16 Mart 2011 Çarşamba

Sahi, ne oldu Asiye'ye?

Asiye, severim seni öldüresiye

Senin gözlerin mavi, yeşil, kara. İndir onları yere, bakma sakın hayata. Senin ellerin güzel Asiye, parmakların ipince. Severim seni ama olmuyor bulaşıklar kalınca. Asiye severim seni, sen bana hayat verdin. Bana yemek verdin Asiye, suyumu elinden içtim. Çocuk verdin bana üç demedin, beş demedin. Elbet vereceksin Asiye, lafımı iyi belle! Ben seni karım ettim. Seni bensiz yarım ettim. Yuvamın sultanı ettim, saçını süpürge ettim. Asiye, ben seni kadın ettim. Bir yere gidemezsin!

Seviyorum lan seni, ütüyü kim yapacak? Asiye, çocukların karnı aç. Az vurduysam ne olmuş, hemen annenlere kaç! Asiye, ben sevmesem seni, vurur muyum hiç öyle? Aşkımız ölümüne değil miydi sen söyle? Asiye, gitme dedim! Bak çok pişman olacaksın… Ben erkek kalacağım, sen mevta olacaksın… Sana "abartma" derler, derdini kime anlatırsın?

Anlatamazsın Asiye, eve dön! Evde severim ben seni öldüresiye…

Zeynep Arkan


Asiye bizim komşumuzdu. Alt katta otururdu. 3 yaşında bir çocuğu vardı, bir de kocası. Sarı saçları, mavi gözleri vardı, daha 24 yaşındaydı. Açık saçık giyinmezdi ama arkasından bakanı çok olurdu. Pek laf atılmazdı herhalde, Asiye evden çok fazla çıkmazdı. Ara sıra çocuğunu pusetine oturur, bakkala kadar giderdi. İki sokak ileriye. Sessiz sedasız bir kadındı. Annemi çok severdi. Bize gelirdi bazen. Ben pek yanlarına gitmezdim ama mutfaktan gelen fısıltıları duyardım. İki çay karıştırma şıngırtısı, bir iki iç çekiş, biraz fısıltı.

Sonra bir akşam Asiye fısıldamadı.

Evde tek başımaydım ben, yatağımda oturmuş kitap okuyordum. Alt kattan bir gürültü geldi. "Sandalye devrilmiştir herhalde" derken bir çığlık. Bir yandan cam kırılma sesleri, bir yandan ağlamalar. Alt katta deprem oluyor resmen, Allah aşkınalar Allah belanı versinlere karışıyor. Allah her yerde diye öğretilmiş bize. Ama o sırada orada Allah yok, iyilik yok, merhamet yok, sadece duvara vurulan bir kafanın çıkardığı tok ses var. Sırtta parçalanan bir sandalyenin çatırtısı, şakağa isabet eden bir vazonun şangırtısı. Öyle dehşet verici ki alt kattan gelen sesler, sanki Asiye'nin değil, benim kemiklerim kırılıyor.

İçimden bir ses "kalk," diyor, "git kapıyı yumrukla da durdur bu vahşeti." Başka bir ses polisi aramamı söylüyor, bir başkası komşulardan yardım istememi. İçimdeki tüm sesler harekete geçmemi söylerken ben duruyorum. Donmuş kalmışım. Gözlerimden elimdeki kitaba pıtır pıtır yaşlar dökülüyor. Ne kitabı çekebiliyorum, ne yataktan kalkabiliyorum. Sesim bile çıkmıyor, öylesine donmuşum.

Sonra patırtı bitiyor. Bir çocuk, bir de Asiye ağlıyor. Sonra Asiye de susuyor. Sonra çocuk da susuyor. Sonrası, sessizlik.

Sonrası, gecelerce süren kabuslarım. Sürekli kendimi suçlamam. Donup kaldığım, müdahale edemediğim için kendimi yiyip bitirmem.

-o-o-o-o-o-o-

Ertesi gün fısıltılar tüm apartmanda yankılanıyor. Kadınlar kurulu toplanmış, Asiye'ye ne olduğunu konuşuyor. Asiye onların yanında değil. Annesinin yanına kaçmış. Hastaneye gitmesi gerekmese dışarı adımını atamazmış. Kırılıp da yen içinde kalmış koluyla çocuğunu sabit tutmaya, sağlam kolunun ucunda titreyen eliyle kaşığı ağzına sokmaya çalışıyor o anda.

Aynı apartmanda oturduğumuz yengem annemle birlikte eve giriyor. Çay koyuluyor yine, belli ki muhabbet uzun sürecek. Hoş geldin demeye gidiyorum yanlarına, asıl amacım Asiye'ye neler olduğunu öğrenmek.

Selamlaştıktan sonra soruyorum, "Sahi, ne oldu Asiye'ye?"

"Hastaneden sonra annesine gitmiş," diye anlatıyor yengem, "gece kolu alçılı geldi, çocuğu alıp gittiler. Adamı görsen, özrün bini bir para. Yalvardı, yakardı, Asiye’yi eve sokamadı."

"Girmez tabii bir daha o eve. Eşşoğlu eşşek kadının kemiklerini kırmış."

Annem küfür etmemem için uyarıyor. Yengem gayet ciddi.

"Eninde sonunda dönecek. Kocası nihayetinde, çocuğunun babası."

"Niye dönsün canım? O adama ihtiyacı mı var?"

"Var tabii. Tek başına nasıl büyütecek çocuğunu? Piç gibi mi büyüsün çocuk? Hem evlilik öyle her aklına estiğinde bitirilecek bir şey değil."

"Ne gerekiyor bitirmek için yenge? Ölene kadar sürsün diye başlanıyor da 24 yaşında ölmek mi gerekiyor? Adamı mı savunuyorsun anlamıyorum ki!"

"Adamı savunmuyorum, yapmış bir cahillik işte. Bundan sonra anlaşırlar, Asiye de bir daha dayağı hakedecek bir şey yapmaz, yuvalarını yıkmadan yaşayıp giderler."

O kadar sinirlenmişim ki, sesim yükselmiş, annemin gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmış.

"Ya ne demek dayağı hakedecek bir şey yapmaz ya? Nasıl hakediliyor bu dayak söyler misin? Sanki amcam yüzüne tükürse yarabbi şükür diyecek gibi konuşma ya!"

"Amcan öyle şey yapmaz. Okumuş insanlarız biz."

"Okumuş diyorsun da Asiye'nin kocası da üniversite bitirmiş, koskoca şirket yöneten adam. Sadece okumakla olmuyor ki bunlar. Sen duydun mu o sesleri? Bırak cahilini okumuşunu, o herif insanlıktan çıkmıştı dün akşam. Ben donup kaldım, şimdi bir şey yapamadığım için ne kadar pişmanım. Bir Allahın kulu da yardım etmeye çalışmaz mı ya? Polisi arayan bir kişi çıkmaz mı şu koskoca apartmandan?"

"Aile meselesi bunlar, karışılmaz. Mutlaka vardır bir nedeni. Hem sen küçüksün, anlamazsın böyle şeylerden. Kim bilir neler oluyordur aile içinde."

"Bunu normal karşılayabildiğine göre senin insanlığından da şüphe ediyorum artık yenge."

Bu lafım annem için bardağı taşıran damla olmuştu. Yüzüme "yengenle ne biçim konuşuyorsun sen" anlamında bakması yetti. Sınırı aştığımı düşündüğümden değil, annemin sinirlerini daha fazla bozmamak için masadan kalktım, odama gittim.

-o-o-o-o-o-o-

Yine içim içimi yedi. Daha neler söyleyebileceğimi kafamda kurarken tekrar düşündüm. Annemin neden bütün bu tartışmada hiçbir yorum yapmadığını sordum kendime. Hak verdim sonra. Annem akıllı kadındır, kiminle ne konuşacağını bilir. Davul zurnayı az bulacak kişiye laf anlatmaya çalışıp kendi sinirlerini de bozmaktansa nazikçe konuyu kapatır. Dinlemez, yorum yapmaz. Sabit fikre karşı koyamayacağını bilir annem. Buna rağmen saygıda kusur etmez, kırıcı davranmaz. Diyorum ya, akıllı kadındır.

Mutfakta benim yerime özür dilememiştir. Bazen susmam gereken yeri söylese de bana ve düşüncelerime de saygısızlık etmez. Bir tanedir o.

Yengemin ise nasıl böyle olduğunu aklım almıyor. Büyük şehirde doğmuş, üniversite okumuş, bir süre çalışıp evlenmiş ve bir çocuk yapmış. Aile içi şiddete maruz kaldığını hiç sanmam, en azından amcamla evlendikten sonra öyle bir şey yaşamadığından eminim. Eğitimliyim diyor ama kadın haklarıyla ilgili her konuda nasıl bu kadar kadın düşmanı kesilebiliyor, anlam veremiyorum. O kadar garip ki; kızların üniversiteye gitmeleri gerektiğini söyler; "kız okuldan dönerken taciz edilmiş" desek, "okula eğitim almaya gitmiyor ki bunlar, kesin kuyruk sallamıştır" diye cevap verir.

Diplomasıyla sınıf atladığını düşünüyor ama nato kafa nato mermer. Belki de ben anlamıyorum onun engin bilgeliğini, bu yüzden aptallık gibi geliyor. Ama kadın her konuda nasıl suçlu olabilir ki? Bir insan nasıl dayak yiyecek kadar suçlu olabilir? Şiddet nasıl bir hak olarak görülebilir?

Belki annemin yaptığı en doğrusu. Ama ben sessiz kalamıyorum.

-o-o-o-o-o-o-

Akşam eve gelince annem "Yemeği yakmış," diyor, "çocuk hastaymış, onunla ilgilenirken yemeği yakmış."

