10 Mart 2011 Perşembe

kısa kısa

komik arkadaşlarım var benim. erçin demiş ki; "ilk ve orta dereceli okulların tatil edilmesinin asıl sebebi kar tatili değilmiş, hüseyin üzmez'in tahliyesiymiş."

kendisini tebrik ediyor, bu müthiş saptama üzerine başka bir şey söylemeyi gereksiz buluyorum.

twitter'da takip ettiğim kimse yok, çünkü twitter'ım yok. bazen yazmak için değil ama okumak için açsam mı diyorum. bir melih gökçek ya da kemal kılıçdaroğlu'nun 140 karakterde neler saçmaladığını falan merak ediyorum. neyse ki iyice delirdiklerinde haber oluyor da gazetelerden takip edebiliyorum. melih gökçek'in performansı şahaneymiş mesela bu aralar, işi gücü bırakıp twitter'dan sorumlu devlet bakanı olma yolunda ilerliyormuş.

bugün herkes istifa edip çeşitli partilerden aday adayı olmuş, ne güzel. sanırım bir gün türkiye'de herkes 15 dakikalığına siyasete atılmış olacak. benim hedefim içişleri bakanı olmak. zira ne kadar kendimi kaybetsem beşir atalay'ın "basın özgürlüğünde abd'den daha ileriyiz" cümlesi kadar saçma bir şey söyleyemem.

başbakanımız da bu konuda yorumunu yapmış. avrupa parlamentosu'nun türkiye'de basın özgürlüğü üzerine hazırladığı rapor kendisini sinirlendirmiş gibi, biraz da değil gibi. adamlara dengesiz demiş, ısmarlama rapor yazmışlar demiş... ama diğer yandan tavrını koymayı unutmamış. hemen her icraatlarında batıyı örnek veren hükümetimizin başı bu konuda der ki; "adım atmamıza gerek yok, onlar rapor hazırlamakla, biz de bildiğimizi okumakla görevliyiz." canım benim... psikologlar yerine "aile imamı" gibi bir kavram getir, bunun açıklaması olarak "e amerika'da falan millet psikologa gitmek yerine günah çıkarıyor, o da rahatlama bu da rahatlama" de, özgürlük gibi bir konuda da neğalagasıvar diye bildiğini oku. olur tabi. bunu da lokma lokma yutan çıkıyor ne de olsa.

bu arada akp stratejilerine bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. sol partilerden biri böyle bir zeka, istikrar ve kurumsal birlik gösterse, bunlar gibi nabza göre şerbet vermeyi becerebilse ülkede doğru düzgün siyaset yapılırdı. bunlar yüzünden haziran'ı resmen kara kara düşünüyorum, elim oy pusulasına gitmeyecek.

sabahtan beri sinirden başım ağrıyor. ismini vermek istemediğim bir akrabamın, aklı başında akrabalarımdan dinlediğim gerzek yorumları beni benden aldı. sülalemin %99'u müslüman ve bununla hiçbir sorunum yok, allah kabul etsin. bu kitle içinde küçük bir dangalak kısım yer alıyor ve ne kadar küçük olursa olsun sorun ediyorum. aslında var ya, nihat doğan akrabam olsaydı ancak bu kadar sinirlenebilirdim.

bugün yine enteresan bir haber gördüm. akp ünye tanıtım ve medya başkanı süleyman demirci demiş ki; "örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır." o kadar bayılıyorum ki bu dangalakların çok zekice sandıkları benzetmelerine. biri fişle prize sarar, biri dekoltesi olan kadın tecavüzü hakeder der... bana da kaç gündür kadınlarla kafayı bozdurdular.

türkiye'deki internet sansürü bugüne bugün avrupa insan hakları mahkemesi'nin konusu oldu. bazen "ah ulan," diyorum, "amerikalılar gibi ota boka dava açacak şekilde yetiştirilmedik ki!" herhangi bir konuda şak diye dava açacak ya da en azından suç duyurusunda bulunacak dirayetimiz olsa fena mı olurdu? bu şikayetime bizzat dahilim. üşengeç geldik, suçlu gideceğiz anasını satayım.

bir ara "demokrasi diye bir şey yoktur" başlıklı bir yazı yazmak istiyorum. araştırmak, toparlamak falan lazım. bir de uzadıkça uzar şimdi. üşeniyorum.

bu aralar parçalı bulutluyum ya, belgesel izleyip ağlayasım var sanki. romantik komediler kesmiyor tabii, ille de dünyanın içine nasıl ettiğimizi göreceğim. food inc. ile başladım. bakalım, hayırlısı.

son söz olarak, unutmadan: it's just a ride.

Hiç yorum yok: