilimin adı Caner. Bir yıldır beraberdik. Ara sıra tartışsak da genellikle iyi anlaşıyorduk. Şimdi düşününce o tartışmalardan geleceğe dair bir sürü ipucu çıkarıyorum ama o zaman bilemedim işte, taviz üstüne taviz verdim. En basiti, akşam dışarı çıkacağız diye şıkır şıkır giyinince bunun bir asabı bozuluyordu. Ya aklına bir şey geliyordu ve planı iptal ediyorduk ya da gittiğimiz yerde somurtup hiç yoktan kavga çıkarıyordu. Ben de biraz kıskançlığın her ilişkide olduğunu düşünüp alttan alıyordum. Gel gör ki bu mandanınki kıskançlık değil, paranoyanın önde gideniymiş. Ben de öğrene öğrene düğün gecesi öğrendim, iyi mi? Eşek kafa işte...

Ya yıllardır can ciğer kuzu sarması olduğumuz Meriç'e ne demeli? Üniversitede tanıştık biz bununla. Ben o zamanki arkadaşlarımla dersten kaçınca Meriç benim için not tutardı, bir derdim olduğunda gidip onun omzunda ağlardım. Gel zaman git zaman samimiyetimiz iyice arttı, içtiğimiz su ayrı gitmemeye başladı. Ama hep arkadaşız bu arada, hatta birbirimize sevgili ayarlıyoruz. Eh, durum böyleyken ben nereden bileyim her şeyin reklamdaki gibi olduğunu, arkadaşımın bana göz koyduğunu? Bir de gidip saf saf anlatıyorum ailemin evlilik konusunda nasıl baskı kurduğunu, Caner'in anlamsız ısrarını. Meriç gerzeği de ne biçim aşıksa bana sürekli cesaret veriyor, evlenmenin faziletlerinden bahsediyor. Yani ufacık bir tedirginlik görsem anlayacağım, arkadaşlığımızı gözden geçireceğim. Ama yok! Manyak mıdır nedir, içinden geçen her şeyi düğüne saklamış. Düğünde çalacak şarkı listesini hazırlamasını isteyerek ben de hain planların zeminini hazırlamışım. Bilemedim işte, ne yapayım? Hiç açık vermedi ki terbiyesizin evladı!

Şimdi siz de tüm bunlardan düğünün romantik komedi tadında geçtiğini düşünüyorsunuz, değil mi? Hiç de öyle olmadı efendim! Filmi çekilse romantik trajedi diye bir şey çıkardı ortaya, öyle bir anlamsızlık silsilesi yaşadık.

Düğün gününe kadar strese stres demedik tabii ama olur öyle dedim, yine alttan aldım. Düğün günü geldi çattı, ben şahit olarak Meriç'in ismini yazdırınca Caner yine kıyameti kopardı. Yok efendim nikah masasında onun ne işi varmış, bir de aramızda yatsaymış... Ben de açtım ağzımı, yumdum gözümü, salona girene kadar birbirimizin yüzüne bakmadık. Bu gece toparlarız artık diye düşünüyorum, hele bir bu geceyi atlatalım, düğün stresinden eser kalmayacak, her şey güllük gülistanlık olacak.

Salonun kapısına doğru yürürken el ele tutuştuk, ilk adımımızla giriş müziği başladı. Ben Meriç'e o kadar güveniyorum ki, listeyi kontrol etmeye bile gerek duymadım. Aptal kafam işte. Attığımız ilk adımla birlikte Mozart'ın Requiem'i başlamasın mı? Salonda bir sessizlik. Biri çıkıp "Eee, rahmetli Beethoven'ı da bununla gömmüştük" diyecek diye ödüm patlıyor. Neyse ki konuklar arasında klasik müzik dinleyen yok, herkes entel dantel işler yaptığımızı düşünüyor. Merdivenlerden inene kadar Dies Irae darbesi, nikah masasına ulaşana kadar Confutatis dehşeti ile öldüm öldüm dirildim. Caner de gerildi ama müziğin sadece yersiz olduğunu düşünüyor, henüz en kötü senaryo aklına gelmemiş.

