21 Eylül 2007 Cuma

günceyi taşır gibi ya da kızgın kumlardan mülayim sulara

teşhirciliğim geldi... hava güzel, milletin polen alerjisi başlayacak ve ben hantalım... üç noktalar arasında koşup duruyorum... durunca nefes nefese kalmadığımı görüp bir sigara yakıyorum hemen... kanser paranoyası başladı... ben akciğer kanseri olurum da; asıl başkaları olacak sanıyorum... bir yaşlı görünce hemen aklıma bin türlü hastalık geliyor... hayır, uydurdum... bin türlü hastalık bilmiyorum henüz, ayrıca hiçbirinin aids olduğunu falan da düşünmedim... diabet, hipertansiyon, kanser... üç türlü geliyormuş; çok utanmaz bir yalancıyım ben...

senin yalancın olabilir miyim?
niye? kendi yalanımı söyleyemeyecek kadar aciz miyim?

polenler hakkında bir şeyler yazmam gerekiyor... benim polen alerjim var, az önce anladım... polenler hakkında okurken uykum geliyor... yazarken de herhalde afacanlar basar, kurdeşenler dökülür ceplerimden... karındeşen jack kurdeşen jack olsaydı karizmasından eser kalmazdı... keşke zamanın polisleri gazetede bu isimle haber çıkarsalardı, jack de sinirlenip bunları öldürmeye çalışsaydı... ben jack'in yakalanmasını isterdim şahsen... ne iğrenç ölümlerdi onlar öyle?!

seri katillerden hazetmiyorum ben... katillerin büyük bölümünden hazetmiyorum... geçenlerde stanford prison project'le ilgili bir şeyler okudum (ara not: blue and yellow güzel bir şarkı... zaman kaybetmenin daha az koşmakla ilgisi yok... bir de bunu kaybetmek yerine istediğin gibi harcıyorsan hiç sorun yok... zamanı biriktirince daha mı uzun yaşıyorsun yoksa daha mı az? [uzun ve az zıt anlamlı değildir, olmayacaktır...] turşusunu kuramayacağın şeyleri biriktirme diyebilirdi bir devlet büyüğü, ama hiçbir zaman buna gerek duymadılar... zira herkes samanlarını saklamak ve zamanın gelmesini beklemekle o kadar meşguldü ki, eşekler açlıktan bir deri bir kemik kaldıklarında bile "belki zaman gelmemiştir" diye samanları yerlerinden oynatmadılar... sonra öldü tabii eşek... sen de o samanları ne yapacağını bilemedin di mi? bir de oturup kendin mi yiyecektin? yemedin, yedirdin, saçını süpürge ettin ama gel gör ki eşek ölünce bütün yükü taşımak sana kaldı... ne diyordum ben? hah!) adamı uzun süre solitary confinement etmişler (dilimi eşek arısı soksun ama aklıma geldiği gibi yazdım... bir kere de kusura bakma sayın kendim...), adam da "buradan çıkınca umarım atlatabilirim" diyordu... zira "çaldığım halde hırsızlığın cezasız kalmaması gerektiğini düşünüyorum. ben bir daha hırsızlık yapmayacağım ama iyileştiğimden değil. şimdi aklımda hırsızlığın da ötesinde, bu götelekleri öldürmek var. gün gelir de çıkarsam allah yardımcımız olsun." diyordu... ben de tırnak işaretleri içinde ne de güzel yazdım sanki adam tam olarak böyle söylemiş gibi... sevmedim ben bu paragrafı... peki benim katillerden hazetmeme konum nereye gitti?

oha ya, ne kadar çok üç nokta var! bak, bundan sonrası üç noktasız. gayet de yazabilirim.

filozoflar belki de ciddi sorunları olan adamlardı ama bunu kabul etmek istemiyorlardı. başkalarından da rahatça saklanabilmek için onlara farklı şeyler (hayat, vapurlar falan) anlatmaya başladılar. çiçekler güzeldir, böcekler iğrençtir, o zaman çiçekler de böcekler de sana girsin oğlum aristo diyebilirdi adamın biri ama kimse de koskoca filozofa gerçeği arayışında engel olmak istemedi. bu adamlar da sonra fark ettiler gerçek diye bir şeyin olmadığını ama kavram bir kere atılmıştı ortaya. geri dönmek ne mümkün?! yıllar sonra mustafa adında bir genç adam hakkında her şeyi açıkça belirtirken "kimdir ulan ilk filozof?" diye bağırdı. (koyuyordum üç noktayı, gözümden kaçtı sanma.) bunu duyanlar mustafa'ya deli görmüşçesine endişeyle baktılar ama aralarından biri sakin sakin yaklaşıp "önce söz vardı" dedi. bu da mustafa'ya kapak oldu. adam karizmatik adımlarla uzaklaşırken biri daha çıkıp "abi ben de let there be light desem?" diye sordu. lafını koyup uzaklaşmak yerine soru sorduğu için isteği kabul edilmedi, güzelim fikir çöpe atıldı. daha sonra yedi günde bir şeyler yapmaya çalışmış ama biri buna "senden büyük allah var" deyince vazgeçmiş, oturmuş yerine.

başlarda hantal olduğumu söylemişim. yalan. hantal şişmanlıktan ileri gelen hareketsizliği ve vice versa olan şeyi çağrıştırıyor ki, durumum bu değildir. üşengeç olmakla birlikte kıçımı bir yerde tutamıyorum; mutfak-tuvalet-masa üçgeninde mekik dokuyarak geçiriyorum günümü. bir de ara sıra sigara içmeye çıkıyorum. eve gidince mail cevaplıyorum bazen. nasıl ucuz felsefe! en son aşk üzerine bir şeyler yazdım. anladığımdan değil ama. bir aşk mektubuna yorum yazmam istendi, ben de "çok boğucu bu, içim kasıldı okurken" diye başlayıp fiti fiti yazdım bir sürü şey. sana da yazardım ama teşhircilik de bir yere kadar. uzun uzun yazınca teşhirciliğimin had safhaya ulaştığını da görüyorum. yazmayı özlemişim. bu kadar yazıp da ne söyledin kendi hakkında? sigara içtiğini mi? şapşal şirin...

şirinlere böyle isimler de verilmeliydi. çocuklara gerçek hayatı öğretmek üzere dilenci şirin, şirin analar, şirinler kermesi, altın şirinleme günleri, şirinleme kaavesi, okeye dördüncü şirin gibi kavramlar da çıkarmış olsaydılar. karındeşen şirin de fena olmazdı aslında. oysa bir web şeysi şirinlerin komünist olduğunu söylüyor ve bu benim için yeterli değil. televizyonda gerçek hayat görmek ister şu gönül. ama bunun için haberleri izleyecek değilim.

tatilde bir ara çok sinirlenip şöyle demiştim: "mutlu son yerine gerçekçi son istiyorum bir hikaye veya filmde. gerçekleşmeyen beklentinin acıttığını ve karakterlerin aşık olmadığını görmek istiyorum. öfkelerinin mantıksız olduğunu bildikleri için ses çıkaramasınlar ve filmin sonunda kavuşma sahnesi olmasın. kurgulanmış bir başkasının öfkesini ve umutsuzluğunu görerek rahatlayayım."

insan elinin değdiği her şey hatalı olmak zorunda değil.
hiçbir şeyin mükemmel olması da gerekmiyor. her şey olduğu haliyle uygun.
memnun değilsen değiştir. hayret bir şey!

insanlara zaaf değil, anlayış gösterilir. o da sadece istenirse. kimsenin kimseye katlanması gerekmiyor. ya deveyi olduğu gibi kabul edersin ya da çölü terk edersin. onunla da kutup ayıları uğraşır belki, bu beni ilgilendirmez. insan camel tiryakisi olmuyor ki, sigara tiryakisi oluyor.

"her tür bağımlılıktan nefret ettim. bağlanmadığımı görmek için eroin kullandım, aşık oldum. onu görebilmek için altı saat yol gitmem gerekiyordu. bir gün treni kaçırdım. aşık olmaktan vazgeçtim."

kinyas dedi, ben onayladım, sonra herkes evine döndü...

Hiç yorum yok: