20 Kasım 2007 Salı

let the sunshine in

yıllar önce, mini mini ve yeni yeni bir "beat"ken, kim bilir hangi kozmik güç beni aksanat'a çekmişti de izlemiştim bu filmi. müzikler ve insanlardan o kadar etkilenmiştim ki, onlar gibi olabileceğim yanılgısına bile kapılmıştım bir süre. natural born killers'la özdeşleşen kırmızı gözlüklerim başka bir anlam kazanmıştı. bileklerim boncuklarla dolmuş, saçlarıma çiçekler konmuştu. ne var ki gerçekler bu kadar romantik değildi. okulu örnek olmayan ama sorun çıkarmayan öğrenci olarak bitirdim, üstüne üstlük reklamcı oldum. şimdi "eski hippilerden kim kaldı" diye sorsam ne saçma olacak di mi? ben kalmadım. ama ben zaten hiç o kadar cesur olmadım.

yine de içimde hep hippi olan bir şeyler kaldı. kırmızı gözlüklerimi hiç çıkarmadım. saçlarımdaki çiçekler hiç solmadı. sonra geçen gün hair dvd olarak karşıma çıktı. günlerdir süren uykusuzluğu da, sabahın köründe gideceğim işi de, aklıma gelebilecek bin tane reklam fikrini de odamın diğer ucuna fırlattım. dans ederek ve şarkı söyleyerek izledim. hippileri iyi ve kötü yönleriyle sevdim yine. sistem karşıtı genç adam yine sistemin ikinci büyük çarkı tarafından ezildi, yine ardından let the sunshine in söyleyerek ağladım. henüz 26 yaşında olsam da bu filmle gençliğimi hatırladım.

yine berger olmak istedim. yine sheila kaldım.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yine burger olmak istedim.
yine shake iiiiiiiiiiiiit.