31 Mart 2011 Perşembe

imamın ordusu'nu indiren 1 milyon kişi bulabilirim

ahmet şık'ın kitabı yayınlanmadı ama nihayet muradımıza erdik. devletimizin bizi korumaya çalıştığı habis düşünceler sonunda elimize geçti, internet sağolsun. abdullah gül'ün söylediği gibi, basılsa 10.000 satacak kitap artık yüz binlerce kişinin bilgisayarında kayıtlı. indirenlerin yarısı okusa kardır.

itiraf etmeliyim ki, böyle bir durum olmasa o kitabı alanlardan biri olmayacaktım. şimdi okuyorum, henüz yarısına bile gelmedim. okuduğum kadarıyla iyi bir derleme olduğunu söyleyebilirim. yine bildiğimiz veya tahmin ettiğimiz şeylerin bir gazeteci gözüyle, belgelere dayanan anlatımı. zaten kimsenin başka bir şey beklediğini de sanmam. peki bu kitap neden böyle olay oldu? neden dokunan yanıyor? bununla birlikte, ahmet şık'a ne olacak?

bu konuda yarı saçma yarı mantıklı bir sürü teori üretebilirim, hepimiz üretebiliriz. uzatmalı sevgilimiz ergenekon'un giderek kabaran dosyaları (ki onun da yarı saçma yarı mantıklı olduğunu düşünüyorum) bu durumu "çünkü fetullah gülen hain iktidar oyunları oynayan, yaşadığımız dönemin evil lord'u gibi bir insandır" yüzeyselliğinde yorumlamamızı imkansız hale getiriyor. ama yüzeysel olmamaya benim yerim, sabrım ve bilgim müsait değil; kıytırık bir blog yazacağım diye 300 sayfa döşeyemem. bunun yerine kısa bir tekerleme yazmayı tercih ediyorum:

ileri demokrasiye ne oldu?
lafta kaldı.
lafa ne oldu?
kitaba yazıldı.
kitaba ne oldu?
yandı, bitti, kül oldu.
küle ne oldu?
bu yalanı daha fazla hazmedemeyen halk bir yolunu buldu, küllerden anka doğurdu.

tabii gerçekten öyle mi oldu, bunu zaman gösterecek. o da unutmazsak. çünkü bu durum da üzerine tonla komplo teorisi üretmeye uygun. devlet gerçekten wikileaks'ten ders almayıp sosyal medyanın gücünü küçümsedi mi yoksa tüm bunlar planlanmış mıydı gibi bir soru bile gelebiliyor insanın aklına. olmaz olmaz demeyin.

ahmet şık'ın durumu ise hala muallak, sonucu ben de çok merak ediyorum. çoğu kişi tutuklanma nedenini bu basılmamış kitap olarak biliyor, muhtemelen kendisi ve avukatları da. çünkü adamı neden tutukladıklarını açıklamıyorlar. inanması güç ama biliyorsunuz; türkiye'de herkes masumiyeti kanıtlanana kadar suçludur. hepimiz merakla iddianamenin hazırlanmasını bekliyoruz. bakalım açıklama yapılana kadar daha kaç ay tutuklu kalacak?

merakla beklediğim bir diğer durum da bütün bu olayların avrupa insan hakları mahkemesi'ne intikal ettiği zaman neler olacağı. çünkü öyle bir şey muhakkak olacak. birileri bu adamların hayatlarından çaldıkları zamanın hesabını kendi kontrol ettikleri mahkemelere değil, daha yüksek mercilere vermeye mecbur kalacak. ne kadar demokratik bir ülke olduğumuz ortada olsa da sansürcü zihniyetimiz yeniden ayyuka çıktığında birilerinin yüzü azıcık olsun kızaracak mı, çok merak ediyorum.

sürekli özgürlük propagandası yapma halindeyim bir süredir. artık hikayeler yazmaktan çok yorum yapmaya ihtiyaç duyuyorum. bu bana da biraz tuhaf geliyor. ama bu aynı zamanda, 10 yılda bir darbelerle baltalanan minicik demokrasimizin de giderek daha fazla gerilediğini gösteriyor. farklı görüşlere ve yaşam tarzlarına tahammülsüzlüğümüz, onların varlığını kabul etmek ve varoluşlarına izin vermek konusundaki inatçı isteksizliğimiz, ses çıkarmamayı imkansız hale getirmiş durumda. pek çok kişi "hayır!" diyebilmek için basılmamış bir kitabın bile toplanmasını bekledi. bu sayıdan daha fazlası her zamanki gibi yorumsuz. korkutucu denebilecek kadar büyük bir kesim ise bu yasakçı zihniyetten gayet memnun, istediklerini elde etmiş durumdalar.

aslına bakarsanız, çok geç kaldık. hiçbir şey bitmiş değil ama bizler geç kaldık. imam ve takımı ise 30 yılı aşkın süreyi ordusunu mükemmel bir şekilde eğiterek, çıkarlarına en uygun konumlara yerleştirerek geçirdi. sessiz ve derinden, büyük bir başarıyla. bu saatten sonra hala "eğitim şart!" kalıbını bir espri unsuru olarak kullanabilecek miyiz, yoksa doğruluğunu kabul edecek miyiz? bir öngörüde bulunamıyorum ama pek de umutlu olmadığımı söyleyebilirim. çünkü bizi yönetenler beyin yıkamaya varan bir eğitimle inançlarını ve planlarını yakın gelecekteki yöneticilerimize de çoktan empoze etti, biz ise hala tüm vizyonsuzluğumuzla günü kurtarmaya çalışıyoruz.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Taraf olmak "zorunda" birakildigimiz bir donem ne yazik ki.
Eski gunlere gore daha kolay insanin sesini duyarabilmesi, dolayisiyla sesini icten ve bilincle yukseltenlerin bir seylerin degismesine kucuk-buyuk katki saglayacagina inaniyorum ben.

ArapSabunu dedi ki...

http://en.wikipedia.org/wiki/Streisand_effect 'i oku mutlaka. Hem komik hem de süper bir olay. İsmi ile yaşasın demiştim en son :)

Böyle şeylerden kaybeden her zaman vergi veren kısım olmak zorunda (sen ne kadar özgürlüğe takıldıysan son zamanlarda, ben de vergi işine takıldım kaldım). Adam gidip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne dava açıp tazminat kazansa, giren çıkan yine bize yine bize anasını satayım. Bu bağlamda en azından adamın kitabını indirip okumakta sakınca görmüyorum; ilerde parasını benden tazminat adı altında tahsil edecek.

Kısacası, "toplumsal bilinç" falan filan memlekette biraz fasarya durumunda. Ama vergi veren insanları "bakın paranız nereye gidiyor / gidecek" diye kandırmak daha kolay. Madem emperyalist kapitalist paraist bir güruhuz, en kolay korkutma ve ikna etme aracı yine paradır. Ben öyle düşünüyorum en azından.

İnci Vardar dedi ki...

joke (bitch diye hitap etmek istemedim), despair inc.'ın çok sevdiğim bir sözü var bloglar hakkında. diyorlar ki, "never before have so many people with so little to say said so much to so few". ama yine de içtenlik ve bilinç konusunda sana katılıyorum. ya da belki de sadece buna inanmak istiyorum.

arap, streisand effect nefismiş. yakında biz de ülkece örneklerin arasına gireriz. vergiye takılmanı inan çok iyi anlıyorum. bizzat yaşadığım bir sorun olmasa da yakinimdir; etkilerini resmen ümüğümde hissederim (yoksa anüs mü demeliydim etkilenen böyle için?) son paragrafına da tamamen katılıyorum ve tam da bu yüzden özgürlük konusunun üzerine daha fazla gitmeye ihtiyaç duyuyorum. benim gördüğüm kadarıyla faşizme yönelen tüm iktidarlarda halkın maddi olarak refah seviyesi yükseliyor, işsizlik azalıyor, olabildiğince (hatta bazı durumlarda büyük ölçüde) istikrar sağlanıyor. bu arada özgürlük ve demokrasi namına bir şey kalmıyor tabii; karnı doyan halk "bir dakka la?!" diyene kadar bunu diyecek hakları da elinden alınıyor. tam da gazetelerin ekonomik büyümeden bahsettiği şu dönemde demokrasiye daha fazla dikkat çekmek gerekiyor gibi geliyor bana.

ArapSabunu dedi ki...

Ben kesinlikle "şundan bahsedelim, daha önemli, bu ikinci sırada" gibi bir düşünce içinde değilim Alice kişisi. Şüphesiz özgürlük ne olursa olsun ilk sırada. Ama bunun sağlanması için cüzdandan yola çıkarak ilerlemek daha makul olabilir gibime geliyor, yani insanları ikna etmek açısından.

Bilmemkaçyüz sene monarşiyle, oligarşiyle şununla bununla yönetilmiş insanlar olarak, özgürlüğün tam olarak ne olduğunu bilmediğimizi düşünmekteyim. 50 jenerasyon her öğününü tabldotta yedikten sonra açık büfeye geçmiş olması mı özgürlük, yoksa istediği yemeği yapabilmesi mi? Rölativite. İçinde bulunduğumuz durum tam olarak bu aslında.

Senin gibiler açık büfe ile istediğin yemeği yapabilmek arasındaki özgürlük farkını bilebiliyor, görebiliyor olabilir. Ama 50 jenerasyon boyunca tabldottan beslenmiş güruh hala tabldot etkisinde kalmış ve açık büfeyi yeterli buluyor olabilir. Bir de tepesinde "istemezsen yeme arkadaş" diyenler varken...

Ama sen gidip kendi yemeğini yapmanın daha ucuza çıktığını ispat edebilirsen, bununla insanları ikna edebilirsen, o zaman özgürlüğe doğru en azından insanları düşünmeye sevk edebilirsin.

Çok mu paragöz oldum nedir acaba :)

İnci Vardar dedi ki...

hiç de paragöz olmamışsın, hepsi çok mantıklı. ama alışkanlıkları yıkmak da bir o kadar zor. bu yazdıkların aklıma yahudi bir arkadaşın sorusunu getirdi ama doğrudan alakalı olduğu için değil.

"tanrı bizimkilere vadedilmiş toprakların yerini gösterene kadar 40 yıl çölde dolaştırdı. neden, biliyor musun?" demişti. bilememiştim tabii. "çünkü adamlar o zamana kadar hep köleydi ve bunu hatırladıkları sürece kölelikten kurtulamayacaklardı. 40 yıl boyunca çölde dolaşırken yaşlılar ve o zamanları yaşamış olanlar ölecek, yeni jenerasyon temiz bir zihinle vadedilmiş topraklara kölelik bilinci olmadan yerleşecekti" diye anlattı.

ben de bu mantıktan ve israil'in mevcut durumundan dolayı her şeyi bir yana bırakıp "din ne saçma şey lan" demiştim ama o da başka bir konu.

mesela biz de insan gibi "demokratik bir toplumda daha rahat yaşarsınız" demek yerine "özgürleşin yoksa öldürürüz" desek... ne güleriz ama.