hiçbir şey daha iyiye gitmiyor. evrim ters işliyor ve hepimiz acı çekerek öleceğiz. yüz yıl önce varolmayan hastalıklar uyduruyoruz götümüzden. bunlar birilerinin başına geliyor. herkesin hastalığı biricik, binde bir görülen türden. dünya nüfusuna oranlarsak hepimiz, her an bu hastalıklardan birine yakalanabiliriz. daha kötüsü, yaşam süremiz uzadıkça uzuyor. eskiden insan hayatı boyunca bir kez kanser olup ölüyorsa, şimdi hastalığın "kontrol altına alınıp" üç kez daha tekrarlama ihtimali var.
bunlar canımızı acıtıyor. acımızı sigara ve alkolle maskelemeye çalışıyoruz. daha zor bir ölüm yaratıyoruz kendi kendimize.
dünyanın en saçma şeylerini üretiyoruz. kafeinsiz kahve, alkolsüz bira, şekersiz tatlandırıcı, daha büyük ve kırmızı domatesler, kaybolan mürekkepler, plastik çiçekler, kullan-at fotoğraf makineleri... bunları gerekli ve orijinalinden daha iyiymiş gibi gösteriyoruz. onların yerini alacak bir şeyler üretene kadar göklere çıkarıyor, sonra itin götüne sokuyoruz. ben onların satılmalarına aracı oluyorum. bu sistemden nefret ediyorum. hiçbir yere gitmiyoruz. ilerleme diye bir şey yok. çünkü bir metrelik bir bant üzerinde, lcd ekranda ilerleyen patika görüntüsüne bakarak koşuyoruz sadece. burası yaşanası bir yer değil.
ağrı her zaman vardı da; insanlar ilk suni ağrı kesici üretilince mi bu kadar çıtkırıldım oldu? pankreas tıkır tıkır çalışırken neden durdu? bir ilacın yan etkisi mi? saf şeker kamışının zararlarından korunmaya çalışırken ürettiğimiz işlenmiş beyaz şeker mi? yoksa diyabet, ilk diyabet ilacını bulan şirketin icat ettiği bir hastalık mı? hücrelerimiz ne zaman delirdi? nasıl kanser olduk biz?
eskiden şizofreni yoktu. insanlar ya kara sevdaya tutulup delirirdi ya da çaresiz kaldıkları için. o kadar kalabalık değildik. ne agorafobimiz vardı, ne de kalabalıktan gelebilecek tehlikelere dair paranoyak düşüncelerimiz. arakibutirofobi gibi saçma sapan bir şey aklımızın ucundan geçmezdi. beynimizin içinde kendimize ait bir oda yaratıp oraya saklanma ihtiyacı duymazdık.
koduğumun normal kavramı nasıl çıktı ortaya? hangi aşağılık insandı bu sınıflandırmayı ilk yapan?
şimdi biz normal insanlar, küçücük dünyalarımızda, çaktırmadan yaşadığımız nevrozlarımızla tıkılıp kaldık. bir yandan anormal olmadığımıza şükrederken, içten içe delirmeyi istiyoruz. dergilerde bulduğumuz testlerden kendimize teşhis koyuyoruz. bunlara inanıyoruz. öylesine sahte yaşıyoruz ki, bakım evlerinde terk edilmiş yaşlılara üzülürken kendi anneannemizi görmeye gitmiyoruz. öyle kendini bilmeziz ki, sadece oturup ahkam keserken birilerini hiçbir şey yapmamakla suçlayabiliyoruz. öyle aptalız ki, kılımızı kıpırdatmadan üzülmeyi gururumuza yedirebiliyoruz. oysa ne iki damla göz yaşıyla, ne de iki satır yazıyla temizlenebiliriz. kendi bokumuzun içinde oturuyoruz ve ayağa kalkıp etrafı temizlemek yerine pislikten şikayet ediyoruz.
bazı güzel insanlar hala sahile vurmuş deniz yıldızlarını yuvalarına göndermeye çalışıyor. teker teker.
6 yorum:
Gecen bir fotogaf cektirdim sanirim su ana dek cektirdigim en iyi fotograf oldu. Kim gorucek bunu? Belki annem... Ha bir de baskonsolosluktaki tukur-yapistir-presle-dosyala sorumlulari. Simdi, bu ne demek. Herkesin pasphotosu kendine. Herkesin anneannesi de kendine. Herkesin kanseri de kendine.
Bazi insanlar deniz yildizlarini denize firlatiyolar, bazi insanlar Marti Jonathan, bazi insanlar Roald Dahl'in terbiyesi amcasi, bazi insanlarin sesi cirkin, bazi insanlar greyfurt sevmiyor.
Herkes kendi kapisinin onunu temizlese diye bir kavram vardi. Butunde bir seye etki eder mi bilmiyorum ama teker teker herkesi cok mutlu edecegi, kivanclandiracagi kesin. O halde ne duruyorsun ne duruyorsun?
-E ne yapayim?
-HUELVEA YEAPSEANA.
küp karpuzlar ama (L)
allahın işine karışılmaz yine de di mi heheee, İnci seni özledim ben, sevgiler
P.S. Hala klişeyim, sıfatımla tutarlı olmak için de asla değişmiycem
bir nefeste okudum İnci abla.
Yorum Gönder