ben de pek çok kişi gbi gazete okuyan, gündemden haberdar olan ve fikir yürüten biriyim. ne var ki, çok sinirlendiren bir konu olmadıkça buraya gündemi değil, kendimi yazıyorum. tüm bu yazılar için "ben nasıl biriyim, neler yaşıyorum ve neleri önemsiyorum" gibi bir başlık atabiliriz. içerik, memleket meselelerini önemsemediğim anlamına gelmemeli. daha ziyade, yazacağım herhangi bir yorumun fayda sağlamayacağını düşünüyorum. oysa yorumlanacak haber yok mu? var. kısaca, cumhuriyet ve hürriyet gazetelerindeki birkaç başlık üzerinden inceleyelim.
"say'a japon övgüsü"
fazıl say'ı dinleyen japon gazeteciler, onu klasik müzik dünyasında doğu'yu ve batı'yı sentezleyen bir devrimci olarak tanımlamış. doğrudur, fazıl say öyle bir adamdır. ama ne yazık ki türkiye onu yıllarca "yavşak" kelimesiyle hatırlayacak, belli bir kesim dışında kimse müziği hakkında iki kelimeyi bir araya getiremeyecektir. yaptığı yorum nedeniyle halkına küstürülen, müziğiyle değil, yarattığı sansasyon ile kendini milyonlara gösterebilen, "o müziğini yapsın, gerisine karışmasın" denilen bir adam hakkında daha ne diyeyim ki ben? mahmut mu diyeyim?
"akp'li elazığ belediye başkanı ve ekibi hakkında yolsuzluk iddiasıyla soruşturma başlatıldı"
gümrükte 50 milyon liralık rüşvet ve yolsuzluk olmuş, operasyon yapılmış, bir sürü kişi gözaltına alınmış. onun da üstü kapatılırdı ama bakanlık "işleme konulmama kararı" verdiği halde olay danıştay'a taşınınca, belgeler bulgular falan ayyuka çıkınca "hadi bakalım" demişler. gümrükte işlerin rüşvetle yürüdüğünü bilmeyen yok. bu kez meblağ biraz fazlaymış, olaya karışanlar arasında soyadı unakıtan olan da yokmuş. eh, hadi bakalım. yorumlanmaya değer mi? hayır.
"örtülü ile gündeme gelen başbakan'ın eski kalem müdürü şirket kurmaya doymuyor"
tek kaşı kalkan oldu mu? hayır.
"kemal kılıçdaroğlu: başbakan aciz kaldı"
haberin ayrıntısına girmiyorum ve pis pis sırıtıyorum. neden? kemal kılıçdaroğlu bir umutla parti başkanı oldu ama deniz baykal'dan hiç farklı olmadığını üzülerek görüyoruz. kifayetsiz bir adam "aciz" diyerek saldırırsa buna deniz baykallık denir. evet.
"zulümhane'yi balbay için imzaladılar"
adam 675 gündür tutukluymuş. bilgisayar, daktilo vermemişler, kitabı kalemle yazmış. bir manken de hapisteyken kitap yazmıştı, hatırlar mısınız? o kitap zulümhane'den daha çok satmıştır muhtemelen. insan haklarından mı bahsedeyim şimdi? sansasyonla ayakta duran bir sektörden, aynı mantıkta bir ülkeden mi bahsedeyim? niye ki? siz bilmiyor musunuz sanki?
"çağlar boyu sömürü ve inanç"
bu benim kesinlikle kaleme alamayacağım yazılardan biri. zaten allahsız, dinsiz, inançsızım. neden dinin bir sömürü sistemi olduğunu yazayım ki? ben biliyorum, sizin de inancınıza veya inançsızlığınıza göre bir bildiğiniz var. düşüncelerimi kimseye empoze etmek gibi bir derdim yok. hayatımda inanç olmayınca, yazdıklarım arasında da din pek fazla yer bulamıyor.
"türkiye pazarında silah açılımı"
bu konuda da bir yorum yapmak zor. gündem çabuk değişiyor ama hatırlarsınız, aralık ayında "silah lobilerinin isteği doğrultusunda"bir yasa tasarısı verildi (bu aralar üstünde durmama kararı alındı. demek ki çok tepki görünce saman altından onaylamaya karar vermişler.) silah ruhsatı alma yaşı 18'e inecek, 5 silah alınabilecek, ikisi üstte taşınabilecek, eski sabıkalılar silah alabilecek, ruhsat için bir heyetin "iyi bir insana benziyor, oluru var" demesi gerekmeyecek. sermaye sahipleri, kapitalist sistem, savaşa dayalı ekonomi, korku imparatorluğu, ahmaklık. yorum bu kadar.
"başbakana yayın durdurma yetkisi - bu, faşist devlet modeli"
herkes bu aralar kanuni'yle ilgili diziden bahsediyor. dizi güzelmiş, kötüymüş, sülümanmış, hürremmiş... bu mudur? değildir. bu diziye rekor denebilecek sayıda şikayet geldi, geliyor. daha bu sabah kahvaltıda babam dükkana gelen hacı hoca takımının imzalayıp rtük'e göndermek üzere dilekçe dağıttığını söyledi. kör göze parmak yorumu: türkiye giderek muhafazakarlaşıyor, biz artık azınlığız ve buna rağmen mazlum edebiyatı yapan biz değiliz. sanki siz tehlikenin farkında değildiniz. türkiye faşist midir, demokrat mıdır? demokrasi oy kullama hakkıyla mı sınırlıdır? propagandanın, sansürün hiç mi suçu yok?
"anne sütüne kadar sanayi kurbanı"
bunu direkt alıntılıyorum, yorum gereksiz: sanayi kuruluşlarının konut alanlarıyla iç içe girdiği, kanser vakalarının ise dünya ortalamasının 30 kat üzerinde olduğu kocaeli'nin dilovası ilçesi'nde, anne sütünde (ve bebeklerin dışkısında) yüksek dozda ağır metale rastlandı.
mutantlaşıyoruz muntazaman.
"bilkent yönetiminden jaguar'lı öğrenciye: havalandı, görevini bırakmasını görüşeceğiz"
abdullah gül üniversite temsilcilerine yemek düzenleyerek yaranmaya çalışmış, çocuğun biri de yemeğe jaguar'la gitmiş. üniversite bu yüzden ayaklanmış. aptallar. jaguar'ı görene kadar o çocuğun sizi temsil etmediğini fark edemediniz mi? şimdiye kadar aklınız neredeydi, neden değiştirmediniz?
blogun en uzun yazılarından biri bu oldu herhalde. kaç tane haber hakkında bir şeyler yazdım ve aslında bilmediğiniz ya da düşünmediğiniz hiçbir şey anlatmadım. ama bir konuda görüş bildirebilirim.
bu ülkede, aslında çok iyi berber olabilecek insanlar köşe yazarlığı yapıyor. hepsinin saç keserken anlatacak milyonlarca hikayesi var, deşarj olmak adına değdirme avantajı da cabası. bunlar bir yandan kahvede memleketi kurtarmaya yeltenenler kadar önemsiz, diğer yandan, daha geniş kitleye hitap ettikleri için çok tehlikeliler. onlara cevap vermezsek "adam haklı beyler" diyenlerin sayısı kuşkusuz artacak. klavye kabadayısı olarak verdiğimiz cevaplar, ancak bizim gibi düşünenler tarafından okunacak, başka kimsenin umrunda olmayacak. peki ne yapmalı?
richard dawkins kendisine "adnan oktar'la evrim konusunda tartışacak mısınız?" sorusuna "onunla tartışmak, düşüncelerini meşrulaştırmak anlamına gelir, ben bilimsel düşünmeyen biriyle bilimi tartışmam" gibi bir cevap veriyor. çok benzer bir nedenle ben de köşe yazarlığına soyunup cevap veremem (sanki olayım desem beni hemen bir gazeteye alacaklarmış gibi). hem kendi bilgi eksikliğimden hem de saçma gururum yüzünden. emre aköz ya da oray eğin gibi aptallarla polemiğe girmek istemiyorum, bu sadece onlara prim vermek olur (ki bu cümleyle verebileceğim kadarını verdim).
ne yapmalı?
yaşamalı. çok ciddi bir kelime bu, yaşamalı. başkalarını eleştirmek, onların haksız olduğunu bas bas bağırmak yerine, insan kendi idealine göre yaşamalı. inançsızsa, başkalarının inancına hakaret etmek yerine, göğsünü gere gere dinsizken de iyi ve mutlu bir insan olunabileceğini yaşayarak göstermeli. evliliğin, sistemin getirdiği bir toplum baskısı olduğunu düşünüyorsa, sırf ailesini ve çevresini mutlu etmek adına evlenmemeli, "ne zaman evleniyorsun" sorularına yaşayarak karşı koyabilmeli. kişi, inandığı özgürlük her neyse, bunu bağırarak değil, mümkün olduğunca yaşayarak gösterebilmeli.
şimdiye kadar hiçbir yürüyüşün, hiçbir sloganın toplumu değiştirdiğini görmedik. bir de böylesini deneyelim bakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder