geçen akşam kardeşim "moda bunlar hep" dedi.
dedim "nasıl?! kimin için? kaç yaşındalar mesela?"
reklam hesaplarına göre 18-24, yani genç dediğimiz kitleden bahsetti.
dedi ki, bunlar "akp çok kötü bir şeydir" diye yerli yersiz konuşurlarmış ama bir tanesine "neden?" desen cümle kuramazlarmış.
"olur mu ya?" dedim, "ne bileyim, bana da sorsan tek cümlede toparlanacak şey değil ki, kitap yazılır üstüne."
"sen birikiminle konuşuyorsun," dedi, "sorulursa verecek cevabın var. onların cevabı falan yok, laf olsun diye konuşuyorlar öyle."
nereden çıktı peki bu? resmi geçit'ten. şebnem işigüzel neler neler yazmış... ben de kardeşcağızımın elinde birkaç kez tarihle ilgili kitap görmüştüm, bu konularda biraz konuştuğumuz da olmuştu. belki ilgisini çeker diye kitabın nelerden bahsettiğini özetledim.
ilgilenmedi tabii. daha fikrinin bile varolmadığı dönemlerden bahsediyoruz. kitabın başlangıç yılında daha ben bile yokum.
siyasetle ilgili ilk bilgim turgut özal'ın başbakan olduğu. o da ikinci hükümet dönemiymiş, ilkokula başladığım yıllar. bir şey anlamıyorum zaten, tonton biri var televizyonda, ulusa sesleniyor. köprüler, otobanlar yapılıyormuş, amerikalardan oyalanmamız, zengin olup harcamak dışında bir şey yapamamamız için oyuncaklar geliyormuş. ne gam... daha 6-7 yaşındayım, ben mi anlayacağım bunlardan?
renkli televizyonumuz var.
nurtopu gibi körfez savaşımız çıkmış. petrole bulanmış kuş izliyoruz televizyonda. üzülüyorum ben.
sıra sıra dizmişler kürt cesetlerini. çatışmada zayiatımız var ama siz bir de karşı tarafı görün diyorlar. "kötü onlar" diyorlar hala. bilmiyorum ki hiç, daha ben yokken de aynı şeyi söylüyorlarmış.
red kit var televizyonda. ona dalıyorum.
ton ton icraatın içinden geçenleri anlatıyor, iki pamuk tarlası görüp kapatıyorum.
barbie bebeklerim var.
sonra yıldırım akbulut fıkra kitaplarına düşmüş, yazık. onları okuyorum.
babam dyp'ye oy veriyor. "iyi mi onlar?" diyorum, pazardan limon seçiyoruz sanki. "baba halkı kurtaracak mı?"
buralarda az çok ilgimi çekmeye başlamış haberler. plastip şov izleyip ara sıra "hmm" diyorum.
tansu çiller'in ilk ve şimdilik tek kadın başbakan olması ilgimi çekiyor. ama o da hikaye gibi. sadece benim için mi? fak fuk fon'dan fan fin fon'un türetildiği bir zamandayız. salih memecan çiziyor bunları. dönem yıldırım akbulut fıkralarından farksız.
lisede ilk hamlemi yaptığımı hatırlıyorum. ders felsefe. konu nereden açıldıysa demokrasiye gelmiş. çocuğun birine "ramazan ayında üniversite kantinlerinin taşlandığı bir ülke için demokratik diyemezsin!" diye çıkışıyorum. öğretmenim de destekleyince tartışma fazla büyümüyor. hepimiz çocuğuz ki hala. "peki senin ekonomiden haberin var mı?" deseler pısıp kalacağım ama onlar da bir şey bilmiyorlar. ben zaten ekmeğin kaç lira olduğunu hala bilmem.
gel zaman git zaman, üniversitedeyim. çağdaşlarımın çoğu gibi apolitizm ciğerlerime işlemiş. buna rağmen ailem beni okula göndermeden önce "bizi utandıracak bir şey yapma, n'olur" diyor. bir arkadaşım sosyalist manita yapmış, üç beş cümle öğrenmiş ondan. ara sıra "kahrolsun faşizm" diye celalleniyor. politika konuşmuyorum, arkadaşımın faşizmin anlamını bildiğinden bile şüpheliyim. yıllarca okumuşum, kavramları öğrenmişim, sıra ancak ülkede olan biteni anlamaya gelmiş. yavaş yavaş her şey, yavaş yavaş, sindire sindire.
ben olaylara hakim olana kadar bülent ecevit'in başbakanlığı bitmiş, abdullah gül gelmiş. konuşmaya, eleştirmeye yavaş yavaş başlamışım. sonra her şey ara sıra celallenerek, geçmişe bakıp umutsuzluğumu hiç kaybetmeyerek gelmiş.
kitapta ise şimdi süleyman yeniden başbakan oldu. bölüm bitince bıraktım, bunları düşündüm. resmi geçit bir roman. güzel bir roman. şebnem işigüzel romanını gerçeklerden çıkardığında işi daha güzel oluyormuş. yer yer "vay anasını sayın seyirciler" dedirtiyormuş. darbeden sonra neler olduğunu dedikodulu gerçekli okumak isteyenler içinmiş bu kitap.
sonra kardeşim "mesela kemal kılıçdaroğlu'nu neden sevdiklerini sorsan yine bir şey diyemezler" diyor.
kaşlarımı çatıyorum. "kemal kılıçdaroğlu'nun sevilecek bir tarafı yok," diyorum, "chp'ye oy verecek olmamın tek nedeni meclis'te muhalefeti güçlendirmek. o da ne biçim muhalefet olacaksa..."
liderliği konuşuyoruz sonra. konu bir şekilde kaynıyor.
bugün eski patronumun "akp'nin ruhu" başlıklı yazısını okuyor ve hak veriyorum.
velhasıl kelam, tuhaf bir ülke türkiye. bizler de bir şekilde bu tuhaflığın içine düşmüşüz, yaşıyor ve öğreniyoruz. yaşıyor ve değişiyoruz. yaşıyor ve nihayetinde aklımızda bir türkiye masalıyla ölüyoruz. o masal ki, kitabın arkasında şöyle geçiyor:
"Hangi ülkenin halkından gizlenen, yüzleşemediği bir tarihi varsa, siyasetçilerden başka duyan bilenin kurşuna dizildiği bir sırrı varsa, pislik yığının üzerinde oturuyordur o ülke."
1 yorum:
Öyleyse pislik yığınının üzerine oturmayan bir ülke yok?
Acaba kendimizi mi kandırıyoruz?
''CHP ye oy vermemin tek nedeni,mecliste muhalefeti güçlendirmek''demekle,neden samimi gelmedi bu eşitlik arzusu bana?
Kardeşinin anlattıklarına neden şaşırdığını da anlamadım.Sen üniversiteye gitmedin mi?Senin arkadaşların çok mu bilgiliydi politika hususunda.
Ben hatırlıyorum 95'te refah partisi iktidara hükümet ortağı olarak geldiğinde ''eyvah şeriatı getireceklermiş''diyorlardı arkadaşlarım.Ama eminim sen de öyle demişsindir.
Yorum Gönder