Neyse, müzik bitti, biz nikah masasına oturduk. Birazdan nikah memuru gelecek, evet hayır seramonisi başlayacak. Herkes yerine oturmuş, pür dikkat bizi izliyor. Bir ara kalabalığın içinden çok hafif bir müzik sesi gelmeye başladı. Sanki küçük bir radyodan sessiz sessiz çalıyorlar gibi Ümit Besen'den Nikah Masası'nı dinliyoruz. O sessizlikte hoparlöre bağlanmış gibi duyuluyor tabii. Ben kızarıp bozarır ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken kalabalıktan bir kahkaha koptu, Ümit Besen de arada kaynayıp gitti. Ama köpürdüm sinirden. Benim düğünümde böyle bir şaka yapmaya cesaret eden kişiyi bulsam oracıkta paralayacağım.

Ben öyle kıpkırmızı kesilmişken nikah memuru geldi. Yüzümün rengini heyecana bağlayıp salak salak espriler yaptı, nikah şahitlerini masaya çağırdı. Hepimizin sırayla ismini soruyor, Meriç gerizekalısının da espri yapacağı tutmuş, memur ismini sorduğunda "evet" dedi. Komedyenden bozma memur da "damat bey, gelin elden gidiyor" diye espri yapınca Caner'in rengi kırmızıdan mora çalmaya başladı. "Dur daha, senin sıran gelmedi, sevgilini kap gel, seni de aradan çıkaralım" falan dedim toparladım, yoksa rezalet çıkmasına ramak kalmıştı. Sonraki beş dakikayı olaysız geçirdik. Evet dedik, imza attık, alkışlandık, derken...

Dans müziğimiz başladı. Kolonlardan gelen belli belirsiz konuşma sesleri ve klarnet eşliğinde piste çıktık. Öyle uzun zamandır dinlememişim ki, ne olduğunu anlamadım.

Cheers darlin'
Here's to you and your lover boy
Cheers darlin'
I got years to wait around for you
Cheers darlin'
I've got your wedding bells in my ear
Cheers darlin'
You gave me three cigarettes to smoke my tears away


Aklım Caner'i ilerleyen saatlerde nasıl yumuşatacağıma takılmış, şarkının sözlerini dinlemiyorum bile. Meriç bana kadeh kaldırıyor, gülümseyip selam veriyorum.

"And I die when you mention his name" derken aklım başıma geldi. "And I lied, I should have kissed you" demeden dansı bitirdim, müzik sesi de yavaş yavaş azaldı. Ne var ki Caner de olan bitene uyanmıştı, bir an yüzünün allak bullak olduğunu gördüm. Şarkı listesini Meriç'in hazırladığını öğrenmeden buna bir son vermeliydim. Ama akrabalar... Günlerce bu ana hazırlanmış, müzik biter bitmez yaylarından fırlamış gibi piste doluştular. Onlar önümüzde bitmeyecek gibi görünen bir sıraya girerken, takı takma törenine eşlik etmek üzere sıradaki parçalara geçildi.

I want you
He tossed some tatty compliment your way
I want you
And you were fool enough to love it when he said
"I want you"


İçimden "Allah belanı versin Meriç" diyorum, karşıma çıksa müziği hemen değiştirmesini söyleyeceğim. Aksi gibi aşağılık Meriç ortadan kaybolmuş, kimse nerede olduğunu bilmiyor. Bir ara sevgilisi Merve gözüme çarpıyor. Görünen o ki o da Meriç'i kaybetmiş, elinde iki kadehle salak salak ortalıkta dolaşıyor. Kızın dikkatini çekmek için yaptığım kaş göz hareketleri daha sonra Caner'in sülalesinde alay konusu oldu ama o sırada umrumda değil. Caner'in yüzünün renkten renge girişini görükçe bana ayrı bir fenalıklar geliyor, o gürültüde çaresizce Merve'ye ulaşmaya çalışıyorum. Bu arada müzik devam ediyor...

'Cause the love that you gave that we made 

Wasn't able to make it enough for you to be open wide, no!
And every time you speak her name 

Does she know how you told me 

You'd hold me until you died... 

Till you died, but you're still alive!


Takı takma töreni bitene kadar soğuk terler dökmekten rahat üç kilo verdim. İnsanlar biraz uzaklaşınca Caner öyle bir bakış attı ki, hemen Meriç gerzeğini bulup gözlerinin önünde dövmezsem gece bitmeden boşanacağımızı anladım. Göbek atma şarkıları başlayınca biz de masa masa dolaşıp fotoğraf çektirmeye başladık. Piste çıkanlara sonra uğramak üzere oturanların yanına gidiyoruz ama benim gözlerim sürekli Meriç'i arıyor. Hayatımın en kötü fotoğraflarını bu gece çektirdim, inanır mısınız? Meriç'i görürüm diye etrafı kolaçan ederken bir fotoğrafta bile kameraya bakamadım. Bu da Caner'in iyice şüphelenmesine neden oldu. O sırada ne çalıyordu dersiniz?

Yakacaksın sobayı
Isıtacan odayı
Saat beşe gelince
Göreceksin pompayı
Arabada beş, evde on beş
Hoşuma da giderse bedave!


Haydi Meriç dünyanın en kötü niyetli bilmem kimin çocuğu diyelim... Bu şarkıları çalan DJ hiç mi düşünmüyor düğünde böyle şeyler çalınmayacağını? Caner’e acilen DJ'i bulmamız gerektiğini söyledim, cehenneme kadar yolumun olduğunu öğrenip salonun arka taraflarına doğru ilerlemeye başladım. Pistten geçerken Meriç'i gördüm. Kollarını kaldırıp iyice havaya girmiş, kendinden geçercesine göbek atıyor. Konuşmamız gerektiğini söyledim ama hiç oralı değil. Kalabalıktan uzaklaştırmak için kolundan tuttum, dananın kuyruğu da o anda koptu.

Meriç içmeden sarhoş olmuş, kıskançlıktan deliye dönmüş, beni belimden kavrayıp pistin ortasında dudaklarıma yapıştı. Kollarından kurtulmak için çırpınırken pistteki kalabalık da "ohaaaa!" sesleriyle dağılıp korku filmlerinden fırlamış gibi görünen bu sahneyi Caner'in gözlerinin önüne serdi. Ben Meriç'in bacaklarının arasına okkalı bir diz geçirene kadar Caner salonu terk etmişti bile.

Sonra ne mi oldu? O kadar sinirlendim ki, Caner'in peşinden koşmak yerine önce Meriç'e daldım. Böyle ufak tefek göründüğüme bakmayın, sinirlenince ormanda 20 Amazon gücüne ulaşıyorum ben. Yer misin, yemez misin... Ben Meriç'in kıymaya dönmüş suratına hala sağlı sollu çalışırken, sevgilisini aramaktan helak olmuş Merve ortaya çıktı. Manzara müthişti. O da dişi bir panter edasıyla Meriç'i kurtarmak için saldırırken İsmail YK "Allah belanı versin" diye haykırmaktaydı.

Bizi zar zor ayırdılar. O anda müzik de sustu. Ya DJ'in aklı başına geldi, ya konuklardan biri neler çaldığını gerçekten dinlemeye başladı da müdahale etti, hiçbir fikrim yok. Caner'i arayıp açıklama yapmaya çalıştım ama dinlemek yerine küfür etmeyi tercih etti. Zaten ne mal olduğum başından belliymiş de beni kurtarmaya çalışırken harcadığı emekler haram olsunmuş da... Zaten canım burnumda, durumu düzeltmeye çalışmaktan vazgeçip "ulan sen kimi nereden kurtarıyorsun" diye buna da saydırmaya başladım. İyice delirip çelenkleri indirmeye başlayınca sakinleştiriciyi bastılar, zar zor eve getirdiler. O zamandan beri de yatıyorum burada. Bir de fonda müzik var tabii...

For everything you do

I'd like to swallow you

And everyday I'm gonna blame you

Even if you justify

Every fucking bullshit lie

It only makes me want to break you
'Cause I fucking hate you

You're such a liar

And I love to hate you

You're all the same to me

3 yorum:

Edebali dedi ki...

Film gibi.. Arkadaşının hainliğine ise söylenecek söz yok gerçekten.

İnci Vardar dedi ki...

daha sonra bu hikayeye bir de "i will survive" eklemem gerektiğini fark ettim. "all right go / walk out the door / just turn around now / you're not welcome anymore" gibi sözleri olan bir şarkının bir sürü düğünde çalınması çok saçma değil mi? :)

Edebali dedi ki...

Kesinlikle! :)