-o-o-o-o-o-o-

Annem sık sık ziyaret etti Asiye'yi. Zamanla iyi haberlerini alır oldum. Önce yaraları iyileşmiş, alçısını çıkarmışlar. Kocası sık sık dayanıyormuş kapısına, özür üstüne özür diliyormuş. Çocuğuyla bir iki saat geçirdikten sonra kös kös dönüyormuş evine.

Bizim alt kattan da taşındı bir süre sonra. Çocuğu daha sık görme bahanesiyle, Asiye'nin annesine yakın bir yer bulmuş. Her akşam iş dönüşü uğrayıp çocuğunu değil, Asiye'nin evde olup olmadığını soruyormuş.

O kadar ağlayıp yalvarmanın üzerine bir ara barışacak gibi olmuşlar. Daha ilk buluşmalarında, sudan bir sebeple bas bas bağırmaya başlayınca adam, Asiye anlamış odunun aynı odun olduğunu. Hemen boşanma davası açmış, adam istemese de ayrılmışlar.

Bu arada Asiye iş bulmuş kendine. Evin yakınındaki bir esnaf lokantasında yemek yapıyormuş. "Yıllarca evde soğan doğradım, bir yemeği yaktım diye hayatımın dayağını yedim, şimdi yemek yapınca hem para kazanıyorum hem de müşterilerin ne kadar memnun olduğu geliyor kulağıma. Ne güzelmiş böylesi" diyormuş.

Yüzündeki morluklar da geçince güzelliği yeniden ortaya çıkmış. Bakan bir daha bakıyormuş. Neyse ki terbiyeli insanlar varmış çevresinde. Asılmak yerine takdir ediyorlarmış sadece. Asiye mutluymuş.

-o-o-o-o-o-o-

Bunları duydukça seviniyordum ben de. Bir kadının, çocuğuna rağmen, kocasından ayrılacak cesareti göstermesi, kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi mutlu ediyordu beni. Angut gelmiş angut gidecek yengemin haksız çıkması, kadınlar adına umut veriyordu.

Sonra bir akşam okuldan döndüm, annemi ağlarken gördüm. "Büyük bir şey olmasa ağlamaz annem" dedim, sorunun ne olduğunu merak ettim.

"Asiye" dedi annem, ağzını eliyle kapatıp başını iki yana salladı. Sanki öyle ayıp bir şey söyleyecekti ki dili varmıyordu, sanki ağzından çıkacak sözleri eliyle engellemeye çalışıyordu. En kötüsünü düşündüm birden, ellerim titremeye başladı. Aklımdan geçenleri kafamda büyütmek yerine sordum, "Ne oldu Asiye’ye?"

Aradan dakikalar geçti. Annem ağlamaktan, içini çekmekten cevap veremedi. Konuşmaya başladığında cümleleri hıçkırıklarla kesildi. Annem Asiye'nin başına gelenleri insanlığına yediremedi.

Öğrendim ki, biriyle tanışmış Asiye. Lokantanın yakınlarında bir dükkanı varmış. Öyle şirket falan yönetmiyormuş, çok zengin sayılmazmış ama iyi bir adammış. Nazikmiş, şefkatliymiş, bekarmış. Ufak tefek sohbetlerle başlayıp arkadaş olmuşlar, sonra sevmişler birbirlerini. Gel zaman git zaman, Asiye adamı çocuğu ve annesiyle tanıştırmak için eve davet etmiş. O gece Asiye'nin eski kocasının çocuğunu göreceği tutmuş. Davetsiz, pat diye damlamış eve. Adamı görünce de apar topar çıkmış kapıyı çarparak. Hiçbir şey söylememiş. Hiçbir şey söylemesi gerekmemiş. Yine de Asiye'nin annesi içinden "Eyvah!" demiş.

Ertesi sabah Asiye işe gitmek için evden çıkmış. Daha sokağın başına gelmeden çığlıklar yükselmeye başlamış. Öyle çığlıklar ki, hayvan boğazlıyorlar sanırsınız.

"Gitti kızım!" demiş Asiye’nin annesi cama koşarken. Bir de bakmış ki, eski kocası hala bıçaklıyor Asiye'yi her yerinden. Asiye yerde çığlık çığlığa, annesi pencereden sarkmış "Yardım edin kızıma" diye bağıyor, yine bir kişi yerinden kıpırdamıyor. Hepsi mi donup kalmış benim gibi, hepsi mi korkak, hepsi mi aile meselelerine karışmaya karşı? Kim bilir?

Bilinen bir şey var ki, Asiye o kadar insanın önünde 27 kez bıçaklanmış. Bağıra bağıra, inleye inleye katledilmiş. Ambulans geldiğinde ölüymüş zaten, üzerine gazeteler örtülmüş.

-o-o-o-o-o-o-

Şimdi merak ediyorum, Asiye'nin üzerine örtülen gazetelerde kaç kadının cesedi vardı kim bilir?

Hiç yorum yok: