21 Eylül 2007 Cuma

it

hayat sigortası pazarlamacısı murat üç aydır bir kişiye bile sigorta satamamıştı ve işini kaybetmek üzereydi. çok bunalmıştı. herkes satış yaparken onun nesi eksikti?

ama bu kez kararlıydı. müşterisine indirim yapacak olsa bile sigortayı satacaktı. bir haftadır yeni yöntemi üzerinde çalışıyordu. insanların korkularını kullanacaktı. ölmekten korkmuyorlarsa da, karanlıktan bile yeteri kadar korkan herkes elbette hayat sigortası yaptırırdı.

bugün perihan bilge'yle bir randevusu vardı. yetmiş iki yaşında, yalnız yaşayan ve merhum eşinden kalan yüklü mirasla geçinen bir kadındı. yaşına göre oldukça sağlıklı geliyordu sesi telefonda. murat karşısına nasıl birinin çıkacağını bilmiyordu ama buna pek kafa yormuyordu. tek noktaya odaklanmıştı: satış yapmak!

verilen adresi bulup şirket arabasını kapının önüne park etti. ikinci kat pencerelerine baktı. parlak sarı renkte, pembe puantiyeli perdeleri olan pencere perihan hanım'ın olmalıydı. yaşlı kadının bu kadar zevksiz olmasını beklemiyordu doğrusu. böyle saçma bir desenle perde değil, palyaço kıyafeti olurdu ancak. hırsla çatılmış kaşlarını normal konumuna getirdi, yüzüne güven veren bir gülümseme yapıştırdı ve zili çaldı.

perihan hanım, otuz iki dişini gösteren bir gülümsemeyle kapıda belirdi. görünüşe bakılırsa acilen bir dişçiye gitmesi gerekiyordu. murat bu ayrıntıyı kafasına not ederken, hızla (ama kesinlikle acele etmeden) kadını baştan aşağı incelemeye başladı. parlak kırmızıya boyanmış saçlar (bunama), feci şekilde kanlanmış mavi gözler (hipertansiyon), beyaz denecek kadar solgun ten rengi (kansızlık), kırmızı ruj (zevksizlik), dar omuzlar (kemik erimesi), bol pantolonla daha da geniş görünen basenler (metabolik sendrom)... perihan hanım'ın hayat sigortasından fazlasına, muhtemelen yeni bir hayata ihtiyacı vardı. yetmiş iki yaşında bir kadın böyle görünmemeliydi. kapıdan girerken kadının pudra ve pamuk şeker koktuğunu farketti. pamuk şeker kokusunu diyabet hakkında konuşurken kullanabilirdi.

murat'ı oturma odasında bir koltuğa oturttuktan sonra çay getirmek için mutfağa gitti perihan hanım. koridordaki aynanın önünden geçerken kendine bir göz attı, gülümsedi, "hadi yaşlı örümcek, göreyim seni!" diyerek fincanları hazırlamaya başladı. elinde tepsiyle oturma odasına girdiğinde murat'ı etrafındaki balonlara bakarken buldu. sesine anaç bir ton vererek "ne güzeller di mi?" dedi, "burada hepsi uçuyor."

"evet. sizin yaşınızda birinin evi için pek alışık olmadığım bir görüntü. torununuz için mi?"
"çocuklar için. burada hepsi uçuyor. bir balon ister misin? istersin di mi? balon?"

murat kadının kafasının oldukça karışık olduğuna kanaat getirmişti tamamen. bu yaşta bunama normaldi. alzheimer riskini de kafasındaki notlara ekleyip "eveeeet" dedi, "şimdi işimize bakalım. kendinizden, hayatınızdan ve beklentilerinizden bahsedin bana."

"önce çayını içseydin evladım? soğumasın."

bu arada perihan hanım elindeki fincanı ağzına götürmüştü bile. şapırdata şapırdata, hatta biraz döke saça, neredeyse kaynar durumdaki çayı mideye indiriyordu. murat, kadının çıkardığı iğrenç seslere aldırmadan ülseri not etti. bu kadın her şeyi midesine bu şekilde gönderiyorsa iç organlarının işi çok zor olmalıydı. fincanını eline aldı. karıştırırken, çay sandığı şeyin koyu kıvamlı, kırmızı bir sıvı olduğunu gördü, fincanı nazikçe yerine bıraktı. perihan hanım'ın yüzündeki ifadeyi görünce açıklamaya başladı.

"çok zahmet etmişsiniz ama kuşburnu içemiyorum, her yerim kabarıyor sonra. gördüğünüz gibi, hastalık her yerde. özellikle belli bir yaştan sonra ne kadar dikkat ederseniz edin yakanızı bırakmıyor."

perihan sabırsızlanmaya başlamıştı. murat'ın gözleri mi bozuktu yoksa çok mu soğukkanlıydı? şimdiye kadar ficanda kan görüp de böyle tepki veren biriyle hiç karşılaşmamıştı ama pes etmeyecekti. elinde daha bir sürü korkutma yöntemi vardı. normal sesine döndü. bu ani ses değişimleri herkesi tedirgin ederdi.

"palyaçoları sever misin genç adam?"

bir türlü konuya giremediği için canı sıkılan murat palyaço mevzusunu olabildiğince çabuk kapatmak için durumu özetledi.

"küçükken severdim belki ama uzun süredir pek hoşlanmıyorum onlardan. belki hatırlarsınız, 'o' diye bir film vardı. onu izlediğimden beri sevmem."
"çok mu korkutmuştu seni?"
"hayır. senaryoya lafım yok da, çok kötü bir filmdi. oyunculuk da, müzikler de, efektler de... hele o örümcek! hayatımda gördüğüm en başarısız örümcekti! palyaço hali de çok aptaldı. sürekli aynı cümleleri tekrarlaması falan... korkutucudan çok sinir bozucuydu. üstelik otuz yılda bir beslenmesi de aptalcaydı. düzenli beslenme sağlıklı yaşamın anahtarıdır. yine de bizim sigorta poliçemizde özellikle üzerinde durduğumuz konulardan değil. çok kötü besleniyor olabilirsiniz ama sağlık sigortası yaptırmanıza engel değil bu. bilakis, böyle durumlarda hem sağlık hem de hayat sigortası yaptırmak daha avantajlı."

perihan sinirden ne yapacağını şaşırmıştı. murat denen kıçıkırık sigorta satıcısı korkmamak şöyle dursun, aşağılamıştı da onu! sinirden elleri titremeye başladığında odadaki birkaç balon patladı ve her yere kan sıçradı.

duyduğu sesler murat'ı irkiltmişti. sigortacının koltukta hafifçe sıçradığını gören perihan, "bu da bir şeydir" diye düşünerek saldırdı.

"o benim!"
"kim?"
"o!"
"o kim?"
"pennywise!"

murat'ın gözleri dehşetle açıldı. perihan (nam-ı diğer pennywise), zevkten dört köşe olarak keskin dişlerini gösterdi ve murat'ın koluna hamle yaptı. ama murat daha erken davranmıştı. hızla sehpanın üzerinde duran kalemine uzandı ve "olmuyor ama!" diye haykırdı.

"şimdi bütün belgeleri yeniden düzenlememiz gerek! neden ilk konuşmamızda sahte isim kullandınız ki? bu en az iki saatimi alacak, her şeyin şefe yeniden onaylatılması gerek!"

pennywise ilk şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra harıl harıl belgelerle uğraşan murat'a bakakaldı. tek sorunu yanlış isimmiş gibi form dolduruyordu adam. zaten tek sorununun da bu olduğunu anladı pennywise. yüzlerce yıllık hayatında ilk kez kalbi sıkıştı. omuzlarından ensesine doğru ağrılı bir sıcaklığın yayıldığını hissetti. göğsünü tutarak öksürmeye başladı. birkaç saniye sonra da gürültüyle yere yığıldı.

murat kafasını kaldırınca yerde can çekişen kadını gördü. kafasında bir şimşek çaktı ve ayağa fırladı. çok az zamanı kalmıştı. hemen hastaneyi arayıp bir ambulans çağırdı ve kadının yanına dönüp "dayanmalısın!" diye bağırdı.

pennywise kendine geldiğinde sedyeye yatırılıyordu. murat kadının elindeki kağıt ve kalemi alıp bir zafer edasıyla imzayı inceledi.

"çok akıllıca bir karar verdiniz. size söylemiştim, hastalığın nerede karşımıza çıkacağı belli olmuyor. eh, bu işin ölümü var, kalımı var. her an her şey olabilir. yalnız şartlarımıza göre, sağlık sigortanızın devreye girmesi için ilk ödemenin üzerinden altı ay geçmesi gerekiyor. şimdiki hastane ziyaretiniz sigorta kapsamında olmayacak. tam kapsamlı sigorta seçtiğiniz için tüm mallarınız da güvencemiz altında. evle ilgili olan ayrıntıları ben şimdi yazarım da, gitmeden sorayım, arabanızın marka ve modeli neydi?"

yeniden kendinden geçmeden önce tükenmiş bir ses çıktı pennywise'ın ağzından.

"1718 model sirk arabası."

Hiç yorum yok: